27 Mayıs 2016 Cuma

Türkiye’de Sol Enternasyonalizmin Sömürge Kompleksi

Türkiye’de sol, Kürtçülüğü açıkça destekleyen militan Marksizm ve kendisini  “Atatürkçü” diye tanımlayan Marksizm dışı bir sosyal demokrasi kampı olarak ikiye ayrılıyor.

Militan kamp mülkiyet fikrine açıkça ve şiddetle düşmanken Atatürkçü sol mülkiyet  hakkında o kadar set düşünmüyor fakat kendisini daha ziyade “ilerici”, “lâik” vs diye tanımlıyor.

Militan solun bir kısmı ve Atatürkçü sol “tam bağımsızlık” dedikleri bir  kavramı savunuyorlar. İçi asla tam doldurulmamakla birlikte her türlü dış ittifakı dışlayan ve daha ziyade  “yalıtımcılık/izolasyonizm”  gibi bir “izlenim” veren bir  tutum bu.

Her iki kamp da “Türk” adının  ülkenin yönetiminde, toplumsal hayatta belirleyici olmasından rahatsız.

Militan sol kamp Stalinci bir tavırla Kürtçülüğü açıkça ve şiddet kullanımını da onaylayarak desteklemekle Türk adına karşı duruyor.

Atatürkçü sol ise Türk adının artık miyadını doldurduğunu, bunun, zamanında Atatürk tarafından, ülkenin birliğini sağlamak için uydurulmuş bir ad olduğunu düşünüyor. Onlara göre “Türk”, ülkenin toplumsal yapısını tanımlamakta yetersiz kalan, “etnik” bir tür kabile adı. (İşin garip tarafı meselâ “özTürkçeciliğin” en keskin savunucuları da Atatürkçü soldan çıkıyor.)

“Tam bağımsızlık” yanlısı  solcuların en büyük eksikliği, tam bağımsızlığı kimin için istediklerini bilmemeleri veya bilmezden gelmeleri.

Millet kimliğini reddederek insanlığa karşı ahlâkî bir görev yaptıklarını düşünüyorlar.

Militan solun bilmezden geldiği, Atatürkçü solun ise bilmediği nokta ise milletlerin/ulusların, dünya üzerindeki gerçek politik özneler oldukları. Öyle ki bu iki kamp da uluslar arası ilişkilerin gerçek ve aşılamayan kimliğinin “ulus” olduğunu bir türlü anlayamıyor.

 Her iki kamp da dünyayı ulus ötesi bir “ sömürücüler ve sömürülenler”  mücadele alanı olarak görüyorlar. Ulusun, insan kimliklenmesinin en üst ve aşılamaz aşaması olduğunu anlamama
larının en büyük sebebi ideolojileri yani Marksizm. Atatürkçü  sol belki kendisini Marksizm dışı olarak görüyor olabilir ama  dünyayı  algılama biçimi tamamen Marksist  paradigmaya dayanıyor.

Ama bunun yanında daha özel bir sebep var ki o da  Türkiye’de Türk solunun ( Kürt solu diyebileceğimiz kesim, zaten kendisini Türk’e tamamen yabancı sayan, düşman bir kol)  kndisini asla eğmen ve üstün bir milletin mensubu sayamamasıdır. Bu bir tür aşağılık kompleksidir. Muhtemel sebebi, solun ideolojisini kendisinin oluşturamamış olmasıdır.

 Sol/sosyalizm  batı uygarlığından  neşet eden bir ideolojidir.  Bu, batılı egemen ulusların yarattığı , onların dünyayı kendilerine gör algılayışlarının ürünü olan bir dünya görüşü ve önermedir. Türk solu bunu ancak tercümeler aracılığıyla tanıyabilmiştir. Bir düşüncenin yaratılışında yer almamak, o düşünceyi ne kadar benimserseniz benimseyin sizi kendiliğinden ikincil ve edilgen bir konuma getirir. Bu durum solda , batılı ideolojik kardeşlerine karşı ciddi bir aşağılık kompleks  yaratmıştır. Hiç durmaksızın Marksist veya Neomarksist ideologlardan  alıntılarla “objektif” olmak gayretlerinden anlaşılabilir.

Oysa hiçbiri bahsettikleri solcu yazarların dünyayı ve ideolojiyi kendi kültürel kalıpları  içinde  anlayabileceklerini düşünememişlerdir. Onlara göre herhangi bir batılı solcu “insanı temsil eden” en üst insandır.

Dolayısıyla meselâ Türkiye’de “tam bağımsızlık” düşüncesi, sömürge olmaktan yeni kurtulmuş veya kurtulması gereken herhangi bir kabile devletinin onur mücadelesi gibi görülmüştür.  

Türkiye’de “emperyalizm” söyleminin  altındaki düşünce, Türk solunun, Türk’ü kendi başına ve kendisi için var olabilecek, egemen, etkili bir ulus olarak görememesidir. Bugün dahi sol bir partinin genel başkanının  “Ne Türk dedim, ne Kürt!” söyleminin altındaki aşağılık kompleksini anlayabilecek durumda değildir.  Türk solu, kendi ikincilliğini doğrudan Türk’e yansıtmış ve onu “emperyal politikaların kurbanı” olan bir tür üçüncü dünya  etnik topluluğu mesabesine indirmiştir.

Türkiye’de sol tam anlamıyla Türk olmadıkça ne yaratıcı ne de ahlâkî anlamda  herhangi bir varlık sergileyemez. Ama en nihayetinde o da  siyaset esnaflığıyla  iş takibi vasıtasıyla geçinme yöntemini benimsediğinden, “rakı içen taşralı”  rolünden fazlasına talip olmamıştır. Bugüne kadar Türk Ulusu için umut olamamasının en büyük sebebi de budur. Türkiye’de sol, derin bir sömürge aydını kompleksini yaşamaktadır.


İşin garip tarafı Türk solunun batının ideologlarına duyduğu hayranlıktan kaynaklanan aşağılık kompleksi, derin bir nefretle Türk adına ve egemenliğine yansıtılmıştır. Böylece  Türk adının aslında nefret uyandırıcı bir “icat” veya kurgu olduğuna dair söylem, Türk solu başta olmak üzere enternasyonalizmde onunla kardeş olan liberaller arasında da paylaşılmıştır. Bu derin ve sapkın kompleks, Kürtlerle dayanışma görüntüsüyle aklîleştirilmiş/rasyonalleştirilmiştir. Kürt  etnik ayrılıkçılığının ve terörünün sol içinde bu denli serpilmesinin sebebi Türk solunun, batı ideologları karşısında duyduğu “besleme” psikolojisinin, Türk adına yöneltilerek ortak bir ideolojik düşman karşısında mücadele edildiği sanısıyla beslenmiş olmasıdır. Türk solu ulusal, üretici ve özgün değildir.

Türk olmak, üstün ve gelişmiş bir ulus kimliğini benimsemekle ilgilidir ki  kültürü hemen hemen tamamen çeviriye  dayalı ikinci el bir ideolojik  tutuculuktan ibaret olan sol için bu son derece zor görünüyor. Türk solu “Türk için” özgün metinler üretebilecek bir akla ve kimliğe ulaşabilir mi? İşte bu işin yakıcı tarafını ortaya koyan sorudur.

Hoş bir şarkıyla yazıyı bitrelim:



4 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

https://youtu.be/SpU42XrUeVo
Bizimkiler solculuğu ya da kominizmi Amerikalılardan öğrendiler aslında. Sayın yazar siz de lütfen yukarıdaki linke kulak verir misiniz?

Afşar Çelik dedi ki...

Elbette kulak veririz değerli yazarımız. Solcularımızın da artık Türk adına kulak vermesi dileğimle...

Orhun dedi ki...

Bu yazı, savları ve yalın ama net sistematiği ile birçok şeyin kafamda oturması için birebir oldu.

Tekrarlamış olayım: Yazının can alıcı noktası; Solun temelinde yer alan "Bir düşüncenin yaratılışında yer almamak, o düşünceyi ne kadar benimserseniz benimseyin sizi kendiliğinden ikincil ve edilgen bir konuma getir"me hali... Bir tarafta her "rasyonel" önermesine hayran olduğunuz, dünyayı "komple" açıklayan bir ideoloji, hatta bir din ve onun "şeyh"leri, "evliya"ları, "baba"ları; diğer tarafta onun hamurunda yer almamaktan ve "şeyh"lerinden kabul görmemekten gelen kompleks.

Kendini bilmemenin, tanımamanın ve inkarın yolu buradan başlıyor. "Türklüğün bir kader olduğu" ve dünyada her ulusun kendi kaderini çizdiğini dikkate almadan bambaşka akılların üstünlüğüne ve idraklerine güvenerek kendinizi onların düşün ve hayal denizine bırakıyorsunuz. "Evrensel idealist"ler oluyorsunuz. Sorun o "ideal"lerin sizin kalıbınıza ve gücünüze uymaması.

Neden?
Günlük hayatında kendine ve yakın çevresine en ufak bir fayda sağlamayan hareketleri tekrarlamayan insanlar, neden 3-5 sözcüğün tutsağı olup kendine, yaşam tarzına ve geleceğine düşman unsurları dahi içinde büyütür?

Kompleksten...
Önce Türk olmak, sonra başka bir şey veya birileri olmak bizim için elzem değil, yaşama şartıymış.

Yazı bende bunları netleştirdi.

Saygılar, selamlar hocam. Aklınıza sağlık.

Afşar Çelik dedi ki...

Sayın Orhun,

Bir kez daha hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Yazının yorumlara kapı aralaması, fikirleri aydınlatması kadar güzel bir şey olamaz.

Yazıyı kendince anlayan okuyucunun yaratıcı yorumları kadar onurlandırıcı bir şey de olamaz. Ben de yorumlarınızdan istifade ediyorum, emek verip okuduğunuz, yorumladığınız için çok teşekkür ediyorum. Eklenecek bir şey yok. nefis bir özet sunmuşsunuz zaten.

Fakirhaneyi sık sık ziyaret edip de yorum bırakmanızdan başka ne isteyebiliriz? Elinize, aklınıza, gönlünüze sağlık!