Putin: Tam benim kapitalizmim!
AKP’nin sekiz yılı geçen iktidar tecrübesi en çok liberaller için bir ayraç oldu. Ayraçlar, kimyada bir maddenin diğerlerinden ayrı şekilde ortaya çıkarak gözlenmesi için kullanılan maddelerdir. En çok bilinen de nişastayı tanımakta kullanılan iyottur. Bir karşımda nişasta varsa iyot derhal onunla kompleksleşir ve mor bir renk meydana gelir. Bundan dolayı biraz galat olmakla birlikte “İyot gibi açığa çıkmak” tabiri kullanılır.
Liberalizm terimi maalesef memlekete, Hayek ve Mises gibi ciddi düşünürlerden önce, sözde liberal bir parti olan ANAP’ın kayırıcı serbest piyasasıyla girdiği içindir ki çok sevilmedi. ‘90ların ortalarında başlayan tercüme faaliyetleriyle liberalizm artık enine boyuna tanınır hale geldi, bugün artık ciddi bir kitaplığı oluşmuştur.
Liberalizmin, ilk olarak, komuta ekonomisi sayabileceğimiz merkantilizme karşı serbest ticareti ve üretimin refaha etkisini metodik olarak ortaya koyan Adam SMITH ile ifade edildiğini söylemek sanırım yanlış olmaz. İşin ilginç yanı SMITH bir ahlâk profesörüdür! Yani serbest piyasa, üretim, iş bölümü gibi konuları ele almadan evvel daha kitabının en başında, piyasanın, kendi çıkarları için devlet adamlarını, siyasetçileri nasıl etkilemeye çalışabileceğinden bahseder. Ama nedense piyasaya getirdiği bu ahlâkî eleştiri bile onu sosyalistlerin gözünde yeterince ahlâklı kılmaz. Keza “Hoşgörü Üstüne Bir Mektup” ile John LOCKE devlet gücünün ifade hürriyeti aleyhine kullanılmasının ahlâkî eleştirisini yapar ama o da “vahşi bir serbestlik” isteyenlerden sayılmaktan kurtulamaz.
Liberalizmin “çeşitlerine” dair çeviriye dayalı “telif” eserlerin pek çoğunun zayıf tarafı, çeşitli görüşleri aynı anda ifade etmekle işin bittiğinin sanılmasıdır. Bu eserlerin hemen tamamı akademik tezlerin kitaplaştırılmış halleridir. Akademik tezlerimizde eksik olan nokta, tez sahibinin kendisinin bir “tez” ileri sürmemesi, sadece ilgilendiği konuya matuf eserlerden alıntılar yığmasıdır. İşte bu yüzden maalesef liberal literatürün yerli eserlerinin pek azında yazarın konu hakkındaki kişisel hükmüne/kanaatine tesadüf edersiniz.
Kaldı ki geri bir toplumun liberalleri olarak liberallerimiz, liberalizmin ahlâkî müdafaasını yapmakta hem isteksiz hem de yetersiz kalmışlardır. Çünkü kafalarında belirli bir ahlâk nosyonu yoktur! Bundan dolayıdır ki meselâ masumiyet karinesine aykırı davranılan insanlara ahlâk adına saldırırken, açık şiddet ve ırkçılık yapan etnik terör ve onun sözde siyasetçilerine karşı kesin bir sükût göstermektedirler. Bunun yanı sıra “Nasıl bir liberalizm?” sorusuna da cevap verememekte ve meselâ hükûmetin sekiz yıldır yürüttüğü ekonomik faaliyetleri tahlil edemedikleri gibi etnik ırkçılığın ve etnik terörün tezlerini de liberal kurama göre eleştirememektedirler.
Görüldüğü gibi ülkemizde liberaller - liberalizmin, sosyalizmin hiçbir şekilde içermediği bir normatif ahlâk felsefesine sahip olmasına rağmen- ülkemizin sorunlarıyla ilgili ahlâkî bir tutarlılık göstermemektedirler. Bunun yanı sıra siyasî ve iktisadî uygulamalarda, en azından Avusturya Okulu gibi bir okulun fikrî kudretinden yararlanılabilecekken elle tutulur hiçbir öneri ve eleştiri getirememeleri güvenilirliklerini daha da zedelemiştir.
Bunun en büyük sebebi, liberal camianın da diğer bütün düşünce grupları gibi genişlemeye duyduğu hayranlıktır.
Genişleyince daha fazla etki edeceğini düşünmek yanılgısı, liberallerin, kendileriyle ilgisiz pek çok kişinin etkisinde kalmalarına yol açmıştır. Kökenleri açıkça Marksist olan Ali BAYRAMOĞLU, ALTAN biraderler, Hasan CEMAL, Cengiz ÇANDAR gibi isimlere tuhaf ödüller verilmiş, bu insanların liberalizm adına konuşmaları hiç eleştirilmemiştir. Oysa liberalizm daha metodik olarak incelenmeden evvel bu insanların liberal bir endişe taşıdıklarına dair en ufak delil yoktur!
Daha sonra liberal camiaya etnik ırkçılar dahil olmuş ve liberal kuramı etnik ırkçılığa açıkça alet etmişlerdir. Nitekim 2009 Eskişehir/ “ Türkiye’de Çok Kültürlük ve Etnisite” adlı bir toplantıya PKK yandaşları açıkça damgalarını vurmuşlardır.
Liberalizm, normatif ahlâkı ile doğru ve yanlış ayırımını yapabilmemize yarayan çok ciddi bir felsefeye sahiptir. Bu kesinliği ile o sosyalizmin gücü meşrulaştıran bulanık, teleolojik ve çataldilli ahlâk(sızlığı)ından çok daha ileridedir. Sosyalizm “ne pahasına olursa olsun”cu bir “devrimcilik” ile bütün ahlâkî normları “burjuva” suçlamasıyla çöpe gönderirken , kurmayı düşündüğü toplumun nasıl içini boşalttığını fark etmeyen bir barbarlık manifestosu tapınmasından öteye gidememiştir.
İş adamlarının devleti istismar etmesi ihtimalini hatırlatarak başlayan bir eserin bile “vahşi kapitalizm” halüsinasyonuyla ilişkilendirilmesi, işte bu ahlâk yoksunluğunun neticesidir.
İşte böyle bir ideolojinin eski militanlarının liberal etiketini sahiplenmesine ses çıkarılmaması, bu tip eyyamcıların liberalizmi rehin almasına yol açmıştır! Liberalizmin etnik ırkçılıkça sömürülmesine karşı çıkılmadığı içindir ki bu gün liberaller “vatansız”, “soysuz”, “köksüz”, “ahlâksız”, “ikiyüzlü”,” bölücü”, “terör yandaşı”, “liboşlar” olarak görülmektedir.
Çünkü liberal camia ezelden kendi milletine yabancılaşmış enternasyonalist solcuların güdümüne girmiştir. Bu enternasyonalist tavır özellikle 2007’den sonra liberal camiayı iyice esir almış ve liberalizmin Türk düşmanlığı için kullanılmasının önünü açmıştır. Oysa dünyada kendi milletine düşman, kendi milletini inkâr eden, kendi milletinin menfaatini öncelemeyen tek bir liberal yokken!
Büyük düşünür ve Avusturya Okulu’nun dahi iktisarçısı Ludwig Von Mises “İnsan Eylemi” adlı muhteşem eserinin 163. Sayfasında şöyle demektedir: “ ….Ancak antropoloji, Alman ulusunun ortak atalardan gelen homojen bir grup olmadığını, çeşitli ırkların, kabilelerin ve soyların bir karması olduğunu açıklamaktadır.” Görüldüğü gibi Mises ulus/millet kavramının var olmadığını iddia eden bizim liberallerimizden çok daha basiretli şekilde Alman milletleşmesini izah etmiştir.
O halde…
Bugün devlet bankalarının, yani vergi mükelleflerinin kanıyla beslenen bankaların, iktidar yanlısı şirketleri finanse ettiği haberleri ortalarda dolaşırken…
Etnik ırkçılık terör ve sözde siyaset ile toplumsal yapımızı ve devletimizi sürekli tehdit ederken…
Yabancılaşmış sosyalist okumuşların dümen suyunda giden ve kendi fikriyatından yoksun liberallerin bu gün etnik ırkçılığı ve açık korporatizmi eleştirememelerini bu yüzden doğal karşılamalıyız.
Fakat bu, yapılanlara sessiz kalmak demek, olamaz. Sürekli istismar edilen demokrasi ve haklar kuramının doğrusunu insanımıza sürekli izah etmek bir fikrî namus meselesidir. Liberalizmi komünist eskisi istismarcıların yalanlarından ve riyakârlığından temizlemek en başta birazcık ahlâkî endişe taşıyan her liberalin boynunun borcudur.
Millî ve üniter devletin liberalizme aykırı olduğunu savunanlara , liberal ilkeler ışığında, devletleşme ve milletleşme tezlerimizi ortaya koyarak karşı çıkmak, en önemli entelektüel sorumluluğumuzdur!
Etnik ırkçılığı ve terörü, korporatizmi ( ki bu sadece devletten menfaat gruplarına ekonomik ayrıcalık sağlamayı değil aynı zamanda kamu istihdamında ayrımcılığı da içerir) en başta ahlâkî olarak eleştirmeyen hiç kimsenin sözünü liberalizm adına kabul etmemeliyiz! Çünkü ahlâkî bir muhakemeden geçirilmeksizin, önerilen hiçbir fayda mülâhazası, gereçli kabul edilemez!
Bugün liberalizm, liberallerin gaflet ve cehaletinden dolayı hakkıyla incelenemeyen ciddi bir ideolojidir. Hükümsüzlük çıkmazında bunalan ve doğruyu bulamamaktan yakınan geri kalmış toplumumuzda özellikle ve doğru şekilde incelenmelidir. Görünen o ki bunu, komünist eskisi, etnik ırkçı ve eyyamcı liberallerle yapmak mümkün değildir. O halde serinkanlı ve millî hassasiyet ışığında ahlâkî felsefesini göz ardı etmeksizin ve önermelerini bu veçheden tartmayı elden bırakmadan okunmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder