29 Eylül 2010 Çarşamba

Soyut Yok mudur? II


Birinci bölümden devam

....

Bundan dolayıdır ki tabiatı kendine göre “tercüme” ederken aynı zamanda yaşamanın maliyetini en aza indirecek beraberliği sürdürebilmenin de kurallarını keşfetmeye çalışmıştır. Çünkü ancak bütün insanlarda beraber yaşamak rızasını hasıl edecek ortak sınırlar varsa yani insanın var oluşunu ortadan kalkmaması için şartlar sağlanmışsa insan var olabilir.

Bunun ne gibi bir önemi olabilir? Veya böyle olması bizim için neden fark etmelidir?
Şundan dolayı: Eğer soyutluk olmasaydı, insan “gerçeği” aramak ihtiyacını hissetmezdi, yani “kendisinden başka bir şey olamayacak şeyi” aramak ihtiyacını duymazdı. İyi de insan bir hayvansa bunu nasıl yapabilmektedir?



Bunun için muhakeme yeteneğini kullanır. “kendisinden başka bir şey olamayacak şeyi” çıplak olarak görebilmek için onu en iyi görebileceği açıyı arar, onun üzerindeki bütün çer çöpü kaldırır. İşte bu, “muhakeme sürecidir”. Muhakeme süreci elle tutulmayan, gözle görülmeyen ama dünyayı algılamamızı sağlayan şeylerle yürütülür: Kelimelerle!


Kelimeler yalnızca taşların, ağaçların, hayvanların etiketi değildir.
Kelimeler kendileri vasıtasıyla “ kendinden başka hiçbir şey olamayacak şeyi” adlandırmamızı sağlayan araçlardır.


Bu muhakeme süreci bir şeyi diğeriyle kıyaslamamıza ve tercih etmemize yol açar. Bir şeyi diğerine tercih etmemiz konusundaki yaygın muhakeme mutabakatı sayesinde, bazı davranışların diğerlerine göre arzu edilir olduğunu, dolayısıyla bunların dışında kalan davranışların tercihe şayan olamayacaklarını yani “yanlış” olacaklarını söylemiş oluruz.
Buraya kadarki akıl yürütmelerin tamamının temeli “soyuttur”. O soyutluktur ki ifadesi olan sözlerle davranışlarımızı bağlayacağımızı, sınırlandıracağımızı ikrar eder ve o sözleri de “kanun” olarak adlandırırız.


Kanunlar taşlar, ağaçlar gibi yerden biten tabiattan topladığımız somut nesneler değildir. Yani herhangi bir kanuna uymamak bizi su aygırının sudan uzak kalıp ölmesi gibi öldürmez. Buna rağmen, o kanunlarla ilgili genel vicdani mutabakatımız o kadar güçlüdür ki yalnızken de hırsızlık yapmaz, tecavüz etmez, öldürmeye kalkmayız.


İşte bu, insanî inşanın özüdür, insan olmanın gereğidir.
Demek ki bir soyutluktan bahsetmek, “var olmayandan bahsetmek” demek değildir! Veya hiçbir bağlayıcılığı olmayan uçucu bir hayalden bahsetmek değildir. İnsan hayatının ilkel dönemlerindeki somut kurallardan sonra beraber olmanın, ancak ortak bir anlam dünyası yaratmakla mümkün olabileceğine dair lisanî keşif ile kuralların “ifade edilmesi” süreci de başlamıştır.


Memleketin ahvali ile bu durumu kıyaslarsak görünen odur ki etnik ırkçılar için “ Tarihin bir döneminde bir hukuk çatısı( devlet) altında bir araya gelmiş bir kavimler cem’ini” yani milleti algılayabilmek imkânsızdır. Çünkü onlar ancak mala davara yarayacak, birebir görüp tanınan kişileri, birebir tanınmayan kişilerden koruyacak somut koruyucu nesnelere yani silahlara dayanmaktadırlar. Onların bütün algıları, çakal kurda olduğu kadar insana da güç kullanarak varlığını kabul ettirmeye dayanmaktadır.

Bundan dolayıdır ki onlar, meselâ“borçlar hukukunun ikrah ile ilgili maddelerini” anlamak yerine, bahçelerine giren ineği sahipleriyle beraber katletmeyi” hukuk “olarak algılamaktadır.
Evet Taha Akyol doğru söylemektedir. Türk Milleti kavramını Kürt kabileciliğine izah etmek neredeyse imkânsızdır. Çünkü onların algıları salyangozunkine benzemektedir. Asırlar evvelinin dağlı düşmanlık kültürünün bozulmamış mirasıyla dünyayı, kendi varlıklarının düşmanı olarak algılayıp kendilerine uymayan bütün görünür farklılıkları yok etmeden kendilerini emniyette hissetmeyen, doğrudan kan bağı taşımayan herkesi de düşman belleyen kabilecilikleriyle etnik ırkçılar, kendilerine “kural” getiren devlete ezelden düşmanlık beslemektedirler.

Kan bağı gibi gayet somut bir şeyi tek ve nihai gerçeklik olarak algılayanlara “hukukla birleşerek benzeşmiş kavimlerden” bahsetmek açıkçası anlamsızdır.
Türkiye’de var olan yanlış, algıları ancak salyangoz kadar olan bir etnik ırkçı grubun gözünün önünden hızla geçen şeyleri yok saymasını, leoparın hızlı algısına tercih etmek gibidir…
Hukuk ile birleşmenin “soyutluğudur” ki Türk adını soyut bir yere getirir. Bu soyutluktan dolayı Türk adının da var olmadığını veya buharlaştığını savunmak aslında “kanun denen sözlerin” de soyut ve bundan dolayı gerçek olmadıklarını , var olmadıklarını söylemek demektir.
Türkiye’de etnik ırkçılık ve etnik terör sorununun çözümü, salyangoz algılı etnik ırkçıların algılarına müracaat edilerek bulunamaz. Çünkü onlar varlığımızı temellendiren “soyut” değerleri ve normları algılayamamaktadır.

Bu algıları zayıf insanların, göremedikleri şeyi yok saymaları onların ilkelliğidir, az gelişmişliğidir. Bir modern devlet, soyutluğu tanımamış her ilkelliğe demokratik yetki vererek var olamaz! Etnikçi siyasetin somut ırksal verilere dayanarak, kurallı bir düzeni berbat etmesine, insanın var oluşunun gereği olarak izin verilemez, verilmemelidir.

Dolayısıyla daha “kural” denen şeyin soyutluğunu idrak edemeyen, kuralları ancak su aygırının fizikî hayatta kalma kuralları kadar az ve somut olan toplulukları ikna etmeye çalışmak beyhudedir. Hiçbir devlet, meselâ borçlar hukukunun karinelerinin yerine, kendi kabile kurallarını uygulamak için isyan eden bir topluluğa izin vermez. Bu isyan ne kadar kanlı ve şiddetli olursa bastırılması da aynı şiddetle olur. Çünkü en nihayetinde kabilenin düşmanlığı, kendi algılanırın çok ötesindeki millet oluşumunun temeli olan soyut kabullere karşıdır.
Teşekkülü soyut kurallara dayanan milletleri, kan bağından gayrı bir müştereki bulunmayan kabilelerin şiddet tehdidine boyun eğdirmeye kalkmak, zoru, kuralın üstüne koymak demektir ki bu medeniyete ihanetten başka bir şey değildir. Bu durumda demokrasi de var olamaz, hukuk da…


Kabileciliğin şeditliği ile demokrasiyi aynı anda barındırabileceğini sanmak soyutu inkâr etmenin en ilkel halidir ve eğer bu tip insanlık dışı fikirleri siyasete taşımaktan vazgeçmezsek, ülkemizin birbirlerini yamyamca bir hazla yok eden sayısız kabileye bölündüğünü gördüğümüzde şaşırmamalıyız.

BİTTİ

2 yorum:

nevin çelik dedi ki...

Son paragraf çok çarpıcı bir gerçeği işaret ediyor .Aynı zamanda kaçınılamayacak bir tehlikeyi de tabii.
Bunların soyut diyebileceğimiz bir töre düşüncesi vardır,cinayetlere yol açan.Oysa o bile somuttur.Belden aşağıdır ve gaddarlık örneğidir.

Afşar Çelik dedi ki...

Evet, sanırım gerilik biraz da bu.. Siyasetin meşruiyet sınırlaırnı belirleyip belirleyememe durumunda ortaya çıkıyor...

İnşallah bu bize bir ders olur.