14 Haziran 2016 Salı

Davranış, Eylem, Politika



“Eylem” ile “davranış” arasındaki farkı anlamak, günümüz politik yönelimlerini ve demokrasinin çıkmazlarını anlamak için son derece önemli görünüyor.

Davranış,  otomatikleşmiş veya rastgele bir amaca yönelik, herhangi bir canlı hareketidir.

Eylem ise “düşünen insan” için , belli sebeplerle girişilen ve belli bir sonucu hedefleyen ve buna uygun araçsallığı temin etmeyi de içeren  bir “davranıştır”. Dolayısıyla her eylem bir davranıştır ama her davranış bir eylem olmayabilir. Burada “düşünen insan” ayrımı, insan eylemlerinin türlerini ayırt etmek açısından önemli bir kayıttır.

Doğada otomatikleşmiş canlı hareketlerini izlemek bilimin başlıca işlerindendir. Çünkü karmaşık ekosistemlerdeki hayat, tamamen birbiriyle iç içe geçmiş çeşitli otomatik davranışların etkileşmesiyle yürür. Çevre bilincinin gelişimiyle birlikte insan da  en nihayetinde tabiatın bir parçası olduğunu anlayarak varoluşunu sürdürebilmesi için tabiatı yaşatması gerektiğini anlamıştır. Dolayısıyla  en küçük ve önemsiz gibi görünen canlıların davranışlarını incelemek gerektiğini düşünmüştür.


İnsan dışındaki canlıların temel davranışı, hayatta kalmaktır. Canlılar, belli sınırlar içinde onları hayatta tutacak donanımlarıyla beraber  dünyaya gelir. Canlılar üstlerindeki  donanıma  ve şartlara uygun davranışlar gösterirler. Kendi seçtikleri bir başka amaçla ya da araçla harekete geçmek gibi bir imkânları yoktur.

Canlılar içinde kendine, hayatta kalmak dışında  bir amaç seçebilen tek canlı,  insandır. Bunun dışında insan, hayatta kalması için gerekli donanımla dünyaya gelmeyen de tek canlıdır. İnsan hayatta kalması için gereken araçları kendi başına edinmek zorundadır.

Öyleyse insan neden salt hayatta kalmakla yetinmemiştir? Belki de bu sorunun cevabı, insanın, aynı zamanda “daha fazlasını isteyen” tek canlı türü olmasıdır. Bunun ahlâkî bir eleştirisi yapılamaz. Çünkü bu insanın varoluşunun temel güdülerindendir. İnsanın yaratıcı zekâsının “yaratıcılığı” varlıklar içine daha fazla varlık kazandırmasıyla ortaya çıkar.

Yaratıcı zekâ mevcut araçları birleştirmek ve geliştirmekle olduğu kadar bu güne kadar düşünülmemiş şartlar veya imkânlar ortaya çıkarmakla da kendisini gösterir.

Böylece yaratıcı zekâ hem  araçlar geliştirmek hem de yeni amaçlara ulaşmak arzusunu ortaya koyar.

Yaratıcı zekâ “eyleme geçer”. Eylem amaç, araç ve zamanı göz önüne alarak girişilen özel bir davranıştır.

Eylem bir amaca yönelmesi açısından bir yön/istikamet içeren bir davranıştır. Amaca ulaşmak için belli bir zamana  ve belirli araçlara/vasıtalara ihtiyaç duyar. Amaç zaman ve araçların belirli bir mantıkla bir araya getirilmesi onların “nedensel beraberliğini” ortaya çıkarır. Bu nedensellik amaç, araç ve zamanla ilgili bilgi sahibi olan herkes için değişmez olacağından eylem, vektörel bir doğrusallık olarak resmedilebilir. Elinde bir çekiç ve bir çivi olan herkesin çivi çakacağı ortadadır.

Bir resmi duvara asmak için  elimizdeki çiviyi duvara çakmamız gerekir. Elimizdeki çiviyi gücü yeten herhangi katı bir cisimle duvara çakabileceğimiz için resim asmak için gereken asıl araç çividir. Resmi duvara asmak  amacını gerçekleştirmek için öncelikle çiviyi çakmak amacını gerçekleştirmeliyiz. İşte resmi duvara asmak için gereken başlangıç eylemi sıfır noktasından başlayan ilk amaçsal/ vektörel eylemdir. Çivi çakıldıktan sonra amacımız, resmi o çiviye asmak ve duvara yerleştirmektir. Bu da resim arkasında uygun bir tel ve çerçeve ve aynı zamanda belirli bir zamanı gerektirir. Bunlar da var ise resmi duvara asabiliriz.

Çiviyi duvara çakmak ve resmi duvara yerleştirmek iki ayrı  eylem olarak ortaya konarken bunların hizmet ettiği “ evi güzelleştirmek” amacına ulaşılmış olur.

Bu iki eylemin amaçsal ayrılığı,  gerektirdiği  araç sayısı ve zaman açısından farklı üç boyutluluklar meydana gelir.  Bir  amacın gerçekleştirilmesi için gereken her  alt eylm kendi  dikdörtgen prizmasal üç boyutluluğunu meydana getirir. Amaç araç tutarlığı gözetilmezse doğrusallık sağlanamaz. Düşünen insanın amaçsallığında, tesadüfiliğe/rastlantısallığa  yer yoktur.

Sıfırdan başlayarak belli sayıda aracı belli bir zaman kullanarak ulaşılan ilk amaçla beraber bir E1 eylem vektörü meydana gelir. Nihai amaca ulaşana kadar başka araçlar için başka bir  süre boyunca gerçekleştirilen ikinci bir amaçla da bir E2 eylem vektörü elde edilir.

Her seferinde değişik amaçlar ve araçlar kullanılsa bile  herkesin bütün bunları tutarlı hale getirdiği bir nihai amacı vardır. Nihai amaca varıldığında ise   başlangıç noktasıyla nihai amacın (Xn, Yn, Zn) koordinatlarıyla başlangıç noktası arasında çizilecek  bir nihai vektör, bütün çabaların bileşke vektörü olacaktır.

Eylem belli bir düşünsel  çabanın sürdürülmesini gerektirir.

Peki ama bunun politikayla ne ilgisi vardır?

Politikanın yaygın tanımı, onun “ Kaynakların dağıtımı sanatı” olduğu yönündedir. Bu tanımdaki “kaynak” teriminin iktisadi kaynaklarla bir ilgisi yoktur.  Burada kast edilen “kaynak” , her türlü mal anlamına gelir. Politikacılar için bir malın yaratılma süreci önemsizdir.

Dünyanın en gelişmiş  ülkelerinde dahi politika, iktidar eliyle  yandaşlara  doğrudan doğruya mal veya dolaylı menfaat sağlamak işi olarak icra edilir. Dolayısıyla politikanın sınırlandırılmadığı ve demokrasi eliyle dokunulmazlıkla kutsandığı ülkelerde politik menfaat temini, mübadeleye dayalı menfaat temininin önüne geçer.

Mübadeleye dayalı menfaat temini esnasında  bireyler faydalarını maksimize ederken/enbüyüklerken bunu başkalarının faydalarına hizmet ederek yapacaklarını düşünürler. Faydaların karşılıklı temin edileceğine dair yaygın güven “Benim amacım için herkesin amacı”  fikrinin toplumda paylaşılmasını sağlar. Bunun en geçerli kural olduğunu düşünen herkes için objektif  davranış kodları, eylemin mantığını da belirler.

Bunun yanı sıra insanın varoluşsal  yetersizlikleri neyin yapılıp neyin yapılamayacağına dair zımni bir sınırlama getirir. Buna uygunsuz davranışlara yönelik toplumsal kınama mekanizmasını da eklediğimizde insanın meşru amaçları seçmesi, bu meşru amaçlar için meşru amaçlar seçmesi da  eylemde doğruallığı yaratan bir tutarlılık meydana getirir.

Oysa  aşırı politik toplumda, özellikle sınırlandırılamamış demokrasilerde politik menfaat temin etmek güdüsü, mübadeleyle menfaat temin etmenin üstüne çıkar ve onu akıldışı bir idealizm olarak gösterir. Böylece politik toplumda  eylem tutarlılığının  tek ölçüsü, muktedir çoğunluğun arzularına uygunluk olarak ortaya çıkar. Muktedir çoğunluğun makul bir fayda dizini oluşturulabilir mi? Maalesef hayır. Çünkü muktedir çoğunluk, artık kendisini sınırlayabilecek hiçbir şey olmadığı kanaatiyle tam bir güç sarhoşluğu yaşar. Bunun sonucunda eylemleri oluşturan bütün tutarlılık fikirlerinden ve ahlâk sınırlamalarından vazgeçer.

Çünkü  muktedir çoğunluk, sınırlanmamış demokrasilerde yaratılmış ya da toplanmış her türlü mal üzerinde sınırsız yetkiye sahip olduğunu bilmektedir.

Böylece  sınırsız demokrasinin politik toplumunda bireyin artık insani bir eylemden ziyade hayvansal bir “davranışa” yöneldiğini görebiliriz. Bu hayvansal davranışın güdüsü “Yakında olan her şeyi al!”dır. Yakıdakileri ne pahasına olursa olsun almanın başkalarına vereceği zararları düşünmek sınırsız demokrasinin bireyi için anlamsızdır. Çünkü o “Herkesin hırsız olmasının hırsızlığı meşru kılacağı” kanaatine sahiptir. Ve kuralsız olmanın, kurallı olmaktan daha kolay olduğu bir kere görüldüğünde, politik toplumun bireyi bir anda kan kokusu almış köpekbalığına döner.

Sınırsız demokrasinin politik toplumunda bireylerin eylemleri ancak korkutucu birer fesat gibi görünür. Çünkü  bir hırsız dayanışması haline gelmiş  böylesi bir toplumda  aklın varlığı, hırsızlığın yok edilmesi anlamına gelir.

İşte Türkiye’nin en büyük sorunu akıl ve ahlâkla  yönlendirilmemiş davranışların adeta  zoonotik bir salgın gibi  bütün benliklerimizi ele geçirmesidir.

Bu salgın, insanlığımızı menfaatlerimiz uğruna hayvanlaşmaya terk etmek davranışının yaygınlaşması şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Türkiye, tutarsız, hayvansal elde etme davranışlarının amaç, araç ve zaman üç boyutluluğunda birer kördüğüme dönüşmesinden mustariptir. Bu bir uygarlık kaybıdır. Uygarlığın inşa etme süreçlerini ancak amaç, araç ve zaman boyutlarında tutarlı  gerçek eylemlerle koruyabileceğimizi acilen öğrenmeliyiz.



4 yorum:

Orhun dedi ki...

Türkiye "akıl ve ahlakla yönlendirilmemiş 'yakındakini al'dan başka bir şey amaçlamayan davranışlar"ın sahiplerince sürekli yıpratılıyor. Bu kadar ısrarlı bir yıpratmaya hiç bir düzen sonsuza kadar dayanamaz.

Daha kötüsü, bu inatçı ve freni patlamış anormallik ahlaklı ve eylem potansiyeli olanları yıldırıyor.

Demokrasiyi ve oyu tek ideal olmaktan çıkarmalıyız. Yeni ve "yerli" bir bakış açısına ihtiyacımız var.
javascript:void(0)
Normalimiz kaymıştır: Onu yeniden tanımlamalı ve yukarıdakilerden daha ısrarlı biçimde arkasında durmalıyız.

Saygılar selamlar hocam.

Afşar Çelik dedi ki...

Enfes!

Her zaman söylüyorum, söyleyeceğim. Bir yazıya yazılan akılcı yorumları okumak kadar insanı yazmaya teşvik eden bir şey pek azdır.

Sağ olun, var olun. Durumu bu kadar açık ve net bir şekilde ifade ettiğiniz için çok teşekkürler.

Lütfen blogu yorumsuz bırakmayın.

Unknown dedi ki...

Ne demişti son yüzyılın en garip filozofu?
"(şimşek çakması)ışık sesten düşünce de eylemden önce gelir" Üstadım, bizde eylem bol altında hiç düşünce yok! Ne dediniz "fikir ışığımız mı?"....anlamadım valla...

Afşar Çelik dedi ki...

Alptunga Bey,

Hoş geldiniz. Dükkânın bir kaç sadık okuru dışında izleyeninin olduğunu bilmek güzel. "Fikir ışığı"... Ne diyelim, ümit yoksulun ekmeği.

Her zaman beklerim.