5 Eylül 2010 Pazar

Etnik Irkçılık Sorununu Kime Göre Çözmeli?



Etnik ırkçılığın terör ve nefret ateşiyle sarılı vatanımızda, terörün inine giderek oralardan bize akıl getirmeye kalkan bir kısım okur yazar var.


Bunların ağzından düşürmedikleri söz “Madalyonun öbür yüzü” tamlamasıdır.
"Madalyonun öbür yüzü" bir meseleye iki taraflı bakmanın gereğine işaret eder.
Yani bir meselenin birbirlerini buluşturduğu iki tarafın, haklılığına karar verilirken iki tarafı da dinlemek gerekliliğini söyler.


Madalyonun iki tarafından bahseden enternasyonalist solcular, solcu eskisi ve nevzuhur muhafazakâr/cemaatçi bir kısım liberaller ve elbette siyasi dinciler bu konuda iki esası özellikle gizlemektedirler.


Bunlardan birincisi madalyonun öbür yüzüne bakılırken madalyonun yüzlerinden bağımsız bir objektif yargılama kriterinden vazgeçilemeyeceği…


Diğeri de madalyonun yüzlerinin, madalyonun “birliği” içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir.
Objektif bir muhakeme sürecinde, tarafların iddialarının, hukuk idealine veya adil davranış ölçülerine uyup uymadığına bakılmalıdır. Bu, bir madalyonun iki yüzü olmasının “İki eşit ve haklı görüşün” var olduğu anlamına gelmediğini gösterir.

Bir anlaşmazlıkta muhakeme süreci mutlaka taraflardan birinin haklılığına dolayısıyla diğerinin haksızlığına karar verecektir. Bu, kaçınılmazdır. İki haklı veya iki haksız söz konusu olamaz. Neden böyledir? Çünkü “anlaşmazlık” zaten iki taraftan birinin davranışın adaletsizliği ile ilgili kanaatinden kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde gücü gücü yetene düzeninde zorbaların dediklerini mutlak hakikatler olarak kabul ederek hiçbir şekilde anlaşmazlığa düşmeden de yaşayabilirdik.

Dolayısıyla “mutlak uzlaşma” veya “ saf çatışmasızlık” veya “saf savaş karşıtlığı” gibi düşünceler özlerinde adalete değil, zorbalığa hizmet ederler.

“Tarafsız”kalmak gayretinin özünde mensubiyeti inkâr ederek “saf insanlık” için barışı istemek var gibi görünse de şiddetin söz konusu olduğu bir yerde bu tip bir tarafsızlık özünde şiddet ile adalet arasında tarafsız kalmak demektir ki bu da zımnen şiddet taraftarlığıdır. Çünkü şiddetin durdurulması için gereken zor kullanımına da karşı olmayı gerektirir.


İşte bu sebepten ülkemizdeki etnik ırkçılık ve onun aracı etnik terör karşısında “madalyonun öbür yüzüne bakmamız” mümkün değildir. Çünkü etnik ırkçılık , gerek toplumu kan bağı, aşiret bağlantısı, ailesel egemenlik alanları gibi hukuk devletiyle bağdaşmayan vahşet rejimine sürüklemesi ve toplumsal barışı tehdit etmesi ile gerekse buna ulaşmakta terörü bir araç olarak benimsemesiyle zaten objektif hukuk ölçülerine göre kabul edilemez ve gayri meşru bir faaliyettir. Dolayısıyla “öbür yüz” olarak kabul edilebilecek, tartışılabilecek, dikkate alınabilecek ve hele kendisiyle amel edilebilecek bir “taraf” değildir.



İkinci noktada ise gizlenen gerçek, madalyonların her iki yüzünün de aynı özden yapılmış olması gerçeğidir. Velev ki her iki yüzü ayrı metallerden bile yapılmış olsa madalyonun fizikî bütünlüğünün sağlanmış olması yüzlerin ayrı yönlere gitmediklerinin, gidemeyeceklerinin bir delilidir.



Dolayısıyla bir madalyona uygulayacağınız muamele, madalyonun kendi fiziki bütünlüğünün ve özünün gereklerine bağlı olmak zorundadır. Her iki yüzü de ayrı metallerden yapılmış bir madalyonun bir yüzünü eritmeye kalkmanız, madalyonun bütünlüğüne ve dolayısıyla da değerine zarar verecek, onu kullanılmaz, arzu edilmez bir hale getirecektir.



Modern liberal demokrasilerin tamamında “madalyonun” bütünlüğü, özgürlükçü bir hukuk devletinin temelini teşkil eder. Mahkemelerin “millet” adına karar vermeleri, madalyonun doğasına göre davranıldığı anlamına gelir. Bir madalyonun bütünlüğü, onu oluşturan her bir molekülün belli bir kanuna istisnasız uyması sayesinde korunur. “devlet” diye bildiğimiz, adalet ve emniyet sağlayıcı tekelin de bütünlüğü, bir hukuk birliğinin bütünlüğüne ve hükümranlığına gösterilen kahir ekseriyet saygısından kaynaklanır.



Mahkemelerin “millet “adına karar vermeleri de bu hukuk birliğini oluşturan parçaların her birinin, bu birliği sağlayan büyük ve soyut isme/ kimliğe duyduğu bağlılıktan dolayıdır. Milletleşme, soyda sopta tekleşme, “saflaşma” ile değil, hukuk birliği idealinde uzlaşmanın getirdiği kendiliğinden doğan benzeşme ile ortaya çıkar. Etnik ırkçılık, soy sop ilişkileri ile ayırt edilebilen bir grubun bu yapısının siyasî bir yalıtılma ile korunmasını savunarak, toplumun doğal bütünleşme süreci yerine, genetik “hayvanî saflaştırma” ilkelliğini hayata geçirmeye çalışmaktadır.


Bu kısa akıl yürütmede ortaya çıkmaktadır ki etnik ırkçılık ne objektif hukuka uygun, tartışılabilir ve muhakemeyi hak eden bir “fikirdir” ne de bir madalyonun bütünlüğü içerisinde değerlendirilebilecek bir “cüzdür”.

O insanî varoluşa yönelik çirkin ve ilkel bir saldırıdır.



Etnik ırkçılık, meşru bir fikir olmadığı için onun çözümü, demokrasi sahasını istismar etmesini engellemek ve şiddet ayağını da kangrenleşmiş bir organ gibi kesip atmaktan ibarettir.
Çünkü madalyonumuzun bütünlüğünü sağlayan hukukta bunların yeri yoktur. Öte yandan madalyonumuzun özünü teşkil eden millî kimliğimizin reddi veya tartışılması, bizi, hümanizmin barışçılık ilkesine değil, ancak kabileler arası av sahası kavgası ilkelliğine götürebilir.


4 yorum:

bilge dedi ki...

Afşar abi, güzel bir yazı gerçekten. Madalyon demagojisine iyi bir cevap olmuş, eline sağlık.

Afşar Çelik dedi ki...

Bilge Amca çok teşekkür ederim, eksik olma. Bu tip kalıplar düşünceyi engellemek için kullanlan "kamalardır. Bu kamalr , fikir dişlilerinin arsına sokularak , onlaırn işlemesi engellenir. Vakit ayırıp okuduğun için çok teşekkür ederim.

selcen dedi ki...

Bunların her kelimesi zaten çeşitli tyzaklar içerir ve algıyı bozmaya yarar.Millet onun için algı kabiliyetini kaybetti.Bunları seyrederek afyonlandı.OTZİKİNCİGÜN

Afşar Çelik dedi ki...

Evet efendim, aynen! Dili çarpıtırsak algıyı da çarpıtırız. Fakirhaneye her zaman beklerim.