* Vergi mükellefi aileye:" Kusura bakmayın, size yer yok!"
Memlekette vergi cezalarından en çok kim korkar, bilir misiniz? Vergi mükellefleri! Bu size tuhaf gelebilir…
Memlekette en çok vergi denetimi kime yapılır, bilir misiniz? Vergi mükelleflerine… Bu da size tuhaf gelemeyecektir. Elbette her mükellef denetlenmeden korkacaktır. Korkmalıdır. Aksi takdirde derhal vergi kaçırmaya başlar!
Peki kime “mükellef” denir? Kendisiyle ilgili bilgileri devletle paylaşan, gelir elde ettiğine dair devlete sürekli bilgi veren, bunu vatandaşlık görevi sayan ve kayıt altında iş gören insanlara “mükellef” denir.
“Konunun vergi mükellefleriyle ne ilgisi var?” derseniz… Konu doğrudan doğruya bununla ilgilidir.
Çünkü “ bir vergi mükellefi” olmak demek devlete güvenmek, onun hakemliğinden emin olmak demektir. Bundan dolayı “kayıt altına” alınırız!
Geçen yıllarda Türkiye’nin en büyük vergi mükelleflerinden birine akıl almaz bir vergi cezası çıkarıldı. Peki niye? Elbette doğrudan ispatlanamasa bile hükûmeti sürekli eleştirdiği için. Geçen günlerin birinde iktidarın başı, kendi mal varlığıyla ilgili iddialar ileri süren birinin ETÖ sanığı olarak hapiste yattığını söylediğinde kimsenin kılı bile kıpırdamadı…
İyi de bütün bunlar ne anlama geliyor, değil mi?
Bütün bunların ne anlama geldiğini düşününce... Son günlerde hükûmete yönelik protesto eylemlerinde polisin göstericilere karşı takındığı acımasız tavırlara, bu yılın başlarında işçilere gösterilen şiddete bakıldığında insanın kanı donuyor. Peki ama neden? Batı ülkelerinde de polisle çatışan gruplara polis şiddet uyguluyor?
Sorun da zaten bu…
Ülkemizde polise şiddet uygulamayan işçi, öğrenci kitleleri “düşman” addedilerek acımasızca sindiriliyor.
Oysa polise açık şiddet uygulayan, çevreyi tahrip eden, genç kızları yakıp bombalayan, aileleri yıkan, asker şehit eden “göstericiler” , “ara sokaklara dağılarak” izlerini kaybettirebiliyor.
Bu memleketin devletine bağlı, “kayıt altındaki” vatandaşları, bunun onlara sağladığı “ ifade hürriyeti” hakkını kullanamazken “İşgalci TC Kürdistan’dan defol!” diyenler “çocuk” sayılarak, “pişman” sayılarak cezasız kalabiliyor.
Bir memlekette vatandaş olmak sadece mükellefiyetlerden ibaretse bu, o memleketin bir diktatörlük olduğunu gösterir.
Yerleri yurtları belli, çağırılınca bir vatandaşlık şuuruyla sorgulamaya giden insanların masumiyetlerine leke sürmek için acımasızca uğraşılırken, Serap’ı herkesin gözü önünde yakan “çocukların” ara sokaklarda izlerini kaybedebilmeleri de bir memlekette kayıt altına alınmanın “enayilik” olduğu anlamına gelir.
Türkiye’de devlet, artık, iktidarların makarna, bulgur sadakalarıyla halkı besleyip sonra da canı sıkıldığında istediğini köteğe çekebildiği bir yer halini almış gibi görünüyor.
Kaldı ki adresleri belli olan ve hainlerle, katillerle açıkça görüşüp, cinayetleri, gaspı, ihaneti, katilleri öven , devleti açıkça tehdit edenlerin şiddetine cevap verilmeden, bu insanlar da devlete saygılı vatandaşlar gibi kovuşturulmuyorsa insan kendiliğinden şöyle düşünmeye başlıyor: “Demek ki önemli olan tehdit edebilir durumda olmak, şiddet göstererek karşısındakini sindirebilmek…”
Oysa devlet tam da bunun yapılamaması için gerekiyor… Eğer devlet eşkıyanın tehdidini cevapsız bırakınca şiddetin biteceğini düşünüyorsa.. Eğer devlet, eşkıyaya tepki gösterenleri artık sürekli “provokatör” diye töhmet altında bırakıyorsa… Eğer devlet meşru protestoları jopla sindirip hainlerin taşlarına, molotoflarına karşı sessiz kalıyorsa…
İşte o zaman devlet fiilen yok olmuş demektir. Çünkü şiddetin sözünü geçirdiği yerde kurallar buharlaşır. Yazılan her yazıdan sonra, insanların tutuklanma endişesi taşıdığı bir memlekette “kayıt altında olmak” demek bir gün gelir ki kayıtlı esirler ülkesinde yaşamak anlamına gelmeye başlar… Terörün, ırkçılığın , vatandaşlarını rehin almasına izin veren bir devlet için hukuk, buzdolabı kullanım kılavuzu kadar bile değeri olmayan keyfî bir mevzuat yığını haline gelmiş demektir.
Umalım ki gün gelip kendi memleketimizde kendi dilimizden utanır hale gelmeyelim…
Memlekette en çok vergi denetimi kime yapılır, bilir misiniz? Vergi mükelleflerine… Bu da size tuhaf gelemeyecektir. Elbette her mükellef denetlenmeden korkacaktır. Korkmalıdır. Aksi takdirde derhal vergi kaçırmaya başlar!
Peki kime “mükellef” denir? Kendisiyle ilgili bilgileri devletle paylaşan, gelir elde ettiğine dair devlete sürekli bilgi veren, bunu vatandaşlık görevi sayan ve kayıt altında iş gören insanlara “mükellef” denir.
“Konunun vergi mükellefleriyle ne ilgisi var?” derseniz… Konu doğrudan doğruya bununla ilgilidir.
Çünkü “ bir vergi mükellefi” olmak demek devlete güvenmek, onun hakemliğinden emin olmak demektir. Bundan dolayı “kayıt altına” alınırız!
Geçen yıllarda Türkiye’nin en büyük vergi mükelleflerinden birine akıl almaz bir vergi cezası çıkarıldı. Peki niye? Elbette doğrudan ispatlanamasa bile hükûmeti sürekli eleştirdiği için. Geçen günlerin birinde iktidarın başı, kendi mal varlığıyla ilgili iddialar ileri süren birinin ETÖ sanığı olarak hapiste yattığını söylediğinde kimsenin kılı bile kıpırdamadı…
İyi de bütün bunlar ne anlama geliyor, değil mi?
Bütün bunların ne anlama geldiğini düşününce... Son günlerde hükûmete yönelik protesto eylemlerinde polisin göstericilere karşı takındığı acımasız tavırlara, bu yılın başlarında işçilere gösterilen şiddete bakıldığında insanın kanı donuyor. Peki ama neden? Batı ülkelerinde de polisle çatışan gruplara polis şiddet uyguluyor?
Sorun da zaten bu…
Ülkemizde polise şiddet uygulamayan işçi, öğrenci kitleleri “düşman” addedilerek acımasızca sindiriliyor.
Oysa polise açık şiddet uygulayan, çevreyi tahrip eden, genç kızları yakıp bombalayan, aileleri yıkan, asker şehit eden “göstericiler” , “ara sokaklara dağılarak” izlerini kaybettirebiliyor.
Bu memleketin devletine bağlı, “kayıt altındaki” vatandaşları, bunun onlara sağladığı “ ifade hürriyeti” hakkını kullanamazken “İşgalci TC Kürdistan’dan defol!” diyenler “çocuk” sayılarak, “pişman” sayılarak cezasız kalabiliyor.
Bir memlekette vatandaş olmak sadece mükellefiyetlerden ibaretse bu, o memleketin bir diktatörlük olduğunu gösterir.
Yerleri yurtları belli, çağırılınca bir vatandaşlık şuuruyla sorgulamaya giden insanların masumiyetlerine leke sürmek için acımasızca uğraşılırken, Serap’ı herkesin gözü önünde yakan “çocukların” ara sokaklarda izlerini kaybedebilmeleri de bir memlekette kayıt altına alınmanın “enayilik” olduğu anlamına gelir.
Türkiye’de devlet, artık, iktidarların makarna, bulgur sadakalarıyla halkı besleyip sonra da canı sıkıldığında istediğini köteğe çekebildiği bir yer halini almış gibi görünüyor.
Kaldı ki adresleri belli olan ve hainlerle, katillerle açıkça görüşüp, cinayetleri, gaspı, ihaneti, katilleri öven , devleti açıkça tehdit edenlerin şiddetine cevap verilmeden, bu insanlar da devlete saygılı vatandaşlar gibi kovuşturulmuyorsa insan kendiliğinden şöyle düşünmeye başlıyor: “Demek ki önemli olan tehdit edebilir durumda olmak, şiddet göstererek karşısındakini sindirebilmek…”
Oysa devlet tam da bunun yapılamaması için gerekiyor… Eğer devlet eşkıyanın tehdidini cevapsız bırakınca şiddetin biteceğini düşünüyorsa.. Eğer devlet, eşkıyaya tepki gösterenleri artık sürekli “provokatör” diye töhmet altında bırakıyorsa… Eğer devlet meşru protestoları jopla sindirip hainlerin taşlarına, molotoflarına karşı sessiz kalıyorsa…
İşte o zaman devlet fiilen yok olmuş demektir. Çünkü şiddetin sözünü geçirdiği yerde kurallar buharlaşır. Yazılan her yazıdan sonra, insanların tutuklanma endişesi taşıdığı bir memlekette “kayıt altında olmak” demek bir gün gelir ki kayıtlı esirler ülkesinde yaşamak anlamına gelmeye başlar… Terörün, ırkçılığın , vatandaşlarını rehin almasına izin veren bir devlet için hukuk, buzdolabı kullanım kılavuzu kadar bile değeri olmayan keyfî bir mevzuat yığını haline gelmiş demektir.
Umalım ki gün gelip kendi memleketimizde kendi dilimizden utanır hale gelmeyelim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder