“Eylem”
ile “davranış” arasındaki farkı anlamak, günümüz politik yönelimlerini ve
demokrasinin çıkmazlarını anlamak için son derece önemli görünüyor.
Davranış, otomatikleşmiş veya rastgele bir amaca
yönelik, herhangi bir canlı hareketidir.
Eylem
ise “düşünen insan” için , belli sebeplerle girişilen ve belli bir sonucu
hedefleyen ve buna uygun araçsallığı temin etmeyi de içeren bir “davranıştır”. Dolayısıyla her eylem bir
davranıştır ama her davranış bir eylem olmayabilir. Burada “düşünen insan”
ayrımı, insan eylemlerinin türlerini ayırt etmek açısından önemli bir kayıttır.
Doğada
otomatikleşmiş canlı hareketlerini izlemek bilimin başlıca işlerindendir. Çünkü
karmaşık ekosistemlerdeki hayat, tamamen birbiriyle iç içe geçmiş çeşitli
otomatik davranışların etkileşmesiyle yürür. Çevre bilincinin gelişimiyle
birlikte insan da en nihayetinde
tabiatın bir parçası olduğunu anlayarak varoluşunu sürdürebilmesi için tabiatı
yaşatması gerektiğini anlamıştır. Dolayısıyla
en küçük ve önemsiz gibi görünen canlıların davranışlarını incelemek
gerektiğini düşünmüştür.
İnsan
dışındaki canlıların temel davranışı, hayatta kalmaktır. Canlılar, belli
sınırlar içinde onları hayatta tutacak donanımlarıyla beraber dünyaya gelir. Canlılar üstlerindeki donanıma
ve şartlara uygun davranışlar gösterirler. Kendi seçtikleri bir başka
amaçla ya da araçla harekete geçmek gibi bir imkânları yoktur.
Canlılar
içinde kendine, hayatta kalmak dışında
bir amaç seçebilen tek canlı, insandır. Bunun dışında insan, hayatta kalması
için gerekli donanımla dünyaya gelmeyen de tek canlıdır. İnsan hayatta kalması
için gereken araçları kendi başına edinmek zorundadır.
Öyleyse
insan neden salt hayatta kalmakla yetinmemiştir? Belki de bu sorunun cevabı,
insanın, aynı zamanda “daha fazlasını isteyen” tek canlı türü olmasıdır. Bunun
ahlâkî bir eleştirisi yapılamaz. Çünkü bu insanın varoluşunun temel
güdülerindendir. İnsanın yaratıcı zekâsının “yaratıcılığı” varlıklar içine daha
fazla varlık kazandırmasıyla ortaya çıkar.
Yaratıcı
zekâ mevcut araçları birleştirmek ve geliştirmekle olduğu kadar bu güne kadar
düşünülmemiş şartlar veya imkânlar ortaya çıkarmakla da kendisini gösterir.
Böylece
yaratıcı zekâ hem araçlar geliştirmek
hem de yeni amaçlara ulaşmak arzusunu ortaya koyar.
Yaratıcı
zekâ “eyleme geçer”. Eylem amaç, araç ve zamanı göz önüne alarak girişilen özel
bir davranıştır.
Eylem
bir amaca yönelmesi açısından bir yön/istikamet içeren bir davranıştır. Amaca
ulaşmak için belli bir zamana ve belirli
araçlara/vasıtalara ihtiyaç duyar. Amaç zaman ve araçların belirli bir mantıkla
bir araya getirilmesi onların “nedensel beraberliğini” ortaya çıkarır. Bu
nedensellik amaç, araç ve zamanla ilgili bilgi sahibi olan herkes için değişmez
olacağından eylem, vektörel bir doğrusallık olarak resmedilebilir. Elinde bir
çekiç ve bir çivi olan herkesin çivi çakacağı ortadadır.
Bir
resmi duvara asmak için elimizdeki
çiviyi duvara çakmamız gerekir. Elimizdeki çiviyi gücü yeten herhangi katı bir
cisimle duvara çakabileceğimiz için resim asmak için gereken asıl araç çividir.
Resmi duvara asmak amacını
gerçekleştirmek için öncelikle çiviyi çakmak amacını gerçekleştirmeliyiz. İşte
resmi duvara asmak için gereken başlangıç eylemi sıfır noktasından başlayan ilk
amaçsal/ vektörel eylemdir. Çivi çakıldıktan sonra amacımız, resmi o çiviye
asmak ve duvara yerleştirmektir. Bu da resim arkasında uygun bir tel ve çerçeve
ve aynı zamanda belirli bir zamanı gerektirir. Bunlar da var ise resmi duvara
asabiliriz.
Çiviyi
duvara çakmak ve resmi duvara yerleştirmek iki ayrı eylem olarak ortaya konarken bunların hizmet
ettiği “ evi güzelleştirmek” amacına ulaşılmış olur.
Bu
iki eylemin amaçsal ayrılığı,
gerektirdiği araç sayısı ve zaman
açısından farklı üç boyutluluklar meydana gelir. Bir
amacın gerçekleştirilmesi için gereken her alt eylm kendi dikdörtgen prizmasal üç boyutluluğunu meydana
getirir. Amaç araç tutarlığı gözetilmezse doğrusallık sağlanamaz. Düşünen
insanın amaçsallığında, tesadüfiliğe/rastlantısallığa yer yoktur.
Sıfırdan
başlayarak belli sayıda aracı belli bir zaman kullanarak ulaşılan ilk amaçla
beraber bir E1 eylem vektörü meydana gelir. Nihai amaca ulaşana kadar başka
araçlar için başka bir süre boyunca gerçekleştirilen
ikinci bir amaçla da bir E2 eylem vektörü elde edilir.
Her
seferinde değişik amaçlar ve araçlar kullanılsa bile herkesin bütün bunları tutarlı hale getirdiği
bir nihai amacı vardır. Nihai amaca varıldığında ise başlangıç noktasıyla nihai amacın (Xn, Yn,
Zn) koordinatlarıyla başlangıç noktası arasında çizilecek bir nihai vektör, bütün çabaların bileşke
vektörü olacaktır.
Eylem
belli bir düşünsel çabanın
sürdürülmesini gerektirir.
Peki
ama bunun politikayla ne ilgisi vardır?
Politikanın
yaygın tanımı, onun “ Kaynakların dağıtımı sanatı” olduğu yönündedir. Bu
tanımdaki “kaynak” teriminin iktisadi kaynaklarla bir ilgisi yoktur. Burada kast edilen “kaynak” , her türlü mal anlamına
gelir. Politikacılar için bir malın yaratılma süreci önemsizdir.
Dünyanın
en gelişmiş ülkelerinde dahi politika,
iktidar eliyle yandaşlara doğrudan doğruya mal veya dolaylı menfaat
sağlamak işi olarak icra edilir. Dolayısıyla politikanın sınırlandırılmadığı ve
demokrasi eliyle dokunulmazlıkla kutsandığı ülkelerde politik menfaat temini,
mübadeleye dayalı menfaat temininin önüne geçer.
Mübadeleye
dayalı menfaat temini esnasında bireyler
faydalarını maksimize ederken/enbüyüklerken
bunu başkalarının faydalarına hizmet ederek yapacaklarını düşünürler.
Faydaların karşılıklı temin edileceğine dair yaygın güven “Benim amacım için
herkesin amacı” fikrinin toplumda
paylaşılmasını sağlar. Bunun en geçerli kural olduğunu düşünen herkes için
objektif davranış kodları, eylemin
mantığını da belirler.
Bunun
yanı sıra insanın varoluşsal
yetersizlikleri neyin yapılıp neyin yapılamayacağına dair zımni bir
sınırlama getirir. Buna uygunsuz davranışlara yönelik toplumsal kınama
mekanizmasını da eklediğimizde insanın meşru amaçları seçmesi, bu meşru amaçlar
için meşru amaçlar seçmesi da eylemde
doğruallığı yaratan bir tutarlılık meydana getirir.
Oysa aşırı politik toplumda, özellikle sınırlandırılamamış
demokrasilerde politik menfaat temin etmek güdüsü, mübadeleyle menfaat temin
etmenin üstüne çıkar ve onu akıldışı bir idealizm olarak gösterir. Böylece
politik toplumda eylem
tutarlılığının tek ölçüsü, muktedir
çoğunluğun arzularına uygunluk olarak ortaya çıkar. Muktedir çoğunluğun makul
bir fayda dizini oluşturulabilir mi? Maalesef hayır. Çünkü muktedir çoğunluk,
artık kendisini sınırlayabilecek hiçbir şey olmadığı kanaatiyle tam bir güç
sarhoşluğu yaşar. Bunun sonucunda eylemleri oluşturan bütün tutarlılık
fikirlerinden ve ahlâk sınırlamalarından vazgeçer.
Çünkü muktedir çoğunluk, sınırlanmamış
demokrasilerde yaratılmış ya da toplanmış her türlü mal üzerinde sınırsız
yetkiye sahip olduğunu bilmektedir.
Böylece sınırsız demokrasinin politik toplumunda
bireyin artık insani bir eylemden ziyade hayvansal bir “davranışa” yöneldiğini
görebiliriz. Bu hayvansal davranışın güdüsü “Yakında olan her şeyi al!”dır.
Yakıdakileri ne pahasına olursa olsun almanın başkalarına vereceği zararları
düşünmek sınırsız demokrasinin bireyi için anlamsızdır. Çünkü o “Herkesin
hırsız olmasının hırsızlığı meşru kılacağı” kanaatine sahiptir. Ve kuralsız
olmanın, kurallı olmaktan daha kolay olduğu bir kere görüldüğünde, politik
toplumun bireyi bir anda kan kokusu almış köpekbalığına döner.
Sınırsız
demokrasinin politik toplumunda bireylerin eylemleri ancak korkutucu birer
fesat gibi görünür. Çünkü bir hırsız
dayanışması haline gelmiş böylesi bir
toplumda aklın varlığı, hırsızlığın yok
edilmesi anlamına gelir.
İşte
Türkiye’nin en büyük sorunu akıl ve ahlâkla
yönlendirilmemiş davranışların adeta
zoonotik bir salgın gibi bütün
benliklerimizi ele geçirmesidir.
Bu
salgın, insanlığımızı menfaatlerimiz uğruna hayvanlaşmaya terk etmek
davranışının yaygınlaşması şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Türkiye,
tutarsız, hayvansal elde etme davranışlarının amaç, araç ve zaman üç
boyutluluğunda birer kördüğüme dönüşmesinden mustariptir. Bu bir uygarlık
kaybıdır. Uygarlığın inşa etme süreçlerini ancak amaç, araç ve zaman
boyutlarında tutarlı gerçek eylemlerle
koruyabileceğimizi acilen öğrenmeliyiz.
4 yorum:
Türkiye "akıl ve ahlakla yönlendirilmemiş 'yakındakini al'dan başka bir şey amaçlamayan davranışlar"ın sahiplerince sürekli yıpratılıyor. Bu kadar ısrarlı bir yıpratmaya hiç bir düzen sonsuza kadar dayanamaz.
Daha kötüsü, bu inatçı ve freni patlamış anormallik ahlaklı ve eylem potansiyeli olanları yıldırıyor.
Demokrasiyi ve oyu tek ideal olmaktan çıkarmalıyız. Yeni ve "yerli" bir bakış açısına ihtiyacımız var.
javascript:void(0)
Normalimiz kaymıştır: Onu yeniden tanımlamalı ve yukarıdakilerden daha ısrarlı biçimde arkasında durmalıyız.
Saygılar selamlar hocam.
Enfes!
Her zaman söylüyorum, söyleyeceğim. Bir yazıya yazılan akılcı yorumları okumak kadar insanı yazmaya teşvik eden bir şey pek azdır.
Sağ olun, var olun. Durumu bu kadar açık ve net bir şekilde ifade ettiğiniz için çok teşekkürler.
Lütfen blogu yorumsuz bırakmayın.
Ne demişti son yüzyılın en garip filozofu?
"(şimşek çakması)ışık sesten düşünce de eylemden önce gelir" Üstadım, bizde eylem bol altında hiç düşünce yok! Ne dediniz "fikir ışığımız mı?"....anlamadım valla...
Alptunga Bey,
Hoş geldiniz. Dükkânın bir kaç sadık okuru dışında izleyeninin olduğunu bilmek güzel. "Fikir ışığı"... Ne diyelim, ümit yoksulun ekmeği.
Her zaman beklerim.
Yorum Gönder