16 Aralık 2010 Perşembe

Türkiye’de Muhafazakârlığın Sosyalizme Dönük Yüzü ve Hayalî Arabamız I

* -Hey baksana, bütün parayı bize veriyor, aynen söz verdiği gibi...
- Elindeki senin cüzdanın...



Şahsen taksiye binmeyi çok daha ekonomik buluyorum. Hayır, hayır.. Bunu ben keşfetmiş değilim. 2001 veya 2002’deki bir büyük ekonomi toplantısında bir Japon bakan bizim ekonomiden sorumlu o zamanki bakanımıza bunu söylediğinde kafamda bir ampul patlamıştı. Bizim bakan alicenaplık gösterip Japon bakana, kendi evinde yemek ısmarlamak istiyor ve makam arabasıyla ( herhalde elçiliğimizin tahsis ettiği bir araç?) gitmeyi teklif ediyor. Japon akan: “Ne gerek var? Taksiyle gideriz?” demesin mi? Bakanımız bu başıbozukluğa son derece şaşırarak “nasıl yani? Sizin makam arabanız yok mu?” diye soruyor. Ali topu tut… hande ip atla, Bak Ali bak! Ne görüyorsun? B.k! Japon bakan daha da şaşkın bir halde: “Biz hesapladık, böylesi daha ucuza geliyor!” diyor…

Hayır, elbette hayır! Buradaki anahtar kelime ne “makam arabası”, ne “Ali”, ne “ip” ne de “tut”!... Buradaki anahtar kelime “hesaplamak”…

Yukarıda anlatılan anekdotu bu dünyada yaşamayan, yani Japonya’nın ve bizim ekonomik durumumuz hakkında hiçbir fikre sahip olmayan birine anlatsak bizim gibi ortalama bir Türk zekâsına sahipse muhtemelen Japon bakana “salak” diyecektir. Dilinin beynine bağlı olduğunun farkında olan biri ise… İki eşitten birinin neden hesaplama yaparken diğerinin yapmadığına çok şaşıracaktır.

Bazı uyanıkların ne diyeceğini hemen söyleyeyim mi? “Bu bahsettiğin koalisyon hükûmetiydi, onlar Türkiye’yi krize soktu! Hehehe! Nasıl yakaladım ama, nasıl yakaladım?!” İşte bahsettiğimiz şebelek zekâsı tam da budur… “Ama böyle küçümser lâflar etmeye hakkın yok!” şeklinde çenesini kaldıranlara şunu hemen belirtmeliyiz. Her basın toplantısında, etraflarına umursamaz ve bomboş bakan, her beyanları bir “ders” gibi tepeden bakıcı kabine üyelerimize de bu lâfları edecek kadar duyarlı değilseniz, sıradan bir insanın tarzı hakkında hiç konuşmayacaksınız! “İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır” demiş atalar. Ama tabii, doğru dürüst deyim, atasözü bilmeden her sözü “bakan sözü”, “kabine sözü” haline getirip eğip bükerek ucubeleştiren dehşetengiz politikacılarımız var oldukça bunu beklemek safdillik.

Evet, içi boş tartışmaları birer üslup sorununa indirgeyip de nezaket yarışıyla memleketi kurtaracağını sananlara muhtemel cevabımı verdikten sonra devam edebilirim…

Yukarıda aktardığım anekdotun hangi hükûmet devrinde gerçekleştiğinin bir önemi yok. Çünkü bu, Türk hükûmetlerinin genel karakterinin bir örneğidir. Ve sol bir partinin koalisyonla da olsa hükûmet ettiği bir dönemde geçmektedir. Yani? Bu tablonun bu gün de değişmemiş olduğunu görmemiz bize şunu gösteriyor, hükûmetlerimiz sağıyla soluyla aynı ekonomik bakışı paylaşıyor. Nedir o bakış? “Ana akım “ denen ekonometrik, plânlamacı iktisat felsefesi. Yani başbakanlarımız sosyete pazarına çıkarak “Bakalım hangi iktisat felsefesi bize uygunmuş? Hımmm! Bunun kolları kısa geldi.. Bu göbeğimi açık bıraktı.. Hah bu tam omuzlarıma oturdu, hanım da beğenir bunun rengini, kaça bu hemşerim?” şeklinde bir iktisat felsefesi seçmiyor elbette. Belki de öyle seçiyorlardır. Çünkü kullandıkları iktisat felsefesinin göbeklerine nasıl oturduğu malûm ama hayatımıza uymadığı, acı ve açık bir hakikat…

İmdi… Burada bir başka konuya zıplayıp dikkatleri biraz havalandıracağız! Muhafazakârlık! Mevcut hükûmetimizin “muhafazakâr” olduğu yönünde dehşetli bir mutabakata var. Yani, sosyalistlere göre ilkel, geri ve sömürücü değerleri koruyup, o pis, kapitalist düzeni korumaya çalışan tipler …
Liberallere göre ise aynı ABD’de şükran günü kutlayıp hindi yiyen, Amerikan askerlerini sevip dünya devi olmaktan yana olan , devletin paylaştırıcılığından hazzetmeyen, güz günlerinde Maine’e gidip yaprak seyreden orta-üst gelir seviyesindeki nezih insanlar… ( Blogun Amerika’daki takipçileri yanlışım varsa düzeltsin lütfen… Bunları televizyondan “emdiğimiz” bilgilere dayanarak söylüyoruz. Yaşasın “Türk Malı!”)

Peki muhafazakâr nedir? Değişimin her türlüsünü kökten reddedip çakmaktaşıyla yaşamayı, kabilenin tabularına uymayı isteyen adam mıdır? O çiğ ve gerzek sosyalist mizaha bakarsanız evet…

O halde lâfı fazla uzatmadan muhafazakarlığa, yeterince geniş ama mutlaka sınırlı ve kapsayıcı bir tanım getirmeye çalışalım. Muhafazakârlık, toplumların, örflerindeki âni ve keskin değişmelere karşı gösterilen dirençtir.

Peki buradaki anahtar kelime nedir? “Ali” yok, “tut” yok, “ip” yok? Nereden bulacağız yahu bu kelimeyi biz? Yıllık, kişi başına okuma zamanı ortalama 16 sn olan bir milletin elbette bu anahtar kelimeyi bulması imkânsız ama hadi biz söyleyelim: “Örf”!

“Örf de ne be? “ diyen uydurukçular için de bir tanım getirelim de sonra başımıza kalmasın: Örf, bir toplumun, kendiliğinden doğan düzeninin temelini oluşturan ve kayda geçen veya geçmeyen bütün değer ve normlarıdır. Yani bir toplumda neyin iyi ve neyin kötü kabul edildiğini belirleyen genel prensiplerdir. Yani büyüklerin elini öpmenin genel bir doğru olduğu bir toplum ile teyzelerine adıyla seslenen Frenkler arasındaki farkı belirleyen büyük gelenekler salatasıdır.

Demek ki her toplumun kendine göre bir örfü var. Mesele şu ki örf, toplumsal gelişmişlik seviyesine göre ayrıntılanır, cevap vermek kabiliyeti artar. Aşiretler, kabileler ve kavimlerde örf, basit, az sayıdaki somut kurallara ve liderlerin keyfî iradesine dayanır. Bundan dolayıdır ki kabilelerin, milletleşmiş toplumların gerçekten köklü ve derinleşmiş örfünü ve bu örften kaynaklanan büyük hukuk yapıcılığını anlamaları imkânsızdır.

Burada da önemli olan nokta, her milletleşmiş toplumun kendine gör bir değer ve normlar endeksine sahip olduğudur. Yani Müslüman Türk toplumunda denize girmek, rakı içmek veya kadınlı erkekli toplantılara katılmak “normalken”, diğer Müslüman toplum veya topluluklarda bunlar “tabudur”. Şunu belirtmeliyiz ki diğer pek çok Müslüman topluluk tabularını dinleştirmiş topluluklardır. Dini tabularla yapıştırarak onun cevap kabiliyetini sakatlamış ve onu kendi ülkelerinde insan için faydasız bir hale getirmişlerdir.




Devam edecek...

2 yorum:

veli dedi ki...

Abi dediğin gibi hangi hükümetin bakanı olursa olsun yaptıkları aynı değil mi mantığı bence de yerinde bir tesbit. Benim hep eleştirdiğim konudur bu mesele tamada "ayranı yok içmeye Taht-ı Revan ile gider s..maya" modunda bir sistemimiz var. neredeyse okul müdür muavinlerine bile makam arabası tahsis edeceğiz utanmasak. milletin derdi varsa yoksa yalanları çok sevmek. Hiç bir siyasi partinin seçim programlarında okuyamıyoruz bu meseleye değinecekleri hakkında bir şeyler. aksine ülkede seçim gelmese keşke dedirtecek harcamaları yapıyoruz. sonra da IMF ye sövüyoruz ne bileyim Batıdan borç aldığımız firmalara sövüyoruz. Bir Japon bakan da çıkp bize nasıl davranmamız gerektiği konusunda ders verince afallayıp kalıyoruz. "Yahu nasıl oluyor da Japonlar daha 50 yıl önce iki tane Atom Bombası yemişken bu kadar kısa sürede bu kadar başarabiliyorlar ya da Almanlar daha 50 yıl evvel yerle bir olmuşken şimdi dünyanın güçlü ekonomilerinden birine sahip" geyikçilerine bir ders o Japon Bakanın tavrı. Anlayabilene tabiki. Biz milletin kılı ile tüyü ile uğraşmaya devam edelim de sakın ha aman ha bakana "ne makam arabası yok öyle bir şey, git taksi tut" demeyelim.
Yada benzin 4 tl oldu diye feryad edelim de ama tuvalete bile araba ile gitmeye kalkalım.
gelelim başka bir konuya Abi şunu iyi ayırt etmemiz şart Müslüman Türk ile Araplaşmış Türk. Bugün maalesef Siyasal İslamcılığın da rüzgarı ile tarihimizde hiç olmadığı kadar büyük bir hızla araplaşmaya doğru gidiyoruz. Bu da beni ürkütüyor. haklısın "Müslüman Türk toplumunda denize girmek, rakı içmek veya kadınlı erkekli toplantılara katılmak normal olan ama bu gibi davranışlar artık bizde de yıkılması zorlaşmış bir "tabu" halinde. Geçenlerde "başörtülü çıplaklar" diye bir şeylerden söz ettim "baş örtüsü adına 28 Şubat sürecinde yaptıklarımı şimdi olsa yaparmıyım, biraz düşünürüm" dedim bir yerlerde kıyamet koptu ve neredeyse kafir ilan edilecek duruma geldim.
Veli KOÇ

Afşar Çelik dedi ki...

Veli Baba, sen fakirhaneye uğrar mıydın? Sağolasın, eline, aklına, ayağına sağlık.

Bizim dinimize imanımıza laf edecek adamlarla bizim din konusunda hiç bir müşterekimiz olamaz Veli Baba...

Bu edepsizliktir. Hele de tutup milleti kendi meşreplerine terbiye etmeye kalkmaları...


Tekrar teşekür ederim uğrayıp vakit ayırarak yorum yaptığın için.