Her şeyden önce lideri kendini Türk bilmeyen ve bundan dolayı da ümmetçi eylemciliğin ruhunu kışkırtan bir enternasyonalist bir cemaatler grubu, bilhassa kız üniversite öğrencilerini, “entelektüel başkaldırı” kisvesi altında eylemlere itiyordu. Elbette önceleri savundukları ifade şeklinin ifade hürriyeti içinde değerlendirilmesi konusunda hemen herkes mutabık kalıyordu. Ancak daha sonraları görüldü ki onların bütün isteği, toplumu dindarlaştırmak için önlerindeki engelleri kaldırmak.
Çünkü dehşet verici gerçek şuydu ki cemaatlerin şekillendirdiği kalıp zihinler için özgürlük yalnızca “müslümana” aitti. “Müslüman” olmayanların sorunları hakkında hiçbir fikirleri ve duygudaşlık gayretleri yoktu. Aslında bu da cemaatlerin soldan öğrendiği eylemciliğin doğal gereği idi. Onlar, kendileri gibi düşünmeyenlere uygulanan adaletsizlikle zerre kadar ilgilenmiyorlardı. Nitekim bir tartışma programında farklı cinsel tercihlerin ifade hürriyeti konusu ortaya geldiğinde başörtülü bir genç kız bu konunun onu ilgilendirmediğini açıkça söyleyebiliyordu
Şehrin kenar mahallelerinde, artık köylü kökenli milli görüşçülerin zaptedemediği, bu yepyeni eylemciliğin ruhunda şehrin “açıklığı”, “günahı” ve daha da önemlisi “büyük kültür taşıyıcılığına” karşı derin bir hınç gelişiyordu.
Köy kökenli millî görüşçülükteki Arap hayranlığı, şehir solculuğunun eylemciliği ve Emevî siyasal öfkesinin miras edinilmesiyle artık çok daha yıkıcı bir hale gelmişti.
Köy kökenli millî görüş geleneğinin, şehir yaşantısından ayırt edilebilirliği ve çok daha pasif kalarak girdiği siyaset yarışın, kenar mahalleli dindarlık çok daha hınçla ve toplumu kökten dönüştürmek arzusuyla giriyordu. Bu yeni hareketin meşruiyet iddiası eskisine göre çok daha güçlüydü. Çünkü artık siyasal dincilik, ayırt edilebilir bir kitlenin değil, şehirlerin kalabalıklarının malı haline geldiğini iddia ediyordu.
En başından beri liberalizm adına iktidar partisine desteği hep ortada olan Gülay GÖKTÜRK dahi mesela içki yasaklarının tartışıldığı günlerde, iktidar partisinin toplumu muhafazakârlaştırma gayretinden endişelendiğini ifade ediyordu.
İşte bu noktada referandumun genel mantığına dönüyoruz. Çünkü bu mantığı, toplumsal değişimi izlemeden, toplumsal değişimdeki kökenine bakmadan ele almak, en başta ifade ettiğimiz teknik mülahaza kolaycılığına düşmek olur. Şüphesiz madde madde anaysa değişikliklerinin tahlili son derece önemlidir. Mesele şudur ki Anayasa gibi bir aracı kullanacak partinin oluşum mantığı ve psikolojisi anlaşılmazsa, böyle bir anayasadan doğacak zararlar da tahmin edilemez.
Bu referandum, özünde Arap/Emevi siyasal İslamcılığının yattığı, amaç güldü ahlâkla kuşanmış – ki başbakanın zamanında,“Demokrasi bir tramvaydır” mealindeki demokrasi bakışı hatırlanmalıdır- “açık bir topluma” düşman, açık bir toplum olarak büyük bir kültür geliştirmiş milletleşmiş toplumsal yapıyı kendine tehdit kabul eden, cemaatçi/kapalı toplumcu bir siyasî hizbin, toplumu dindarlaştırma projesini meşrulaştırma gayretidir.
İktidar partisinin “amaç-güdülü” bir ahlâka sahip olduğunu söylememiz sebepsiz değildir. Artık yıllara varmış, yüzlerce tutukluyla sürdürülen bir davada, Emevî zihniyeti, sanıkların hepsini, her gün “çeteci”, “darbeci” diye anmaktan çekinmemiş, masumiyet karinesinin çiğnenmesi hususunda hiçbir rahatsızlık göstermemiş, kendisine yönelik demokratik tepkilerin hepsini, birer insanlık suçu haline getirerek, eleştirilemez ve dokunulamaz bir hale gelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder