Türkiye’de derin bir ahlâkî
bunalım yaşanıyor. Bu bunalım üstelik de şeriatın gayrı resmi olarak
uygulandığı son on dört yılda önü
alınamaz bir şekilde büyümüş görünüyor.
Pornografik ve erotik yayınların gayri resmi bir şeriat kısıtlamasıyla mümkün olabildiğince kısıtlandığı bir
dönemde cinsel suçlar ve cinsel istismarla ilgili istatistiklerdeki yükseliş düşündürücü olmanın ötesinde, tam bir kırmızı
alarm seviyesinde.
Peki ama ahlâkın tek ölçüsü
cinsellik mi? Elbette değil. Ve fakat siyasetin, artık cinsel şantajlar dahil her türlü ahlâki şantaj ve
sömürüyle yürütülmesi de bir yöntem
olarak benimsenmiş durumda.
Peki ama bu şantaj ve sömürü
düzeni nasıl işliyor?
Bu şantaj ve sömürü
düzeninde dinci aktörler, kendilerini
türbanla ve dini sembollerle tam bir kamuflaj altına alıyor ve kendilerini her türlü ahlâkî tartışmadan
bağışık kılıyor. Bu arada örtünmenin getirdiği
kesin bağlılıkla ahlâk üzerine de
ipoteklerini koyuyorlar.
Dinin tartışma üstü kutsallığını
sömürerek davranışlarını tartışmasız hale getirdikten sonra da ayrıca ahlâk
üzerinde kurdukları tekel ile ahlâkın biçimini ve ölçüsünü de belirleme
yetkisini ele geçirmiş oluyorlar.
Buradaki kör nokta “Ama biz de
Müslümanız!” diyen samimi Müslümanların iyi niyetinde meydana geliyor. Böylece “Müslümanlık”
müştereğinde birleşilebileceğini veya uzlaşılabileceğini sanan “laik Müslümanlar”, ahlâk alanındaki dinci/dindar ( artık her ikisinin
de aynı insanlık dışı şeriat rejimine hizmet ettiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz) egemenliğini zımnen onaylamış oluyorlar.
Böylece dinci/dindar ahlâkı,
karşı cinsle görünürde hiçbir ilişki kurmamak ve kadını alabildiğine sosyal
hayattan tecrit etmekle ortaya
çıkıyor. Bu ahlâkın bu kadar basit olabilmesinin sebebi, “ darül harp” denen bir
düzende Müslümanların, düzenin kendisiyle
savaşmak için her türlü kısıtlamadan ari olduklarına inanmaları.
Böylece “gayrimüslimlerin” küfür düzenini yıkmak için o küfür düzeninin
araçlarını kullanarak savaşı kazanmak Müslümanların
tek amacı haline geliyor.
İntihar bombacılarının masumları
katlederken duydukları iç huzuruyla, dindar siyasetin ponografik kaset
şantajlarını utanmaksızın kullanabilmesini sağlayan temel güdü işte bu: “
Müslüman olmayanlara karşı hiçbir ahlâkî kısıtlamamız yoktur!”
Bu şantaj düzeninde,
dinciler/dindarlar ölçülerini onların
belirlediği ahlâkı sıradan Müslümanların
onaylamasıyla beraber ahlâkın bütün
sorumluluğunu da onların sırtına yıkıyorlar.
Böylece örtünmeyen kadının taciz
edilebileceğini, ona tecavüz etmenin yanlış olmadığını, açık kadınların tacizi
veya tecavüzü hak ettiğini söylerken ahlaksızlık ettiğini düşünmeyen bir cinsel sapık, insanların cinsel zaaflarını gözetleyerek bu zaaftan dolayı
utanmaları gerektiğini söyleyebiliyor. İşin kötüsü şantaj kurbanları,
utançlarının bu alçakça sömürüsüne teslim oluyor ve ahlâkın, tecavüzcü, tacizci
bir takım sapıklarca belirlenmesine izin veriyorlar.
Böylece Türkiye’de dinci/ dindar
ahlâk türban, sakal, takke simgeleriyle kendi ahlâkî egemenlik alanını
işaretlerken ahlâkın genel bağlamından
kendini kurtarıyor. Bunu yaptıktan sonra
o bağlama sadık kalma borcunu da “laik Müslümanların” sırtına yüklüyor.
Bu anlayış sanırım şu şekilde
özetlenebilir: “ Benim ahlâkım, karımı senden uzak tutmakla sınırlı. Sen de ahlâklıysan aynısını yap. Yoksa ben
senin açık karını sokakta taciz de ederim, ona tecavüz de ederim. Açık saçık
dolaşıp beni tahrik ettiği için o bu saldırıyı hak etmiş demektir.
Bunun dışındaki ahlâk beni
bağlamaz. Beni bağlamayan ahlâk seni bağlıyorsa o da senin sorumluluğundur,
beni sorumluluğum değildir.”
Bu ahlâkî ikiyüzlülük sarmalında
biri çıkıp da “ Benim karımı aldatmam
veya ilişki tercihlerim benim sorunumdur. Başkasının ahlâkî zaaflarını
araştırarak ülkeye hizmet edemezsiniz. Başkasının namusuna göz dikerek ahlâkî
ölçü belirleyemezsiniz. İfşa ettiğiniz
zaaflarımla ilgili sorumluluk bana aittir fakat bunların benim diğer
hizmetlerimle veya eserlerimle bir
ilgisi yoktur. Sizin benim ahlâki zaaflarımı araştırıp hele ifşa etmeniz, benim
bu zaaflarımdan çok daha aşağılık bir iştir. Sizin ahlâkî şantaj düzeninizi
kabul etmiyorum!” deseydi belki de işler çok farklı olabilirdi.
Oysa Türkiye’de hemen herkes
dinci/dindar ahlâkî şantaj düzenine
teslim olmuş durumda. İşte Türkiye’nin yönetimini belirleyen %50lik “millî
iradenin” ahlâkî düzeyi ve dindar şantajcılığın geldiği nokta bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder