30 Kasım 2010 Salı

Banu AVAR’ın Solunda Hayat Var Mı?




Banu AVAR’ın 29 Kasım 2010 tarihli yazısını okuduğumda bir kere daha solun basiretsizliğini, yetersizliğini ve buna karşı doymak bilmez iktidar hırsını ve saldırganlığını gördüm.

Banu AVAR, merhum Attila İLHAN’dan yaptığı geniş alıntılarla aslında sosyal demokrasinin gerçek sol olmadığı gibi sözde çok enteresan bir tespitte bulunuyor. Bu, hiç biri birbirini solcu saymayan sayısız fraksiyonun kendi aralarında ve bütün muhaliflerine karşı yürüttükleri kanlı eylemlerin, en başta gelen mazereti olmuştur tarih boyunca.

Banu AVAR belki farkında değildir ama yazısında adamakıllı Stalinist bir tutum sergilemektedir. Bu şu anlama gelmiyor: “Solun Stalinizm dışındaki tonları makbul ve meşrudur!” Asla!

Sol/Sosyalizm, bütün ideolojisi, değerleri, amaçları ve araçlarıyla insanlık dışı ve gayrı meşrudur!

Yani “antiemperyalist” ( Bu tip insan, nedense sadece gelişmiş batı ülkelerine karşı olmakla tanımlanır ve asla komünist yayılmacılığını tenkit edemez…), içe kapanmacı ( ki bu genellikle “tam bağımsızlık” söylemiyle itiraza mahal bırakılmaksızın yutturulmaya kalkışılarak ülke, bir Kuzey Kore, Arnavutluk haline getirilmek istenir… Bu terimin üstündeki sol tasallut kaldırılmadıkça düşünce hayatımız huzur bulamayacaktır….), komuta ekonomisi fanatiği, diktatörlük yanlısı ( bütün Marksistler proleter diktatörlüğünü hedefler, aksi takdirde marksizmin bir anlamı kalmaz…) adamlar Banu AVAR’a göre milliyetçilikte, vatanseverlikte bize örnek olacak insanlardır! Bu saçmalığı savunan ilk kişi Banu AVAR değildir. 90’ların ortalarında “Or’da Kimse var mı?” dörtlemesi ve daha sonra “Schrödinger’in Kedisi” seri romanlarıyla karman çorman bir Marksist felsefeyi milliyetçilikle ilişkilendirmeye çalışan Alev ALATLI da bize solu sevdirmeye çalışmıştır.

O halde Banu AVAR’ın savunduğu solun “gerçeğinin” ne olduğuna bakmamız icap eder. Banu AVAR tam da fanatiği olduğu ideolojinin nefret ettiği idealist bakış açısıyla solun, popüler tiplerinin hepsini, sermayenin emrindeki işbirlikçiler olarak damgalar. Gene sözüm onu idealizmi yıkıp da felsefeyi ayaklarının üstüne oturtan Marx’a en yakın olduğunu düşündüğü “ideal işçi devletini” mevcut durumla kıyaslar.

Banu AVAR’ın fikrine göre sosyal demokrasi ancak sermaye grupları ile işbirliğine giden “tatlı su sosyalistlerinin yoludur”. “İşçilere dayanmayan hiçbir demokrasinin gerçek olmadığını” savunur. Bu düşüncenin en başta gelen yanlışlığı, toplumun sabit sınıflardan meydana geldiğini sanmasıdır. “İşçi” denen ve ölünceye kadar işçi kalacağı sanılan insanların istekleri toplumdaki tek meşru talep indeksini meydana getirmektedir. Öyleyse işçiler ne derse onu yaptığımız takdirde gerçek demokrasiyi tesis etmiş oluruz! Banu AVAR’ın bu görüşünün hayata geçirmeye kalktığımızda neler olacağını söylemeye herhalde gerek yoktur? Bu düşünceyi, mevcut piyasa hürriyetini ve temel hakları ortadan kaldırmadan yürürlüğe koymak imkânsızdır ama zaten Banu AVAR bunlarla ilgilenmemektedir. O, yazılarının basılmasını, internette yayılmasını sağlayan şeyin, elleri İngiliz anahtarlı işçiler olduğunu sanmaktadır. “Sınıf atlayan işçileri” nereye koyacağını herhalde Marx da düşünememiştir?

Solun, toplumun karmaşık düzeni ve iktisadî ilişkilerin değişen yapısını anlayamamak yetersizliği, Marx’ın, içinde yaşadığı toplumu kendi algısına göre dondurulmuş bir kitle gibi yorumladığı günlerden bu yana değişmemiştir.

Buna bir de “ Hedefe ulaşmak için ne gerekiyorsa yap!” ahlâksızlığını eklerseniz, solun neden şiddete dayalı ve güvenilmez olduğunu anlayabiliriz. Rus İhtilali’nden sonra Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmelerini sağlayan şey de onların amaçlarına ulaşmak için binlerce insanın hayatına mal olan bir iç savaşı çıkarmaktan çekinmemeleri olmuştur. ÇEKA gibi bir zulüm makinesini çalıştıran sosyalistler de sosyal demokratları aynen Banu AVAR gibi küçümsüyorlardı.

Bu sosyal demokrasinin “daha meşru” olduğu anlamına gelmiyor.

Çünkü sol denen şey, eninde sonunda insanların özgürlüklerini ezerek onları, ağızlarına birer lokma ekmek tıkıp “bedava kanalizasyon hizmetiyle” mutlu edeceğini söyleyen zorbalığın çeşitli tonlarından oluşmaktadır. Sosyal demokratların Banu AVAR gibi Stalinistlerden tek farkı, mülkiyete, tüfek zoruyla değil, hukuku tanımayan bir parmak sayısı rejimiyle el koymayı istemesidir. Mülkiyeti demokrasiyle ilga etmenin adı sosyal demokrasidir!

Banu AVAR’ın romantizminin saçma taraflarından biri de işçilerin en doğruyu bileceklerine dair duyduğu güvendir. Bu bakış işçiyi hayatın dibine vurmuş, daha iyisini elde etmek için çalıp çırpıp adam öldürmek dahil her şeyi yapabilecek bir insan olarak görmek bilinç dışı şartlanmasını yansıtmaktadır. Neden işçiler en doğrusunu bilmelidir? Onlara çalışacakları birer fabrika ve makine ( üretim aracı) veren yaratıcı zekâlar ve kapitalistler olmaksızın onlar neyi, nasıl üretecek ve refah yaratacaktır?

Burada Banu AVAR’ın nezdinde sosyalistlerin yaratıcı zekâya, müteşebbislere, refahın gerçek üreticilerine duydukları hınç ve aşağılık kompleksi, onlara kolektivist atalarından miras kalmıştır. Hepsi, söyledikleri şeylerin ekonominin tabiatında hiçbir yerinin olmadığını açıkça bilirler ama bunu kabul ettikleri takdirde hiçbir anlamlarının da kalmayacağından ölesiye korkarlar. Hiç kimse işçiler ekmek kazansın diye torna tezgâhı üretmez! Hiçbir mucit ürettiği şeylerin elinden bedava alınarak dağıtılması için bir şey yaratmaz! Hiçbir yazar ( ki buna Banu AVAR da dahildir) tek geçim kaynağı olan yaratıcı zekâsının( kaleminin) bedava kullanılmasını istemez! Ama gelin görün ki işçilerin o meçhul müstakbel refahı için yaratıcı zekâların, müteşebbislerin varlıklarına el koymakta da beis görmezler. İşte kendileri için yapılmasını istemedikleri şeyi başkalarına tereddütsüz uygulayabilecekleri için sosyalistler ahlâksızdır!

Şimdilerde bu sosyalist kamp başta özelleştirme karşıtlığı olmak üzere ekonominin her türlü serbest mübadele imkânını yok ederek sözüm ona “ulusal bir ekonomi” kuracakları yönünde milliyetçileri de esir almaya çalışmaktadır. Türkiye’de özelleştirmeler, maalesef kanımızı emen vergileri azaltmaya yaramamaktadır. Özelleştirme karşıtlığını “ulusal varlıklar” diyerek sürdüren sosyalistler “ulusal varlıkların” kimlerin emeğiyle, vergisiyle sürdürülmeye çalışıldığından hiç bahsetmemektedirler. Kamu işletmelerinde önüne geçilemeyen görev zararlarından, sorumsuz bürokratların nasıl görevde kalabildiklerinden de hiç bahsetmemektedirler. Bir milletin ekmeği uğruna yıllarca kalitesiz şeyler üreterek özel işletmelerdeki meslektaşlarına göre çok daha fazla sosyal güvence ve maaşa sahip kamu işçilerinin bu hakkı nereden aldıklarını da hiç sorgulamamışlardır!

Türkiye’de özelleştirmelerin yanlışlıkları üzerine iktisadî akılla konuşmak yerine bütün bir toplumu proleterlerin plânlarının esiri yapmayı bize “millî bir hedef” gibi sunabilmektedirler. Bugün eczacılar fiilen devlet memuru haline getirilmişken meselâ hiçbir sosyal demokrat veya Stalinist, kendi sermaye riskleri ve alın terleriyle hizmet veren bu insanların ekmeklerinin neden kayıtsız şartsız devlet tekeliyle belirlendiğini sormayı akıllarına bile getirmemektedirler. Veya aile hekimliği uygulamasıyla yıllardır sürdürülen israfın kesilmesinin millet refahına yararını düşünmek yerine, canlarını dişlerine takıp ekmeklerini hak etmeye çalışan hekimlerimize “tüccar” diye kendilerince hakaret etmektedirler.

Bunun yanı sıra sürekli Amerikan karşıtlığı yaparken 1960’lardan itibaren ülkelerin rejimlerini öğrenci isyanlarıyla sarsan ve ülkeler yutmuş, Sovyet ve Çin “emperyalizminin” ve onun yerli işbirlikçilerinin de hesabını vermeye yanaşmamışlardır. Banu AVAR’ın bu güne kadar Türk solunda Sovyet ajanlarına dair tek bir satırını okumadığımızı hatırlatırım.

Türk solu bu gün ülkemizi aynen ‘80 öncesinde olduğu gibi hürriyetsiz, fakir sosyalist bir diktatörlük haline getirebilmek için Mustafa Kemal dahi olmak üzere bütün millî değerlerimizi alabildiğine sömürmektedir. Onlara göre serbest piyasa bir batı emperyalizmi tuzağıdır ama ithal arabalarıyla, batı ürünü kameralarla çekim yapılan stüdyolara yetişmek için telâşlananlar onlardır. Onlara göre “ açık toplum” bir emperyalizm tuzağıdır ama meselâ bizi içine sürüklemek istedikleri “ Avrasya”, İran’ın molla rejiminin, Putin’in yeni çar rejiminin, Afganistan Taliban rejiminin, Orta Asya Türk cumhuriyetleri KGB bakiyesi yönetici rejimlerinin ta kendisinden ibarettir.

“Açık toplum” bir Soros ürünüdür ama meselâ ülkücülere sövmek ifade hürriyetidir! Mahkûm olmamış kişileri “sanık” diyerek karalamak özgürlüktür ama Mahir gibi ünlü katillere “katil” demek mümkün değildir!

Banu AVAR bu güne kadar etnik ırkçı Kürt hareketinin neden sosyalist bir tabanı olduğunu, bu ideolojiyi hangi gruptan öğrendiğini, çok beğendiği İP ve diğer solcu gruplarından Kürtçülüğe destek vermeyen olup olmadığını da hiç açıklamamıştır meselâ. Banu AVAR PKK’nın Karadeniz’de tutunmasını sağlayan terör örgütlerinin ideolojisinin ne olduğundan da hiç bahsetmemiştir.

Banu AVAR sosyalist bir diktatörlük için millî değerleri istismar edebilen solun bilinen birkaç örneğinden biridir. Vatanını sevmesi yönüne itiraz edilecek bir şey yoktur ama bundan sonra gelen değer yargılarıyla o tam bir Stalinisttir.. Türk milliyetçilerini Stalinist bir sosyalist düzene rehin etmeye çalışmaktadır. Türk milliyetçileri şimdilerde yeniden baş veren bu sosyalist çatal dilliliğe karşı uyanık olmalı, hiçbir fayda önerisini “zarar vermemek iradesi” anlamındaki bir ahlâkî muhakemeye sokmadan kabul etmemelidir! Unutulmamalıdır ki ahlâkî yargıda aklanmayan hiçbir fayda önerisi insanı var edemez! Sosyalizmin insanlık dışılığı onun, bizim varoluşumuzu dayandırdığımız normatif ahlâkı küçümsemesinden dolayıdır. Böyle bir ikiyüzlülük ve şiddet ideolojisine değerlerimizin alet edilmesine karşı durmalıyız!

1 yorum:

Afşar Çelik dedi ki...

Yazıya "kötü" diyen en azından neresini kötü bulduğunu yazsaydı, sevinirdim.