9 Ekim 2018 Salı

Kötülük Nereden Gelir?




Doğadaki tek kötü, insandır.

Çünkü doğadaki yok oluş ve filizlenme döngüsünü tek yönlü kırabilen üsteli bunu bile isteye ve zevk alarak yapabilen tek canlı insan.

Kötülük ne? Başımıza gelmesini istemediğimiz şeyler mi? Peki ama başımıza gelmesini istemediğimiz ama engellememizin de mümkün olmadığı olaylar “kötü” sayılabilir mi? “Kötülük” bu  kadar keyfi belirlenebilir mi? Çünkü  taabi olduğumuz doğa  yasaları doğanın dengesini sağlıyor ve bu açıdan bu yasalar varoluşun  ta kendisi. Bu durumda varoluşun dayanakları “kötü” sayılabilir mi?

Peki o halde  doğanın dokunulamaz yasalarına tabi eylemler dışında kalan bir şey var mı? Evet… Ve şey de insan eylemi. İnsan eylemi bir değişim arzusundan ve bu biçimsiz arzuya belli bir amaç atfedecek  iradeden kaynaklanıyor. Sorun  şu ki insan eylemi her zaman doğa yasaları gibi varoluşu desteklemiyor.

Doğa yasalarının içinde kendi anlayışımızın sınırlarıyla bulduğumuz uyumun, kendi aramızda da “anlamlandırılmış” sınırlamalarla sürdürülmesi gerektiğine dair sezgilerimiz “kuralları” yarattı. Ve zaman zaman  anlayışımızın sınırlılığının değişen şartlar karşısında  gösterdiği yetersizliği görünce “kendi aramızdaki uyumu” sağlamak için kendi kurallarımızı değiştirmemiz gerektiğini gördük. Bütün bunlardan amaç evrimsel var olmak güdüsünün farkına varabilmekti. Biz, anlamlandıramadığı hiçbir şeyi algılayamayan bir türdük. Bunu nereden mi biliyorduk?  Rüyalarımızda,  daha önce görmediğimiz bir varlığı asla   göremiyorduk.

Kuralların “icadı” keyfi bir egemenlik güdüsüyle olmadı. Kuralların icadı, kavrayışımızın sınırlılığıyla farkına vardığımız  var oluşsal düzenlilikleri önce anlamlandırmak sonra da onlardan kendi anlayışımıza uygun olanları yaratmak gereksiniminden doğdu. Neden? Çünkü insanların , aslanlar gibi doğuştan gelen “varoluş yazılımı” ya da “varoluş kodu” yoktu.

Bu noktada insan var olmak istemeyebileceğini de keşfetti. Aslanlar var olmağa mecburlardı. Oysa insanlar kendileri dahil her şeyi isterlerse yok edebiliyorlardı. O zaman belki evrimsel bir hatadan belki de duygusal bir karmaşadan ve belki de hiç bilmediğimiz bir “yok edici özden” dolayı bazılarımız dayandığımız bütün varoluşsal şartları ve kayıtları yok etmek istedi. Ve işte o zaman kötülük doğdu.

Kötülüğü kaynağında yok etmek için dinler saysız çabalar sergiledi. Gerçi hepsi bunun yaratılıştan geldiğini savunuyordu. Fakat… Varoluşu sürdürmek için kendi yok oluşuna razı olanların her ne kadar az sayıda olurlarsa olsunlar, “kötü olmayabilmek” ihtimalini kanıtlamalarıyla kötülüğün bir insan eylemi olduğu ortaya çıkıyordu.

Kötülük varoluşun dayanaklarına düşmanlık etmekti. Dikkat edilirse varoluşun kime ait olduğundan bahsetmiyoruz. Bizimki kadar güçlü olmasa bile  yok olmamak için uğraşan bütün bilinç türlerinin varoluşun kanıtı  olduğunu iddia ediyoruz. Kötülük işte bu bilinci inkar etmek ve ayrıca onu yok etmek arzusuydu.

Varoluşumuzun yolları  fedakârlığın, sevginin  ve aklın çabalarıyla bin bir zorlukla döşenmişti. İşte bu yolları yok etmek arzusu, kökeni ne olursa olsun  muhtemel ve fiili sonuçlarıyla kötülüktü. Bu yollar döşenirken doğru ve yankıl hakkında sayısız muhakeme yapıldı. İnsanlar yanıldı, pişman oldu ve sonra gerçeğe yakınlaşan sözlerle ikna olarak yollarına devam ettiler. İşte bu noktada kötülerin gölgelerinden beliren şekillerini gördük.

Onlar fedakârlık, sevgi ve aklı sevmiyorlar, istemiyorlardı. Onlar var olmak istemedikleri gibi var oluşumuza da karşıydılar.

Onlar akılla ve sevgiyle inşa edilen her şeye karşıydılar.  Onlar bizi insan yapan değerlere yabancılaşmış bir gruptu ki eylemleri ve düşünüş biçimiyle artık “varoluşu destekleyen, farkındalık  ve irade sahibi” insanlığa karşıtlıklarıyla insan olmaktan çıkıyorlardı.

Kötüler aslanların ve çakalların ve akbabaların ve kurtların “kendiliğinden” va yargısızca süregiden hayatlarını kendi iradeleriyle seçerek  bunu seçmeyen herkesi öldürmek iradesi gösteren ve fakat bunun Homo sapiens merhametiyle ve kanunlarıyla korunması gerektiğini savunan insansılardı. Ve bugün neredeyse tüm dünyaya yayıldılar.

Bu yüzden de dünyada ki terör coğrafyasına baktığınızda, bu coğrafyanın içinde bulunduğu şartları değiştirmekte isteksiz ve dolayısıyla insanlığa direnç gösteren bir başka primat türünün yayılma alanını görüyor olacaksınız: Homo simplex.

Kötülük  doğadan gelmez.

Kötülüğü yaratma gücü yalnızca insana aittir.



3 yorum:

Unknown dedi ki...

Bu bir kerede okunacak (anlaşılacak)bir yazı değil.Keşke cahilleride"beni" düşünerek bir öncül yazı yazsaydınız.Neyse önemli olan yazmanız...

Unknown dedi ki...

Bir cevap verme hakkım olsaydı, "Yukarıdan"derdim.

Afşar Çelik dedi ki...

İlteriş Bey,

Yazarın ne kadar cahil olabileceğini bilseydiniz, eminim bu yorumu/ yorumları yazmazdınız.

Herhalde 2006'dan bu yana "kötülük" üzerine düşünüyorum. Neden?

Çünkü "kötülük" batı dünyasını allak bullak eden kavramların neredeyse başında geliyor. Bundan sonraki bir yazıda muhtemelen "Tanrı ve kötülük" üzerine kafa yoracağız. Ama dediğim gibi kafa bu; yoruluyor. Bunun onun hacmiyle ilgisi hakkıdna kaygılanmıyor da değilim doğrusu.

Siz de yeter ki yorum bırakın ve blogu cevapsız bırakmayın. Yorum, blogun "kanıdır". İlginize ve merakınıza sonsuz teşekkürler. Her zaman bekliyoruz .( Blogu, yazmağa değer görmeyen diğer bütün yazarlarımız adına da...)

Sağlıcakla ve saygılar.