Türkiye’de sol, Kürtçülüğü açıkça
destekleyen militan Marksizm ve kendisini “Atatürkçü” diye tanımlayan Marksizm dışı bir
sosyal demokrasi kampı olarak ikiye ayrılıyor.
Militan kamp mülkiyet fikrine
açıkça ve şiddetle düşmanken Atatürkçü sol mülkiyet hakkında o kadar set düşünmüyor fakat
kendisini daha ziyade “ilerici”, “lâik” vs diye tanımlıyor.
Militan solun bir kısmı ve
Atatürkçü sol “tam bağımsızlık” dedikleri bir
kavramı savunuyorlar. İçi asla tam doldurulmamakla birlikte her türlü
dış ittifakı dışlayan ve daha ziyade “yalıtımcılık/izolasyonizm” gibi bir “izlenim” veren bir tutum bu.
Her iki kamp da “Türk”
adının ülkenin yönetiminde, toplumsal
hayatta belirleyici olmasından rahatsız.
Militan sol kamp Stalinci bir
tavırla Kürtçülüğü açıkça ve şiddet kullanımını da onaylayarak desteklemekle
Türk adına karşı duruyor.
Atatürkçü sol ise Türk adının
artık miyadını doldurduğunu, bunun, zamanında Atatürk tarafından, ülkenin
birliğini sağlamak için uydurulmuş bir ad olduğunu düşünüyor. Onlara göre “Türk”,
ülkenin toplumsal yapısını tanımlamakta yetersiz kalan, “etnik” bir tür kabile
adı. (İşin garip tarafı meselâ “özTürkçeciliğin” en keskin savunucuları da
Atatürkçü soldan çıkıyor.)
“Tam bağımsızlık” yanlısı solcuların en büyük eksikliği, tam
bağımsızlığı kimin için istediklerini bilmemeleri veya bilmezden gelmeleri.
Millet kimliğini reddederek
insanlığa karşı ahlâkî bir görev yaptıklarını düşünüyorlar.
Militan solun bilmezden geldiği,
Atatürkçü solun ise bilmediği nokta ise milletlerin/ulusların, dünya üzerindeki
gerçek politik özneler oldukları. Öyle ki bu iki kamp da uluslar arası
ilişkilerin gerçek ve aşılamayan kimliğinin “ulus” olduğunu bir türlü
anlayamıyor.
Her iki kamp da dünyayı ulus ötesi bir “
sömürücüler ve sömürülenler” mücadele
alanı olarak görüyorlar. Ulusun, insan kimliklenmesinin en üst ve aşılamaz
aşaması olduğunu anlamama
larının en büyük sebebi ideolojileri yani Marksizm. Atatürkçü sol belki kendisini Marksizm dışı olarak görüyor olabilir ama dünyayı algılama biçimi tamamen Marksist paradigmaya dayanıyor.
larının en büyük sebebi ideolojileri yani Marksizm. Atatürkçü sol belki kendisini Marksizm dışı olarak görüyor olabilir ama dünyayı algılama biçimi tamamen Marksist paradigmaya dayanıyor.
Ama bunun yanında daha özel bir
sebep var ki o da Türkiye’de Türk
solunun ( Kürt solu diyebileceğimiz kesim, zaten kendisini Türk’e tamamen
yabancı sayan, düşman bir kol) kndisini
asla eğmen ve üstün bir milletin mensubu sayamamasıdır. Bu bir tür aşağılık
kompleksidir. Muhtemel sebebi, solun ideolojisini kendisinin oluşturamamış
olmasıdır.
Sol/sosyalizm batı uygarlığından neşet eden bir ideolojidir. Bu, batılı egemen ulusların yarattığı ,
onların dünyayı kendilerine gör algılayışlarının ürünü olan bir dünya görüşü ve
önermedir. Türk solu bunu ancak tercümeler aracılığıyla tanıyabilmiştir. Bir
düşüncenin yaratılışında yer almamak, o düşünceyi ne kadar benimserseniz
benimseyin sizi kendiliğinden ikincil ve edilgen bir konuma getirir. Bu durum
solda , batılı ideolojik kardeşlerine karşı ciddi bir aşağılık kompleks yaratmıştır. Hiç durmaksızın Marksist veya
Neomarksist ideologlardan alıntılarla “objektif”
olmak gayretlerinden anlaşılabilir.
Oysa hiçbiri bahsettikleri solcu
yazarların dünyayı ve ideolojiyi kendi kültürel kalıpları içinde
anlayabileceklerini düşünememişlerdir. Onlara göre herhangi bir batılı
solcu “insanı temsil eden” en üst insandır.
Dolayısıyla meselâ Türkiye’de “tam
bağımsızlık” düşüncesi, sömürge olmaktan yeni kurtulmuş veya kurtulması gereken
herhangi bir kabile devletinin onur mücadelesi gibi görülmüştür.
Türkiye’de “emperyalizm” söyleminin altındaki düşünce, Türk solunun, Türk’ü kendi
başına ve kendisi için var olabilecek, egemen, etkili bir ulus olarak görememesidir.
Bugün dahi sol bir partinin genel başkanının “Ne Türk dedim, ne Kürt!” söyleminin altındaki
aşağılık kompleksini anlayabilecek durumda değildir. Türk solu, kendi ikincilliğini doğrudan Türk’e
yansıtmış ve onu “emperyal politikaların kurbanı” olan bir tür üçüncü
dünya etnik topluluğu mesabesine
indirmiştir.
Türkiye’de sol tam anlamıyla Türk
olmadıkça ne yaratıcı ne de ahlâkî anlamda herhangi bir varlık sergileyemez. Ama en nihayetinde
o da siyaset esnaflığıyla iş takibi vasıtasıyla geçinme yöntemini
benimsediğinden, “rakı içen taşralı” rolünden fazlasına talip olmamıştır. Bugüne
kadar Türk Ulusu için umut olamamasının en büyük sebebi de budur. Türkiye’de sol, derin bir sömürge
aydını kompleksini yaşamaktadır.
İşin garip tarafı Türk solunun
batının ideologlarına duyduğu hayranlıktan kaynaklanan aşağılık kompleksi,
derin bir nefretle Türk adına ve egemenliğine yansıtılmıştır. Böylece Türk adının aslında nefret uyandırıcı bir “icat”
veya kurgu olduğuna dair söylem, Türk solu başta olmak üzere enternasyonalizmde
onunla kardeş olan liberaller arasında da paylaşılmıştır. Bu derin ve sapkın
kompleks, Kürtlerle dayanışma görüntüsüyle
aklîleştirilmiş/rasyonalleştirilmiştir. Kürt
etnik ayrılıkçılığının ve terörünün sol içinde bu denli serpilmesinin
sebebi Türk solunun, batı ideologları karşısında duyduğu “besleme”
psikolojisinin, Türk adına yöneltilerek ortak bir ideolojik düşman karşısında
mücadele edildiği sanısıyla beslenmiş olmasıdır. Türk solu ulusal, üretici ve
özgün değildir.
Türk olmak, üstün ve gelişmiş bir
ulus kimliğini benimsemekle ilgilidir ki
kültürü hemen hemen tamamen çeviriye
dayalı ikinci el bir ideolojik tutuculuktan ibaret olan sol için bu son
derece zor görünüyor. Türk solu “Türk için” özgün metinler üretebilecek bir
akla ve kimliğe ulaşabilir mi? İşte bu işin yakıcı tarafını ortaya koyan
sorudur.
Hoş bir şarkıyla yazıyı bitrelim:
Hoş bir şarkıyla yazıyı bitrelim:
4 yorum:
https://youtu.be/SpU42XrUeVo
Bizimkiler solculuğu ya da kominizmi Amerikalılardan öğrendiler aslında. Sayın yazar siz de lütfen yukarıdaki linke kulak verir misiniz?
Elbette kulak veririz değerli yazarımız. Solcularımızın da artık Türk adına kulak vermesi dileğimle...
Bu yazı, savları ve yalın ama net sistematiği ile birçok şeyin kafamda oturması için birebir oldu.
Tekrarlamış olayım: Yazının can alıcı noktası; Solun temelinde yer alan "Bir düşüncenin yaratılışında yer almamak, o düşünceyi ne kadar benimserseniz benimseyin sizi kendiliğinden ikincil ve edilgen bir konuma getir"me hali... Bir tarafta her "rasyonel" önermesine hayran olduğunuz, dünyayı "komple" açıklayan bir ideoloji, hatta bir din ve onun "şeyh"leri, "evliya"ları, "baba"ları; diğer tarafta onun hamurunda yer almamaktan ve "şeyh"lerinden kabul görmemekten gelen kompleks.
Kendini bilmemenin, tanımamanın ve inkarın yolu buradan başlıyor. "Türklüğün bir kader olduğu" ve dünyada her ulusun kendi kaderini çizdiğini dikkate almadan bambaşka akılların üstünlüğüne ve idraklerine güvenerek kendinizi onların düşün ve hayal denizine bırakıyorsunuz. "Evrensel idealist"ler oluyorsunuz. Sorun o "ideal"lerin sizin kalıbınıza ve gücünüze uymaması.
Neden?
Günlük hayatında kendine ve yakın çevresine en ufak bir fayda sağlamayan hareketleri tekrarlamayan insanlar, neden 3-5 sözcüğün tutsağı olup kendine, yaşam tarzına ve geleceğine düşman unsurları dahi içinde büyütür?
Kompleksten...
Önce Türk olmak, sonra başka bir şey veya birileri olmak bizim için elzem değil, yaşama şartıymış.
Yazı bende bunları netleştirdi.
Saygılar, selamlar hocam. Aklınıza sağlık.
Sayın Orhun,
Bir kez daha hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Yazının yorumlara kapı aralaması, fikirleri aydınlatması kadar güzel bir şey olamaz.
Yazıyı kendince anlayan okuyucunun yaratıcı yorumları kadar onurlandırıcı bir şey de olamaz. Ben de yorumlarınızdan istifade ediyorum, emek verip okuduğunuz, yorumladığınız için çok teşekkür ediyorum. Eklenecek bir şey yok. nefis bir özet sunmuşsunuz zaten.
Fakirhaneyi sık sık ziyaret edip de yorum bırakmanızdan başka ne isteyebiliriz? Elinize, aklınıza, gönlünüze sağlık!
Yorum Gönder