2004’te
kabul edildiği haliyle Türk Ceza Kanunu’nun
ilk hükümleri şunlar:
“Ceza Kanununun amacı
MADDE 1. - (1) Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve
güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını
korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için
ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin
türleri düzenlenmiştir.
Suçta ve cezada kanunîlik ilkesi
MADDE 2. - (1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez
ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden
başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.
(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç
ve ceza konulamaz.
(3) Kanunların suç ve ceza içeren
hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler,
kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.”
1.Maddede kanunun amacı “olabildiğince”
ayrıntılı açıklanarak kanunun muhtemel açıklarının engellenmesine gidilmiş. 2.
Maddede de suçta yasallık ilkesi getirilerek keyfi cezalandırmanın önüne
geçilmiş.
Kanunun ilerleyen
maddelerinde ayrıntılı suç ve kusur tanımları var.
Sorun şu:
Türk Ceza Kanunu’nun bu denli ayrıntılı maddelerine rağmen ülkedeki her
Kürt’ün birer PKKlı olduğunu ya da PKK’nın, Kürt’lerin temsilcisi olduğunu
söyleyenler, nasıl olup da “siyaset” yapabiliyor?
Anlayabildiğim kadarıyla
bu durumu ancak “yasal suç”
diyebileceğimiz ve paradoks gibi görünen bir olguyla açıklayabiliriz.
Kanunun mevcut haline
göre ancak ve yalnız yasama organınca
yani Türk Milleti’nin tek
temsilcisi olan TBMM’nin suç saydığı
fiilleri işleyenlerin, suçlanabilmesi ve yargılanabilmesi mümkün. Bu
yüzden “suç kapsamının” yoruma dayalı olarak genişletilebilmesi
imkânsız.
Ve fakat buna karşılık
meselâ aynı kanunun 141., 142. Ve 163. Maddeleri kaldırılarak bazı eylemler suç
olmaktan çıkarılmış oluyor.
Peki ama o zaman “yasama organının keyfî olarak suç ihdas
etmesi ve kaldırması” gibi fiilî bir durum ortaya çıkmıyor mu?
Burada ilk olarak
vatandaşların temel haklarının devlet organlarına karşı dahi korunması
amaçlanıyorsa bile daha önce suç sayılan herhangi
bir fiilin suç kapsamından
çıkarılmasının yaratacağı muhtemel sonuçlar acaba yeterince gözetilmiş
oluyor mu?
Meseleye bir başka
açıdan bakmakta belki fayda vardır:
Hitler ve Stalin dünya
tarihinin Mao’yu da dahil edersek birilikte belki de en fazla insan öldürmüş
iki canisi…
Bu iki hatta üç
cani hiçbir katliamlarını keyfî
gerçekleştirmemiştir. Her üçü de “işlemlerini” kendi devletlerinin yasama
organının kararlarına dayandırmışlardır. Yani aslında her üçü de “suçta ve
cezada kanunilik” ilkesine uymuşlardır.
İşin garip yanı şudur ki
üçü de insanlık suçlusudur. Bu nasıl mümkün olabilmektedir?
Burada temel sorun yasama organının herhangi bir suç
ihdas etmek ve kaldırmak konusunda keyfî davranabilmek durumunun
engellenememesidir.
Yasama organının, yürütmenin emrinde bir “kanun fabrikası” gibi çalışması durumunda -ki
özellikle son on yedi yıldır bu, ülkemiz için fiilî bir durum olarak
yaşanmaktadır- kimi grupların, meydana gelen durumun yarattığı “boşluklardan”
masumiyet karinesi ya da “kusur” durumlarından ayrı olarak yararlanabilmesi
durumu ortaya çıkmaktadır ki bu durum “ yasal suç” diyebileceğimiz bir olgu
olarak karşımıza çıkmakta…
Suç kapsamının sürekli değiştirilmesi, yeni ve bilinmedik suçlar
uydurulmasına imkân verdiği kadar bilinen ve yerleşik suç tanımlarının ortadan
kaldırılarak suçlara yeni hareket imkânlarının doğmasına da yol açabilir.
Nitekim meselâ Hıyanet-i Vataniyye Kanunu’nun, yasamanın bir emriyle keyfî
olarak kaldırılmasıyla artık bu kanunun âmir kısıtlayıcı hükümleri ortadan kaldırıldığı
için Türk vatanının milletiyle bölünmez
bütünlüğünün yasal olarak korunmasına dair bütüncül bir ilkesel koruma da ortadan
kaldırılmış ve “özünde” suç olan pek çok siyasi eylem artık rahatlıkla
gerçekleştirilmeğe başlanmıştır. Böylece “ihanet” eyleminin bir suç olarak
ortadan kaldırıldığı düşünülse de aslında “ihanetin yöneltildiği” “vatan”
olgusu da korunmağa değer olmaktan, başlı başına bir değer sayılmaktan
çıkarılmış oluyordu. Elbette vatan bir kanunla var ya da yok sayılamayacak bir
değerdir amma ve lâkin meselâ Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun “yok edilebileceği”
kanaati bir kez ortaya çıkınca etnik
ırkçı-bölücü terör örgütlerinin, şeriatçı terör örgütlerinin ve bunların bütün
tamamlayıcı propaganda örgütlerinin, herhangi bir tehdit ve zor ile Türk yasama
organına kendi istekleri doğrultusunda bir yasa yaptırabilmek ihtimallerinin
olabileceği kanaati doğmuş oldu.
Ve bunun neticesinde meselâ ülkemizde on binlerce insanın canından sorumlu,
bebek katili-terörist başı bir vatan haininin heykelinin dikileceğini bize
söyleyen, bunu bize dayatmağa kalkan insanların “demokratik ve yasal” bir eylem yapabilmesi durumu ortaya çıktı.
İşte yasanın belirlediği sınırların veya yol açtığı
boşlukların yarattığı alanlardan
yararlanarak özünde bir “hak ihlali” sayılabilecek fiillerin işlenmesi
hali, bu şekilde bir “yasal suç” olarak karşımıza çıkıyordu.
“Yasanın belirlediği sınırlardan”
Hitler, Stalin ve Mao gibi diktatörler “yararlanırken” “yasanın yarattığı boşluklardan” da Türk Milleti’nin meşru varlığına, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk Milleti ile
bölünmez bütünlüğüne, Türk Milleti’nin egemenlik hakkına karşı olan vatan
hainleri yararlandı.
Öyle görünüyor ki bu yeni bir olgu… Kanunların birbirleriyle çelişkileri,
kaldırılan kanunlardan meydana gelen boşluklar, daha önce düşünülmemiş fiili
durumlar ortaya çıkarabiliyor. Bu durumlar da “suçun ve cezanın kanuniliği”
ilkesinden dolayı “tanımsızlıktan
yararlanma” diyebileceğimiz fiili bir çarpık
olguyla PKK gibi bir düşman örgütün toplumsal taban yaratabilmesine ve hatta
partileşebilmesine imkân veriyor.
Bu durumda görünen o ki ceza kanunumuzun ve devletimizin milletiyle
bölünmez bütünlüğünü teminat altına alıcı metinlerin, gelip geçici çoğunluk
partilerinin geçici heveslerinden korunmasını sağlayan değiştirilemez,
dokunulamaz ve vazgeçilemez temel ilkelerin acilen konulması gerekiyor.
Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyeceği açıkça bilinen, Anayasamızın ilk
üç maddesinin bile açıkça tahkir edildiği mevcut ortamda, korkarım ki “yasal
suç” olgusuyla daha uzun süre boğuşmak mecburiyetinde kalacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder