Çetin Altan, yazarlığı kolay bir iş görenlere “Sıkıysa her gün yaz!” benzeri bir cevap vermiş ama güzel ülkemde konu sıkıntısı yaşanmadığından, bilhassa günümüzde “köşe yaralığı” kadar köşe bir iş yok gibi görünüyor.
Çünkü gün geçmiyor ki bir skandal patlamasın, bir cehalet örneği sergilenmesin, bir ihanet belirtisi sivilce başı gibi baş vermesin…
Haber bayatladı ama gene de fakir de kendince bir yorum getirmek istiyor.
“Millî” Eğitim Bakanlığı’nın göreve yeni atanan öğretmenlere verdiği “rehber” denen kitapçığın içeriğinden bahsediyorum.
Şimdi elbette siyasileri eleştiren herkese yöneltilen o hadsiz ve seviyesiz öfkeye maruz kalabilirim, buna da hiç şaşmam….
Ama rehber denen şeyde eğer alıntılayacağımız cümleler geçiyorsa ya bakanlık devletin ne anlama geldiğini bilmiyor demektir… Veya ihanetle flört etmektedir…
“…Muhtarla iyi geçin, yöre gerçekliklerini anla ve potansiyellerinden yararlan, şeyhin ağanın önüne çıkma, yerel dili öğren” diyen kitapçık, “Köy halkına rağmen başarıya ulaşamazsın….”
Muhtarla “iyi geçinmenin” ölçüsü nedir? Meselâ “bölgede” görev yapan bayan öğretmenlerin muhtarla iyi geçinmesi nasıl sağlanacaktır? Nitekim sırf bayan oldukları için köyden atılma durumuna gelen bayan öğretmenlerden haberimiz vardır. Yani devletin bir görevlisi olan öğretmen, arkasında devletin kendisine sağladığı can ve mal güvenliği olmaksızın, kendi imkânlarıyla mı görev yapacaktır? Muhtarla iyi geçinilmezse, muhtarın iyi geçinmeye gönlü olmazsa, bundan dolayı öğretmen mi başarısız sayılacaktır?
“Köyde kan davası, aile anlaşmazlığı, etnik gruplaşma ya da inanca dayalı gruplaşmalar varsa yapacağın şey, tıpkı muhtarlık seçimlerinde olduğu gibi onlara da eşit mesafede durmak, onların durumları hakkında yorum yapmamak olmalıdır. Ayrıca bazı köylerde var olan ağalık, seyitlik, şeyhlik gibi oluşumları benimsemesen bile anlamaya çalışmalı, onların o yörenin gerçekliği olduğunu bilmeli ve onları karşına almak yerine potansiyellerinden yararlanma yollarını aramalısın.”
“Öğretmen yaşadığı yörenin bir üyesi olarak konuşulan yerel dili öğrenme çabası içine de girebilir. Bu yaklaşım yöre halkı tarafından sempatik bulunabilir ve öğretmenin yaptığı çalışmalar desteklenebilir”
Yani? Türkiye Cumhuriyeti’nin bir öğretmeni, yukarıda sayılan insanlık dışı durumlar hakkında fikir beyan etmeyecek, bu durumların yanlışlığını anlatmayacak, kan davaları, çocuk tecavüzleri, etnik ırkçılık gibi konularda sadece susup bekleyecek ve “başarılı “olmak için, hayatta kalmak için kan davası güdenlerin, etnik ırkçıların ve tecavüzcülerin insafına sığınacaktır, öyle mi?
İlk paragrafın son cümleleri ise tam bir faciadır. Bu alenen devletin iflâs ettiğinin itirafıdır.
O halde bakanlık yapıp çocuklarımızın geleceğine ipotek koyanları biraz bilgilendirmekte fayda vardır.
“Bakanlık” konforundan yararlanmalarını sağlayan şey “parmak sayısı” çokluğu değildir. Orada oturmalarını sağlayan onlara bir bakanlık bahşeden şey, Türk Bayrağı'nın bu topraklarda kat’i surette egemen olduğunu cümle aleme kanıyla tasdik ettiren vatan evlatlarıdır! Yani birkaç yüz bin veya milyon oy fazlasıyla bir makam edinmek, bir milletin kaderi hakkında ahkâm kesmek hakkını kimseye vermez! Bir milletin kendi devletini yönetme şeklini değiştirebilmek hakkını hiç vermez!
Bir milletin istiklâli sadece onu düşmanlarından kurtulması anlamına gelmez! Bir milletin istiklâli, kendi egemenlik hakkına içeride de hiç kimseyi, hiçbir muhtarı, ağayı, şeyhi, ortak etmemesi anlamına gelir!
Bir devletin kurulması demek, devletin yaşadığı millî egemenlik alanında başka hiçbir yargılama otoritesine, hiçbir zor kullanma mekanizmasına izin verilmemesi demektir. Dolayısıyla devletin hiçbir kurumu ve hiçbir temsilcisi, devlete kafa tutacak, kendini devlet sayacak kişi ve kurumlarla işbirliğine gidemez! Bundan dolayıdır ki devlet çalışanları görevlerine, devleti oluşturan yasalara ve kurumlara bağlılık yeminiyle başlarlar.
Öğretmenin görevi, bir devlet görevlisi ve millî egemenliğin bir temsilcisi olarak ağalık, şeyhlik gibi keyfî egemenlik ibarelerini “anlamaya” çalışmak değil, o insanlara bir devletin eğilmez ve bükülmezliğini göstermektir. Millî Eğitim bakanlığı eğer öğretmenlerin can ve mal güvenliklerini ağalara, şeyhlere , çocuk tecavüzcülerine, etnik ırkçılara karşı koruyamayacağını düşünüyorsa yapılacak iş, öğretmeni insanlık dışı, ilkel kişi ve kurumların, terörün ve onun destekçilerinin insafına terk etmek değil, devletin diğer kurumlarından yardım almak olmalıdır.
Bu açıdan devletin herhangi bir görevlisinin, kendini devlet yerine koyan kişi ve kurumlarla uzlaşma arayışına girmesiyle yabancılarla işbirliği yapması arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü bizim devletimizi tanımayan herkes yabancı olduğunu ifade etmiştir ve yabancıların da bizim hukuki korumamızdan yararlanmağa hakkı yoktur. Bundan dolayıdır ki suç işleyen yabancılar ülkelerine iade edilirler. Devletin varlığına ve bütünlüğüne saygısızlık edenlerin bizim öğretmenlerimizin fedakârlığından yararlanmaya hakları olamaz! Yapılacak iş öğretmenlerimiz onların insafına terk etmek değil, öğretmenlerimizi reddetmeye yeltenenlerin haklarını ellerinden almaktır.
İkinci paragraf izaha gerek duyulmayacak kadar açık bir cehalet beyanıdır.
Bir öğretmenin görevi, bilinmeyeni öğretmektir, bilinmeyene teslim olmak, cehaleti desteklemek değildir! Eğer bir öğretmen gittiği yerde Türkçe’yi bu vatanın bu egemen milletin dilini öğretemeyecekse zaten onu oraya göndermenin manası yoktur! Bir Türk öğretmeni, semalarında ay yıldızlı bayrağın dalgalandığı her yerde Türkçe’nin bayraktarıdır! Öğretmen bir sempati yarışmacısı değildir! Öğretmen kurallı hayatın, devlet örgütlenmesinin ilk öğreticisidir! Eğer öğretmen, hayatın şeyhlerden, aile meclislerinden aşiret tecavüzlerinden, kan davalarından ibaret olmadığını anlatmazsa, o insanlara bunu başka kimse anlatamaz! Öğretmeni yerelliğin ilkelliğiyle uzlaşmaya itmek, öğretmenin hiçbir değerin ve normun aktarıcısı olmadığını söylemektir!
“Kızları okutalım!” gibisinden romantizm taslayan bakanlık yetkililerinin kızların neden okutulması gerektiğini anlamadıkları buradan ortaya çıkıyor! Çünkü kızlar geleceğin anaları, çocukların ilk eğiticileridir!
“Muhtarla iyi geçin” diyen biri öğretmene, “Kızlarını okula göndermeyen, onlara sarkıntılık ve tecavüz edip sonra aile meclisi kararıyla onları öldüren, onları , uçkurlarına sahip olamayanların günahına bedel sayıp satan ilkel heriflere itiraz etme!” demektedir. Ağalıkla şeyhlikle vs uzlaşmaya çalışmak demek, devletin yaşatmaya çalıştığı millî bütünlüğü, terör destekçilerinin, uyuşturucu kaçakçılarının, çocuk tecavüzcülerinin keyfine feda etmek demektir.
Bundan dolayıdır ki Türk öğretmeni, sadece alfabeyi ve saymayı öğreten bir belletici robot değildir!
“Devletin hiçbir değer ve norma sahip olmaması gerektiğini” savunan bilinen moronca liberal ezbere rağmen devletleri kuran bir millî unsurun bulunması, özellikle ilk öğretimde içinde yaşanan , mensubu olunan milletin değer ve normlarının ahlâkî yapılanmadaki yerinin vurgulanması için okulları gerekli kılmaktadır. Dünyada hiçbir okul “Siz aslında ancak üniversiteden sonra Alman mı Fransız mı olacağınıza karar vereceksiniz, biz size kim olduğunuzu söyleyemeyiz, söylersek liberalizme halel gelir!” diyerek öğrencilerine kimlik ve değer aşılaması yapmaktan vazgeçmemektedir.
Türk Millî Eğitim Bakanlığı bu memlekette Türk adının egemen ve sahip olduğunu ifade etmesi gereken ilk kurumdur!Bu onun keyfe keder yapacağı bir iş değil, öncelikli ve zaruri işidir!Bir memleketin bakanlığı o memleketin egemen milletinin egemenlik aygıtı olan devletin tekliğini tartışmaya açamaz! Bu açıdan Millî Eğitim Bakanlığı’nda eser miktarda millî bir şey kalmışsa, söylenmesi gerekenler asıl şunlar olmalıydı:
“ Ey Türk Öğretmeni,
Sen, tarihi diğer pek çok milletin tarihinden eski, büyük devletlerin kurucusu, tarihi övünç sayfalarıyla dolu Türk Milleti’nin bir evlâdısın! Sen Türkiye Cumhuriyeti’ni, bütün imkânsızlıklara rağmen kurmuş Mustafa Kemal’in, gençliği emanet ettiği, milletinin ışığı bir Türk öğretmenisin! Senin görevin, her türlü mahrumiyet altında, her türlü düşmanlık ve ihanete karşı Türk Milleti’nin bekasının bir temsilcisi olmak ve Türk evlâtlarını, atalarına ve yurduna bağlı, işlerini dürüstçe yapan insanlar olarak yetiştirmektir! Bu yolda hiçbir güçten ve ihanetten korkmamalı, hiçbir tehdide boyun eğmemelisin! Vatan senin görev yaptığın yerdir! Sen vazgeçmedikçe, yılmadıkça hiç kimse bu vatanı bölemez! Bayrak senin namusundur! Onu yüksekte tutmakta asla zayıflık göstermemelisin! Dilin senin ailendir! Aileni hiçbir zorbaya feda etmemelisin! Kalbindeki vatan ve Allah aşkı seni bütün riyakârlıklara, münafıklığa, hasede ve tecavüzlere karşı koruyacak en büyük iki zırhtır! Unutma! Bir vatan sadece topal tüfekle korunmaz! Toplar ve tüfekler ancak menzillerince korkutur düşmanı! Bu yurdu koruyan en büyük güç, senin içindeki insan sevgin, vatan aşkın ve öğretme azmindir! Işığın, içinde korkunun ve düşmanlığın bittiği cehaletin en büyük düşmanıdır!
Genç Türk Öğretmeni!
Milletinin tarihinden aldığın şevk ve ilhamla, atalarının mirasından duyduğun gururla, şehitlerin ve gazilerin sana emanet ettiği şerefle ve “damarlarındaki asil kanla” , yılmadan, yorulmadan ve korkmadan yürü!
Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Çünkü gün geçmiyor ki bir skandal patlamasın, bir cehalet örneği sergilenmesin, bir ihanet belirtisi sivilce başı gibi baş vermesin…
Haber bayatladı ama gene de fakir de kendince bir yorum getirmek istiyor.
“Millî” Eğitim Bakanlığı’nın göreve yeni atanan öğretmenlere verdiği “rehber” denen kitapçığın içeriğinden bahsediyorum.
Şimdi elbette siyasileri eleştiren herkese yöneltilen o hadsiz ve seviyesiz öfkeye maruz kalabilirim, buna da hiç şaşmam….
Ama rehber denen şeyde eğer alıntılayacağımız cümleler geçiyorsa ya bakanlık devletin ne anlama geldiğini bilmiyor demektir… Veya ihanetle flört etmektedir…
“…Muhtarla iyi geçin, yöre gerçekliklerini anla ve potansiyellerinden yararlan, şeyhin ağanın önüne çıkma, yerel dili öğren” diyen kitapçık, “Köy halkına rağmen başarıya ulaşamazsın….”
Muhtarla “iyi geçinmenin” ölçüsü nedir? Meselâ “bölgede” görev yapan bayan öğretmenlerin muhtarla iyi geçinmesi nasıl sağlanacaktır? Nitekim sırf bayan oldukları için köyden atılma durumuna gelen bayan öğretmenlerden haberimiz vardır. Yani devletin bir görevlisi olan öğretmen, arkasında devletin kendisine sağladığı can ve mal güvenliği olmaksızın, kendi imkânlarıyla mı görev yapacaktır? Muhtarla iyi geçinilmezse, muhtarın iyi geçinmeye gönlü olmazsa, bundan dolayı öğretmen mi başarısız sayılacaktır?
“Köyde kan davası, aile anlaşmazlığı, etnik gruplaşma ya da inanca dayalı gruplaşmalar varsa yapacağın şey, tıpkı muhtarlık seçimlerinde olduğu gibi onlara da eşit mesafede durmak, onların durumları hakkında yorum yapmamak olmalıdır. Ayrıca bazı köylerde var olan ağalık, seyitlik, şeyhlik gibi oluşumları benimsemesen bile anlamaya çalışmalı, onların o yörenin gerçekliği olduğunu bilmeli ve onları karşına almak yerine potansiyellerinden yararlanma yollarını aramalısın.”
“Öğretmen yaşadığı yörenin bir üyesi olarak konuşulan yerel dili öğrenme çabası içine de girebilir. Bu yaklaşım yöre halkı tarafından sempatik bulunabilir ve öğretmenin yaptığı çalışmalar desteklenebilir”
Yani? Türkiye Cumhuriyeti’nin bir öğretmeni, yukarıda sayılan insanlık dışı durumlar hakkında fikir beyan etmeyecek, bu durumların yanlışlığını anlatmayacak, kan davaları, çocuk tecavüzleri, etnik ırkçılık gibi konularda sadece susup bekleyecek ve “başarılı “olmak için, hayatta kalmak için kan davası güdenlerin, etnik ırkçıların ve tecavüzcülerin insafına sığınacaktır, öyle mi?
İlk paragrafın son cümleleri ise tam bir faciadır. Bu alenen devletin iflâs ettiğinin itirafıdır.
O halde bakanlık yapıp çocuklarımızın geleceğine ipotek koyanları biraz bilgilendirmekte fayda vardır.
“Bakanlık” konforundan yararlanmalarını sağlayan şey “parmak sayısı” çokluğu değildir. Orada oturmalarını sağlayan onlara bir bakanlık bahşeden şey, Türk Bayrağı'nın bu topraklarda kat’i surette egemen olduğunu cümle aleme kanıyla tasdik ettiren vatan evlatlarıdır! Yani birkaç yüz bin veya milyon oy fazlasıyla bir makam edinmek, bir milletin kaderi hakkında ahkâm kesmek hakkını kimseye vermez! Bir milletin kendi devletini yönetme şeklini değiştirebilmek hakkını hiç vermez!
Bir milletin istiklâli sadece onu düşmanlarından kurtulması anlamına gelmez! Bir milletin istiklâli, kendi egemenlik hakkına içeride de hiç kimseyi, hiçbir muhtarı, ağayı, şeyhi, ortak etmemesi anlamına gelir!
Bir devletin kurulması demek, devletin yaşadığı millî egemenlik alanında başka hiçbir yargılama otoritesine, hiçbir zor kullanma mekanizmasına izin verilmemesi demektir. Dolayısıyla devletin hiçbir kurumu ve hiçbir temsilcisi, devlete kafa tutacak, kendini devlet sayacak kişi ve kurumlarla işbirliğine gidemez! Bundan dolayıdır ki devlet çalışanları görevlerine, devleti oluşturan yasalara ve kurumlara bağlılık yeminiyle başlarlar.
Öğretmenin görevi, bir devlet görevlisi ve millî egemenliğin bir temsilcisi olarak ağalık, şeyhlik gibi keyfî egemenlik ibarelerini “anlamaya” çalışmak değil, o insanlara bir devletin eğilmez ve bükülmezliğini göstermektir. Millî Eğitim bakanlığı eğer öğretmenlerin can ve mal güvenliklerini ağalara, şeyhlere , çocuk tecavüzcülerine, etnik ırkçılara karşı koruyamayacağını düşünüyorsa yapılacak iş, öğretmeni insanlık dışı, ilkel kişi ve kurumların, terörün ve onun destekçilerinin insafına terk etmek değil, devletin diğer kurumlarından yardım almak olmalıdır.
Bu açıdan devletin herhangi bir görevlisinin, kendini devlet yerine koyan kişi ve kurumlarla uzlaşma arayışına girmesiyle yabancılarla işbirliği yapması arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü bizim devletimizi tanımayan herkes yabancı olduğunu ifade etmiştir ve yabancıların da bizim hukuki korumamızdan yararlanmağa hakkı yoktur. Bundan dolayıdır ki suç işleyen yabancılar ülkelerine iade edilirler. Devletin varlığına ve bütünlüğüne saygısızlık edenlerin bizim öğretmenlerimizin fedakârlığından yararlanmaya hakları olamaz! Yapılacak iş öğretmenlerimiz onların insafına terk etmek değil, öğretmenlerimizi reddetmeye yeltenenlerin haklarını ellerinden almaktır.
İkinci paragraf izaha gerek duyulmayacak kadar açık bir cehalet beyanıdır.
Bir öğretmenin görevi, bilinmeyeni öğretmektir, bilinmeyene teslim olmak, cehaleti desteklemek değildir! Eğer bir öğretmen gittiği yerde Türkçe’yi bu vatanın bu egemen milletin dilini öğretemeyecekse zaten onu oraya göndermenin manası yoktur! Bir Türk öğretmeni, semalarında ay yıldızlı bayrağın dalgalandığı her yerde Türkçe’nin bayraktarıdır! Öğretmen bir sempati yarışmacısı değildir! Öğretmen kurallı hayatın, devlet örgütlenmesinin ilk öğreticisidir! Eğer öğretmen, hayatın şeyhlerden, aile meclislerinden aşiret tecavüzlerinden, kan davalarından ibaret olmadığını anlatmazsa, o insanlara bunu başka kimse anlatamaz! Öğretmeni yerelliğin ilkelliğiyle uzlaşmaya itmek, öğretmenin hiçbir değerin ve normun aktarıcısı olmadığını söylemektir!
“Kızları okutalım!” gibisinden romantizm taslayan bakanlık yetkililerinin kızların neden okutulması gerektiğini anlamadıkları buradan ortaya çıkıyor! Çünkü kızlar geleceğin anaları, çocukların ilk eğiticileridir!
“Muhtarla iyi geçin” diyen biri öğretmene, “Kızlarını okula göndermeyen, onlara sarkıntılık ve tecavüz edip sonra aile meclisi kararıyla onları öldüren, onları , uçkurlarına sahip olamayanların günahına bedel sayıp satan ilkel heriflere itiraz etme!” demektedir. Ağalıkla şeyhlikle vs uzlaşmaya çalışmak demek, devletin yaşatmaya çalıştığı millî bütünlüğü, terör destekçilerinin, uyuşturucu kaçakçılarının, çocuk tecavüzcülerinin keyfine feda etmek demektir.
Bundan dolayıdır ki Türk öğretmeni, sadece alfabeyi ve saymayı öğreten bir belletici robot değildir!
“Devletin hiçbir değer ve norma sahip olmaması gerektiğini” savunan bilinen moronca liberal ezbere rağmen devletleri kuran bir millî unsurun bulunması, özellikle ilk öğretimde içinde yaşanan , mensubu olunan milletin değer ve normlarının ahlâkî yapılanmadaki yerinin vurgulanması için okulları gerekli kılmaktadır. Dünyada hiçbir okul “Siz aslında ancak üniversiteden sonra Alman mı Fransız mı olacağınıza karar vereceksiniz, biz size kim olduğunuzu söyleyemeyiz, söylersek liberalizme halel gelir!” diyerek öğrencilerine kimlik ve değer aşılaması yapmaktan vazgeçmemektedir.
Türk Millî Eğitim Bakanlığı bu memlekette Türk adının egemen ve sahip olduğunu ifade etmesi gereken ilk kurumdur!Bu onun keyfe keder yapacağı bir iş değil, öncelikli ve zaruri işidir!Bir memleketin bakanlığı o memleketin egemen milletinin egemenlik aygıtı olan devletin tekliğini tartışmaya açamaz! Bu açıdan Millî Eğitim Bakanlığı’nda eser miktarda millî bir şey kalmışsa, söylenmesi gerekenler asıl şunlar olmalıydı:
“ Ey Türk Öğretmeni,
Sen, tarihi diğer pek çok milletin tarihinden eski, büyük devletlerin kurucusu, tarihi övünç sayfalarıyla dolu Türk Milleti’nin bir evlâdısın! Sen Türkiye Cumhuriyeti’ni, bütün imkânsızlıklara rağmen kurmuş Mustafa Kemal’in, gençliği emanet ettiği, milletinin ışığı bir Türk öğretmenisin! Senin görevin, her türlü mahrumiyet altında, her türlü düşmanlık ve ihanete karşı Türk Milleti’nin bekasının bir temsilcisi olmak ve Türk evlâtlarını, atalarına ve yurduna bağlı, işlerini dürüstçe yapan insanlar olarak yetiştirmektir! Bu yolda hiçbir güçten ve ihanetten korkmamalı, hiçbir tehdide boyun eğmemelisin! Vatan senin görev yaptığın yerdir! Sen vazgeçmedikçe, yılmadıkça hiç kimse bu vatanı bölemez! Bayrak senin namusundur! Onu yüksekte tutmakta asla zayıflık göstermemelisin! Dilin senin ailendir! Aileni hiçbir zorbaya feda etmemelisin! Kalbindeki vatan ve Allah aşkı seni bütün riyakârlıklara, münafıklığa, hasede ve tecavüzlere karşı koruyacak en büyük iki zırhtır! Unutma! Bir vatan sadece topal tüfekle korunmaz! Toplar ve tüfekler ancak menzillerince korkutur düşmanı! Bu yurdu koruyan en büyük güç, senin içindeki insan sevgin, vatan aşkın ve öğretme azmindir! Işığın, içinde korkunun ve düşmanlığın bittiği cehaletin en büyük düşmanıdır!
Genç Türk Öğretmeni!
Milletinin tarihinden aldığın şevk ve ilhamla, atalarının mirasından duyduğun gururla, şehitlerin ve gazilerin sana emanet ettiği şerefle ve “damarlarındaki asil kanla” , yılmadan, yorulmadan ve korkmadan yürü!
Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder