Merhum Hrant Dink, Ermeni topluluğunun milletleşebilmesi için öncelikle topluluğun kanına işlemiş olan “zehirli Türk düşmanlığından” arınması gerektiğini söylediğinde korkunç hakaretlere maruz kalmıştı.
Türk çocuklarını sünnet eden, onlara kirvelik eden Ermenilerin kanını zehirleyen bir düşmanlığın ıstırabını en çok o duymuştu.
Sekiz yazılık bir dizinin bir yerinde geçen “Türk’ten boşalacak zehirli kan” tabiri bir anda herkesi ayağa kaldırmıştı.
Sözün tamamının ne olduğu ise ancak o öldükten sonra anlaşılabildi ve elbette AİHM tarafından tazminata mahkûm edildikten sonra…
Hrant Dink’in kendi kavmi için önerdiği şey aslında tam da kavmiyetçiliğin sınırlı iletişiminden, kin, öfke ve yabancı düşmanlığı duygularından kurtulmaktı.
Bir hümanist olarak onun bunu savunması hepimize normal gelebilirdi. Ama asıl sorulması gereken soru şuydu: “Bu öneriyi neden Bir Türk Ermenisi getiriyordu da Bir Amerikan Ermenisi, bir Fransız Ermenisi veya Ermenistanlı Ermeni getirmiyordu?”
Bunun cevabı milletleşme macerasının farklılığında saklıdır.
Ermenistan’ın bir bürokratik otarşi olarak kurulması, sanılanın aksine Ermeni milletleşmesinin önünü kesmiştir. Esasen Ermeni’ler başka kavimleri içinde barındıran büyük bir millî topluluk olmadıkları için zaten artık milletleşebilmeleri söz konusu değilse de sözde kendilerine ait bir devlet kurarak dünyadan iyice kopmuşlardır.
Milletleşememiş toplumların/ toplulukların devletleşmeden muradı da zaten dünyadan kopabilmektir. Milletleşmiş toplumlar için topluma yaklaşan her kavim, yeni bir kültür kaynağı, yeni ve sıcak bir ilişki anlamına gelirken, millet altı toplumlarda “başkalarıyla” ilişkilerin temel güdüsü korkudur.
Bundan dolayıdır ki meselâ Türkiye’de ötekileştirmenin baş aktörleri Kürt etnik ırkçılarıdır. Zaten Kürt ırkçılığının seyri, Ermeni ihanetinin seyriyle hemen hemen aynıdır…
Peki ama Fransız ve Amerikan Ermeni’lerinde durum nedir?
Bu iki millet de farklı kültürlerden ve ırklardan insanları bünyelerine katmış toplumlardır.
Üstelik iki toplum da Hıristiyan çoğunluktan oluşmaktadır.
Bu iki millet de farklı kültürlerden ve ırklardan insanları bünyelerine katmış toplumlardır.
Üstelik iki toplum da Hıristiyan çoğunluktan oluşmaktadır.
Ermeni’lerin milletleşmiş batı toplumlarında bile hâlâ birer cemaat olarak kalmış olmalarının sebebi, içinde yaşadıkları toplumda benimsenmemeleridir. Bir başka mezhepteki çocuğun vaftiz babası olan bir Ermeni pek duyulmuş bir şey değildir.
Türk Ermenilerinin ise durumu bambaşkadır. Yakın tarihin büyük ihanetine rağmen Ermeni’ler gerek Türkiye gerekse Azerbaycan’da asla intikam hissiyle karşılanmamıştır. Tehcire kadar Anadolu'da, Bakü’yü kurtaran Kafkas Ordusu Ermeni iş birlikçileri de temizlediği halde, Karabağ Savaşı’na kadar Azerbaycan'da, Türkler arasında “Ermeni kirve” adetinin oldukça yaygın olduğunu biliyoruz. Kirveliğin gönüllü bir kabullenme olması ve bu yüzden bazen akrabalardan çok daha sorumlu bir mevkii olduğu düşünüldüğünde, bu adetin “aileye kabul” , “akrabaya dahil etmek” anlamına geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Keza, Türk Ermenileri’nin hâlâ sürdürdüğü örnek iş ahlâkı, millete, bayrağa, orduya vs değerlere sadakatleri eşsiz bir bütünleşme örneğidir.
Ermeni’lerin Anadolu topraklarına duydukları hasret öyle görünüyor ki sadece kaybedilen memleketlerine değil belki daha çok kaybettikleri komşuluğa ve kardeşliğe duydukları hasrettir. Maalesef gene görünen o ki Türk komşuluklarını yaşayanların sayısının azalmasıyla beraber, yeni Ermeni nesillerinin aklında ancak, savaş, kayıplar ve tehcir öfkesi kalmaktadır.
Ermeni’lerin çok az bir kısmının Ermenistan’da yaşadığı düşünüldüğünde akla ilk gelen, “diaspora” Ermenilerinin refahı tercih ettiği olabilir. Ama mesele bundan ibaret değildir. Ermeniler milletleşme tecrübesine bizimle katılmış ve bu tecrübe içinde, “benimsenerek”, korunarak, şefkat ve himaye görerek cemaat geriliminden kurtulduklarını görmüşlerdir.
Şimdi üstelik de kendi dindaşları arasında, benimsenmeden yalnızca “kabul edilerek” yaşamanın eksikliğini hissetmektedirler.
Şimdi üstelik de kendi dindaşları arasında, benimsenmeden yalnızca “kabul edilerek” yaşamanın eksikliğini hissetmektedirler.
Türk milletleşmesi içinde, “mahrem” sayılmışlarken bu gün içinde yaşadıkları toplumda yalnızca “doğulu, egzotik bir Hıristiyan cemaat” olarak kabul edilmektedirler.
Sun’i Ermenistan devleti, bu yüzden “milletleşmeyi” sağlayamamıştır ve sağlayamayacaktır da. Eğer tek var olmak şekli olarak kini, öfkeyi benimsemekten vazgeçmezlerse , diğer bütün cemaatler/kapalı toplumlar gibi dışa kapanmak ve yabancıdan korkmak refleksleriyle Ermeniler de kendi kültürlerini tüketecek ve dünya ile bütünleşemeden sadece bir addan ibaret kalacaklardır. Nitekim Akdamar’daki ayin sırasında gösteri yapan dans grubunun müziği de figürleri de Azerbaycan Türk’lerine aitti.
Bugün dünyada Ermeniler, Ermenistan ile değil, diasporada tanınan cemaatleriyle vardır. Bir devletlerinin olduğu hayali onları belki bir ölçüde tatmin etmektedir ama görünen o ki ancak gerçekten temel haklara riayete dayanan gerçek devletler içinde huzurlu ve mutludurlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder