Şüphesiz her canlının üreme faaliyetinin bir meyvesi vardır. Her canlı en temel içgüdüsüne uyarak ürer ve yavru meydana getirir.
Yavrunun bir anlam taşıması, ona bir kutsiyet izafe edilmesi ise insana özgü bir davranıştır. Yoksa örümcekler gibi bazı canlılar yavrularını da rahatlıkla yiyebilirler.
İnsan yavrusunu değerli kılan, insan neslinin bazı değerleri sürdürmesine yardımcı olacağı fikridir.
Bunun en açık delili de insan toplumunda aynı zamanda “evlâtlıktan ret” kurumunun da var olmasıdır. Böylece ebeveyn, yavrusunun, kendi değerleriyle kesin şekilde bağdaşmayan, dolayısıyla insanlığın varoluşuyla ilgisini kesen işler yaptığını anlatmak ister.
İnsanların kardeşlik kurumu da aynı değerlere bağlılıkla tanımlanır.
Aileyi oluşturan şeyler biyolojik yakınlık olduğu kadar, bundan daha önemli şekilde “değere bağlılıktır”.
Aileyi oluşturan şeyler biyolojik yakınlık olduğu kadar, bundan daha önemli şekilde “değere bağlılıktır”.
Elbette bu durum her toplum için aynı ölçüde önem arz etmez.
Toplumsal düzenleri, az sayıda ve somut kurallara dayanan, varoluşları, daha ziyade dünyevî maddî unsurlara karşı bir savunma şeklinde anlayan toplumsal yapılarda, çocuğun anlamı da bir tür “savunma ve işgücü” olarak kabul edilir.
Bundan dolayıdır ki İslâm kabileciliğin en berbat övünme vesilesi olan erkek evlât tapınmasını batıl kılmıştır.
Bugün kabileciliğin bu berbat davranışı hâlâ kapalı toplumlarda, aşiretlerde sürdürülmektedir.
Konuya iktisadî bir bakışla yaklaşırsak, çocuğa verilen değer maddi unsurlarla belirlendikçe onun marjinal faydası düşmektedir. Bundan dolayıdır ki varoluşlarını çevreleriyle kavgaya dayandıran kapalı toplumlarda çocuğun sayısı çok fazladır.
Düzenlerini çevreleriyle kavgaya dayandıran topluluklar aslında, eski zamanların zorluklarından kaynaklanan kültür unsurlarını, bu gün gayet yanlış şekilde kullanılan “töre” ile bugüne taşımaktadırlar.
Etnik ırkçılın en büyük gıdası da gözü kapalı tekrarlanan “ çevreyle savaş” davranışıdır.
İşte çocuklar bu ortam içerisinde, sürüye dadanan yırtıcılardan, sürülere musallat olan komşu aşiretlerden korunmanın sıra neferleridir.
İşte bu yüzdendir ki kapalı toplumların, içlerinde yaşadıkları millî toplumların çocukları için biçtikleri değeri ve anlamı anlamaları çok zordur.
Kapalı toplumun maddî algıları, etnik ırkçılarca, “kutsal” ve “ özgün” değerlermiş gibi sürekli pohpohlanmakta ve “şiddet için şiddet” fasit dairesini beslemekte kullanılmaktadır.
Bir vatanı oluşturan unsurların “vatandaşlığı” da o vatanın egemeninin, meşru belirleyiciliği ile tayin ettiği değerlere bağlılıkla tanımlanır.
Zaten vatana ihanet de bu değerlere karşı gelmek, onları tanımamaktan başka bir şey değildir.
Bundan dolayıdır ki Türk vatanında Türk bayrağının egemenliğini tartışmasız şekilde sürmesi için görev yapan bürün askerleri “çocuklarımız” biliriz.
Burada askerlerimizin, güvenlik güçlerimizin ferdî, ırksal kökenlerine bakmaz, onları milletin ortak değerlerine bağlılıktan dolayı doğrudan benimser ve onlara “Türk askeri” deriz.
Hatta millî yapımızın değere dayanması esasıyla biz Türk’ler, can düşmanlarımız Anzak’ların dahi askerlerini, benimsemiş, kendi topraklarımızda bağrımıza basmışızdır. Mesele şudur ki Anzak’lar zaten bizim yapımızın bir parçası olmayan ve bizim kültürümüzde vatanlarından uzak “garip” kalmış askerlerdi.
Oysa bugün dağlarda ve hatta şehir merkezlerinde sadece askerlerimize ve polislerimize değil, onların ailelerine de saldıran katiller, bu topraklarda hak iddia eden, ailelerinin bir kısmı bu topraklardaki Türk egemenliğinin verdiği haklardan yararlanan yaratıklardır.
Bunların bir kısmı, uyrukları belirsizdir ve doğrudan doğruya düşman unsurların vatandaşlarıdır.
Dolayısıyla “dağdaki çocuklarımız” söylemi, Türk vatanının değerlerine düşman yaratıklara, Türk evlâdının taşıdığı anlamı yüklemek demektir.
Dağdaki teröristler hem “Türk” değerlerine ve bu değerlerin yaşandığı Türk vatanına düşman olmaları hem de zaten bir kısmının bu toprakların hiçbir şekilde parçası olmamaları sebebiyle asla “bizim çocuklarımız” olarak nitelenemez.
Onlar kendi kardeşlerine silâh çekip ailelerini besleyen bir vatana ihanet etmekten dolayı artık kendileriyle olan kardeşlik bağlarımız bitmiş, “evlâlık” haklarını kaybetmiş hainlerdir.
“Dağdaki çocuklarımız” söylemi bu yüzden, ailenin kutsiyetine hakarettir.
“Dağdaki çocuklarımızdan” bahsedilecekse eğer, ancak dağlarda eşkıya kovalayan, şehirlerimizde emniyetle uyumamızı sağlayan güvenlik güçlerimizin mensupları bunun içine girer.
Türk vatanının mahremiyetine, kutsiyetine inanmayan insanların ailemizin muhabbetine ve emniyetine dahil edilmesi, en başta insanlık değerlerine ihanettir.
Dağdaki çocuklar artık ne bizim kardeşlerimiz ne de çocuklarımızdır.
Onlar Türk yargısına teslim olup, Türk Milleti adına karar veren hâkimlerin kanaatini tanımadıkça, ancak sürülerimize dadanan ve yok edilmesi gereken yırtıcılar kadar değerli olan zararlı yaratıklardır.
2 yorum:
Bu ifadeyi kullanmak artık BARIŞ kelimesini kullanmak kadar taraf çağrıştıran bir fikri getirmektedir aklımıza.Aklı olan Türk bu ifadeyi dile getirmez.Oy kaygısıyla dile getirenler de neye çanak tuttuklarının pek ala farkındalar.
Evet Selcen Hanım, aynen. Hainleri ailenin içinde sayanlar aileye ihanet etmiş olurlar. Uzun zamandır yoktunuz, gene bekleriz.
Yorum Gönder