Silahsız meşru kurbanlar üzerinde zor kullanma yetkisini elinde bulunduran bir hükümet, insanın haklarına yönelik en tehlikeli tehdittir. |
Bir röportajda Ayn Rand’a:
“ Amerika’yı Amerika yapan ,
Judeo-Hristiyan dinimize, devlet güdümlü kapitalizme, ve çoğunluğun yönetimine karşı çıktığınız
söyleniyor, doğru mu?” diye soruyorlar, en azından benim aklımda kalanlar böyle…
Amerika’yı Amerika yapan sözde
değerler bunlar mıdır, o ayrı bir tartışma konusu ama herhangi bir devletin bu
tür “değerlere” dayalı yaşatılıp yaşatılamayacağını ve ayrıca bugün yaşadığımız
toplumsal düzenin ne tür bir şey olduğunu kısaca düşündüm.
Belki “Bugün kafam ağrıyor.” “ Güne
kahveyle merhaba!” “Keyifli bir cumartesiye başlıyoruz!” gibi bir şeyler yazamıyorum ama idare ediverin
gari!
Öncelikle bugün ne tür bir
toplumsal düzende yaşıyoruz, ona bakalım. Elbette biz devleti ve kanunları “judeo
hristiyan” bir şeriatla falan düzenlemiyoruz ama biz de kendimizce “ dine uygun”
bir hayatı devlet zoruyla Türk insanına
yavaş yavaş dayatıyoruz. Söz gelimi Atatürk’e saygı duruşunun devlet
eliyle kaldırılmasına az kalmış gibi görünüyor. Devletin çeşitli organlarında
artık Atatürk’e hakaret yavaş yavaş “hoş
görülebilir” bir davranış olarak kabul görmeğe başladı bile. Atatürk’e “katil”
gibi bir hakarette bulunan biri, Stalin’e serbestçe hakaret edilebilmesi örneğiyle beraat ettirilmiş mesela…
Yani bir televizyon sunucusunun “Amerikan
toplumunun temellerinden biri” olarak saydığı “din” bizi resmi organlar eliyle
dağıtmağa başlamış gibi görünüyor.
Şu “devlet güdümlü kapitalizm” deyimine ise bayıldım. Bunu öyle de ciddi
söylüyor ki Ayn Rand’ın yüzündeki inanamazlık ve şaşkınlık her şeyi ifade
ediyor aslında.
“Atlas Silkindi” adlı kitapta
temsilciler meclisindeki senatörleri satın alan sözde sanayicilerin, gerçek
sanayicileri, sözde kanunlarla nasıl
köşeye sıkıştırdıklarından bahseder ki röportajı yapan sunucunun övüne
övüne anlattığı, savunduğu “ devlet güdümlü kapitalizm” tam da böyle bir şeydir.
“Devlet güdümlü kapitalizm”, devletin (her şeyin doğrusunu bildiğine inanılan
bir devletin) “zor kullanma tekelini”, rüşvetçi, kayırmacı, ahlâksız bireylerin
lehine kullanarak piyasada sözde adalet sağlamak üzere “düzenlemelere”
gitmesidir.
Kitabın ana fikirlerinden birisi,
bu tip bir düzenin yaşayamayacağı, çünkü devlet gücünü sömüren sözde sanayicilerin, gerçekte hiçbir şey
üretemeyeceği ve bunun da topyekün ekonomik
bir çöküntüye yol açacağı…
Devletin yasama organı eliyle
yapılmış kanunlarının birini diğerinin lehine kısıtlaması ne zaman kabul
edilebilir?
Bu kısıtlama ancak “yaygınlaştığı takdirde toplumu çökertecek
davranış türleri” için geçerli olabilir. Devlet, hayatımıza bir takım
kısıtlamaları ancak bu kayıt ve şart altında getirebilir. Peki “Atlas Silkindi’deki”
kısıtlamalar böyle midir? Hayır… Zaten kitabı okuyan gerçek demiryolcular, onu
son derece gerçekçi bulmuşlar ve neredeyse birebir yaşadıkları zorlukların
anlatıldığını söylemişler. Peki şu anda sanalağda biz bu eleştirileri mi okuyoruz
; yoksa “ Hayatın Kaynağı’ndaki” Elsworth Toohey’nin ve avanesinin kötülük dolu
çığırtkanlıklarını mı? Kitapta devlet yetkilileri “kısıtlama” yetkilerini de
aşarak doğrudan doğruya insanlara neyi ne zaman ve nasıl yapmaları gerektiğine
dair keyfi fermanlar yazmağa başlıyorlar.
İşin garip yanı kitapta devlet
bunu “vahşi kapitalizmi” dizginlemek için yapıyor ve aslında “vahşet” denen
şeyi kendisi yaratıyor. Şu anda acaba sürekli bahsedilen , herkesin her şeyi
istediği gibi yapmasından dolayı “vahşi” sayılan o hayali kapitalizmi mi
yaşıyoruz; yoksa devletin istediği kişileri
istediği gibi zengin edebildiği “devlet güdümlü bir kapitalizmi” mi yaşıyoruz?
Akıllarımızda hırsızlık, cinayet
ve yalanla beliriveren “vahşi kapitalizm” aslında hiç var olmadı. Sanayi
Devrimi’nde yaşananlar, bizim vahşetimizden kaynaklanmıyordu, cehaletimizden
kaynaklanıyordu ve yaşanan aksaklıklar da artan bilgi birikimi ile düzeltildi.
Yani bugün artık sokaklarda insanların birbirlerini yağmalamalarına dayandığı
sanılan ve aslında hiç de var olmamış olan bir kapitalizm falan yok.
Ama “devlet güdümlü kapitalizm”
televizyonlarımızda her gün karşımıza çıkıyor. Mesela kredi faizlerinin “ne kadar
olması gerektiğini” emreden devlet yetkililerinin yol açtığı hasarlar derhal “vahşi
kapitalizme” yükleniveriyor.
Veya her gün yok olan Türk
tarımındaki karşılanamayan vergi yükü ortada dururken kendisi Türk toplumuna
yiyecek bir lokma ekmek üretmeyen bir sürü inşaat baronu “devlet güdümüyle”
korunuyor, kollanıyor.
Hele “Çoğunluğun yönetimine karşı
mı çıkıyorsunuz?” sorusuna söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Akla ve bilgiye
ilgisiz, sürüleşmekten başka bir davranış bilmeyen, öldüğünün farkına varamayan
ve bütün bunları resmi bir din rejimi
haline getirmek için komşularını yok etmekten çekinmeyecek bir çoğunluğun “hodbinizmine”
mi karşıyız? Yok canım! Olur mu öyle şey?
Hadi size bir kurtuluş reçetesi verelim; merhum Dolores O'Riordan'ı da burada anarak...
Hadi size bir kurtuluş reçetesi verelim; merhum Dolores O'Riordan'ı da burada anarak...
2 yorum:
Daha fazla yazmalısın.Kaç gündür bakıyorum yeni yazı yok.Fayansçılar abimin ilham perilerini mi kovaladı?
Teşekkürler...
Bu kadar izlendiğimi bilmiyordum. Arada yorum bırakmak zahmetine giren olursa ben de belki "gaza gelebilirim".
Eksik olmayın.
Yorum Gönder