Kuvay-ı Milliyecilikten bahseden
ulusalcı sol seçmenin “düşman” sözcüğüne
antipati duyması.
CHP seçmeni “düşman” sözcüğünü
adeta duymamak için elinde ne varsa kulağına tıkıyor.
Kuvayı Milliye’nin kime karşı
savaştığını bilmezden geliyorlar. İstanbul’u işgal ettiğimizi düşünen Yunanlı’larla
barış hayalleri kurup Kıbrıs’ı
Yunanistan’a bağlamak için Türk çocuklarını
bir küvetin içinde paramparça eden
alçakların “düşmanımız” olduğunu
görmezden geliyorlar.
Ya da otuz beş yıldır ülkenin bir bölümüne açıkça
Kürdistan diyen alçakların, aslında haklı olduklarını, bizim buraya sonradan
geldiğimizi sessizce kabul ettikten sonra PKKlı hainlerle empatik diyaloglar
kurulabileceğini söyleyebiliyorlar.
O zaman azıcık düşünelim mi?
Acaba “düşman” denen kavram “aşırı sağcıların” “faşistlerin” falan uydurduğu
bir nefret söylemi mi yoksa tam da gerçek bir olguyu mu ifade ediyor?
Ulusalcı solun Kürtçülükle flört
eden ana akımı, egemen kitlesi, 12 Eylül
kinlerini alabildiğine derin sürdürerek
milliyetçileri düşman kabul etmekte beis
görmüyor. Oysa aynı kesim, belki tekrara düşeceğiz ama ülkemizin
bir bölümüne Kürdistan diyen vatan hainlerini “ideolojik kardeşleri” olarak
kabul edip bağrına basabiliyor.
Bu kesim sözgelimi ülkücüleri alabildiğine nefret
edilmesi gereken faşist-ırkçı vahşiler
olarak görürken bebek katleden, asker, polis, öğretmen şehit eden insanların aslında
dostumuz olduğunu , onlarla beraber siyaseti “çok güzel salladıklarını”,
bu kati,l sürüsünün tellâllarının
mecliste olmasından “büyük mutluluk duyduklarını” söyleyebiliyorlar.
O halde bir ulusun dostu kimdir,
düşmanı kimdir, belki de önce buna bakmalıyız.
Bir ulusun, egemenlik hakkına
içten bir saygı gösteren herkes o ulusun dostudur.
Bir ulusun egemenlik hakkını tartışmaya açık
bir şey olarak gören herkes de o ulusun düşmanıdır.
Düşman tanımı size sevimsiz ve
saçma geliyorsa, ulusların sınırlarını askerleriyle ve silahlarıyla koruduklarını
size hatırlatmak isterim. Yani aslında “uluslar arası” ilişkilerde “dostluk”
falan yoktur. (Türk cumhuriyetleriyle
aynı ulusun parçaları olduğumuzu umarım hatırlatmama gerek yoktur.)
John Locke’un “Uluslar arası ilişkilerde
doğa durumu egemendir.” Saptaması bu açıdan
gerçeğin tam bir ifadesidir.
Bu yüzdendir ulusalcı sol kampın
ana akım seçmen kitlesinin, uluslar arası ilişkilerin diplomatik yönünün,
aslında sürekli bir karşılıklı zaaf
arayışı ve taviz koparma mücadelesi olduğunu
görmeyerek böylesi bir inkârı, barış taraftarlığı sanması, hastalıklı
bir durum.
Kapımızda bekleyen düşmanın
aslında düşman olmadığını söylediğimizde
gerçek değişmiyor.
İçimizde beslediğimiz, milli
güvenlik belgelerine erişebilen, Türk egemenliğinin kalbinde Kürdistan naraları
atan, egemenliğimizi işgal olarak niteleyen insanların “dost” sayılabileceğini
düşünmek herhalde en hafif deyimle nevroz benzeri bir durumdur.
Türk egemenliğini tanımayan, Türk
dilinin, Türk hukukunun, Türk kültürünün tekliğinden nefte eden, Türkiye’nin
bir bölümüne Kürdistan diyen insanların çokluğundan korkup onlara yaranmağa
çalışarak, barışın sağlanabileceğini düşünen insanlara İzmir’i işgal eden Yunan
efzunlarının düşman olduğunu anlatmak herhalde mümkün değil.
Türkiye, Türk düşmanlarını seven
muktedirleriyle ve sözde muhalifleriyle aslında fiili bir düşman işgalini
yaşıyor. Yani hiç kimse iktidara muhalif olmanın “vatanseverlik” olduğunu falan
düşünmesin. Çünkü ülkenin yüzde yetmiş beşi aslında Türk düşmanlarına bir
şekilde yaranmak isteyenlerin elinde oradan oraya savruluyor.
Düşman kapımızda ve içimizde
kanımızla beslenip semirirken biz de “ Acaba Türk var mı? Türküz dersek Kürt’lerle Araplar
gücenir mi?” endişesiyle tam bir hümanizm kabızlığı yaşıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder