11 Kasım 2010 Perşembe

Anlam, Etnik Irkçılık, Delilik Ve Soğan II



.....
Ama bir şey hâlâ eksik kalıyor. Şimdiye kadar ortaya yığdığımız fikirlerin hiç biri “anlamın” tekliği gibi bir yere bizi götüremiyor… Yani intihar bombacılarının, etnik teröristlerin, ırkçıların, vatansızların, hainlerin niye kınanması gerektiğine dair hâlâ tutarlı bir şeyler söylememiş gibi duruyoruz, değil mi?



Ya bunlar sadece birer isimse ve bu isimlerin de aslında hiçbir anlamı yoksa? O halde yapılmaması gerekeni yapıp biraz acelecilik edelim. Eğer bu sözler gerçekten anlamsızsa ve biz bu sözleri düşünmediğimizde, bilincimizden sildiğimizde ihanet, etnik terörizm, ırkçılık, vatansızlık ortadan kalkacaksa polislere ve askerlere ihtiyacımız yok demektir. Bütün yapmamız gereken bir makineye beyinlerimizi bağlayıp bu kelimeleri kafamızdan sildirmek olmalıdır.
Cevabın ne olacağı bellidir! “Bunların var olması sadece bizim onları öyle nitelememizdendir. Bizden ayrılmak isteyen etnikçilerin kendi anlam dağarcıkları vardır ve o dağarcık da en az bizimki kadar geçerlidir!”



O halde ben de şüphe hakkımı kullanarak sormak isterim: “Acaba?”


Aslında etnik terörizmi anlamın göreceliğine göre savunanlar hepinize o kadar alışılmış, doğal ve daha kötüsü doğru geliyor ki bu “acabaya” çoğunuzun “Faşist!” diye tepki vermesini gayet doğal karşılarım.


Şu kerteriz meselesine dönmek sanırım bu noktada faydalı olacaktır.
Bir kerterizin en az dört sigortası oluyor, bildiğim kadarıyla, biri yedek olarak… Her biri kerterizin bir yönden “anlamını” tamamlıyor.



Şimdi bu meseleye görecelikçilik açısından baktığımızda kerterizin her sigorta çivisine göre farklı bir anlamı olduğunu söyleyebiliriz. Ama hakikat öyle midir?



Diğer bütün sigortaları söktüğümüz takdirde tek bir sigorta biz kerterizin yeri hakkında hiçbir şey söyleyemeyecektir. En az üç tane sigorta, bir kerterizi tanımlayabilmemiz için zaruridir.
Bu durumda dikkatimizi şu çekmektedir. Bütün sigortalar tek bir kerteriz yerini tanımlamakta kullanılır. Yani anlam, her bir sigorta için ayrı ayrı tanımlanmaz. Kerterizin anlamı kerterizden sigortalara doğru parçalanmaz, her bir sigortadan kerterize doğru bütünleşir.



Şu meşhur fili tarif etmeye çalışan görmezler hikâyesi vardır ya bu açıdan oldukça yetersiz bir görecelik müdafaasıdır. Çünkü gözleri bağlı olanların file göre yerleri bilinmemektedir. Dolayısıyla merkezin çevresindeki “anlam” parçalarını bütünleştirmek imkânsız hale gelmektedir. “Fil uzun bir hortumdur!” diyen kişi ne kadar büyük bir şeye dokunduğunu bilememektedir. Eğer her bir görmeyen filin çevresinde dolaşabiliyor olsaydı şüphesiz elleriyle filin daha bütüncül bir tanımını yapabileceklerdi.


Demek ki “anlam” neyi tanımlıyorsak ona göre ortaya çıkan bir haritadır. Bir yıldızın başka bir yıldıza göre yerinden bahsetmek bize o yıldızın yeri hakkında hiçbir şey söylemez. Ama bizi ilgilendiren o yıldızın yeridir. Yani birden fazla veriyle ulaşmaya çalıştığımız tek bir anlamlı yer!
Bunun sosyal bilimlerdeki karşılığı, toplumların mutabık kaldığı değerler ve normlardır.,. Bu tekliğin, uygulamalı bilimlerdeki karşılığı ise üzerinde deneylerin yürütüldüğü kabul edilmiş paradigmalardır.

Toplumlarda yaygın davranış düzenliliklerinin, kendilerine göre şekillendiği değerler ve normlar, toplumlardaki bir büyük “anlam” mutabakatının varlığını bize gösterir. Yani toplumumuzun genelinde büyüklerin sözünün kesilmemesi, onlara yer verilmesi, yanlarında ayak ayak üstüne atılmaması gibi bir takım genel normlar, bizim toplumumuzun içindeki genel mutabakatlardır. Keza Türk olmanın, büyük ve şanlı bir tarihin sahibi olmak anlamına geldiği de kendi anlam dünyamızın genel mutabakatlarından biridir. Diğer uluslara baktığınızda da benzer toplumsa mutabakatlara rastlarsınız. Uluslaşmış olmanın, yani kuralın egemenliğini sağlamış olmanın gururunu bütün uluslaşmış toplumlarda muhakkak göreceksinizdir.



Anlam birliği, biz öyle dediğimiz için öyle olan bir şey değildir. İnsanların bir arada bulunmak ihtiyacından doğan ve kendiliğinden gelen benzeşmelerinin yarattığı doğal bir sonuçtur.
Dolayısıyla bir toplumun sorunlarını anlamaya çalıştığınızda, soruna, o toplumun dışındakilerin verdiği anlamlar veçhesinden değil, toplumu oluşturan anlam merkezinden bakmanız gerekir.
Trafikte “tehlikeyi” arabalara göre değil kendinize göre tanımlarsınız. Bu kaçınılmaz bir şeydir, çünkü bütün anlamlandırma süreçleriniz kendi varoluşunuzu sürdürmeye yöneliktir. Yola zamanından önce atlamakla bir arabanın yoldan çıkmasına sebep olup olmayacağınızı değil, o arabanın size çarpıp çarpmayacağını düşünürsünüz.



İşte uluslaşma da aslında sigortalar şeklinde yaşayan ve kendi başlarına kerteriz olmak konusunda yetersiz kalan küçük kültürlerin, bir kerteriz/büyük anlam merkezi oluşturabilmek gayretinden başka bir şey değildir.



Bu neden böyledir? Neden küçük kültürler bağımsız olmak istemez? Bunun kesin bir cevabını vermek zor olabilir. Ama insan toplumunun iş bölümüne dayanan bir işbirliği/ dayanışmaya göre oluştuğunu düşünecek olursak bir araya gelmenin, hayatta kalmak, devam edebilmek açısından çok daha faydalı olduğuna dair genel bir eğilim olduğunu söyleyebiliriz.


Büyük kültürel merkez düşüncesinin, uluslaşmanın “kendiliğindenliği” kabulüne aykırı bir kolektivist bir kasti amaççılık anlamına geldiği söylenebilir. Ama unutulmamalıdır ki bir hukuk birliği oluşturarak gücün keyfi egemenliğinden çıkmak ihtiyacı aynı zamanda kurumlaşmanın getirdiği büyük cevaplama kabiliyetine de kavuşmak anlamına gelir. Büyük kültürel merkez fikrinin maddî dayanağı da uluslaşmalarda merkez teşkil eden bir büyük kültürün daima var olmasıdır. Bu büyük kültür bir çekim merkezi olarak diğer kültürleri kendi yörüngesine sokar.


(Devam edecek...)

Hiç yorum yok: