Hükûmet, ısrarla terörün açılımın önünü kesemeyeceğini söylüyor. Açılım nedir? Açılım, ülkenin bir milletten oluşmadığını, çeşitli etnik kimliklerden oluştuğunu kabul ederek, toplumu resmî şekilde etnik kompartımanlara ayırmak demektir. “Türkiye’de sadece Türk’ler yok!”, “Türk, buradaki etnik gruplardan yalnızca biri!”, “Anayasa’daki Türk kimliği ayrıştırıcıdır!”, “Sen “Ne mutlu Türküm diyene! Dersen o da Ben Türk değilim ki! Der” benzeri cümlelerin tamamı, zaten Türk milletleşmesine duyulan soğukluğun birer örneğidir.
Peki “açılımla” ne yapılıyor? Etnik ırkçılığın farklılık söylemi benimsenip Türk adının anılmamasına çalışılıyor…
Etnik ırkçılığın kabileci asabiyesi benimsenerek Türk adının siyaseten silinmesine çalışılıyor.
Etnik ırkçılığın “ayrı dil” söylemi aynen uygulanarak bir kabile diline resmî televizyon tahsis ediliyor…
Peki bu yapılanlar gerçekten barışı getiriyor mu? Etnik ırkçılar yapılanlara ve söylenenlere bakarak “ PKK bir terör örgütüdür, ifade hürriyeti hakkının korunmasında biz hükümetimizle kendi bildiğimiz gibi konuşuruz, kimseyi tehdit etmeyiz!” mi diyor?
Yoksa “ Kendi savunma gücümüzü kuracağız!” mı diyor?
Peki hükümetin söylemleri ile etnik ırkçılığın iddiaları arasında ne fark var? Veya… Hükûmetin iki dilliliği sadece resmen tanımaksızın hayatın her alanına sokmasına veya sokulmasına sessiz kalması, Türk Milletini bir kabile gibi görmesi, teröristlerle Türk Ordusunu bir kefeye koyması, ordu mensuplarını sürekli terörist ve darbeci olmakla itham etmesi acaba Kürt kökenli vatandaşlarımızın teröre ve etnik ırkçılığa ilgisini azaltıyor mu?
İktidarın açılım söylemi, içinde sadece terör müdafaası bulunmayan, bunun dışında tam da etnik ırkçıların, terör eylemlerini meşrulaştırmak için kullandıkları mantıktan (!) ibaret görünüyor.
Görünen o ki patlıcana “balican” dediği için ayrı bir dil kullandığını sananlar, hükûmetin sosyo ekonomik önlemleriyle, açılım popülizmiyle falan ilgilenmiyor. Mevcut iktidar döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, daha evvel fak-fuk fon olarak bilinen ve istisnai bir çözüm olan yeşil kart muazzam yaygınlaştırılmıştır. Ayrıca çocukların okullara devamını sağlamak için yapılan “şartlı nakil transferi” gibi uygulamalarla bölge halkı paraya boğulmak istenmiştir.
Bütün bunların ötesinde, iktidar “Sivas’ın doğusuna gidemiyorlar!” söylemiyle ayrımcılık ve etnikçilik tutkusunu alenen beyan etmiştir. Hükûmetin seçim emniyeti, partileşme teminatı, can ve mal güvenliği gibi konuları ülkenin her yerinde istisnasız sağlaması gerekirken , muhalefetin memleketin bazı bölgelere girememesinden bir de memnuniyet duyması, zaten etnik ırkçılığın fiilî egemenliğini kabul etmesi demektir.
İktidar “Sivas’ın doğusu” söylemiyle, bölge halkını , kendisiyle PKK arasında bir tercihe itip kendisine mecbur etmeye çalışmaktadır.
Bir milletin toplumsal yapısının etnik aidiyetlere parçalanmasıyla, ülkenin bir bölümünün “gidilemez” olması adına ne denirse densin etnik ırkçılığın hedefleridir ve bunları konuşmak ancak etnik ırkçılığın elinin güçlenmesine hizmet eder.
Zaten etnik ırkçılık, Kürt kökenli Türk vatandaşlarının tamamını PKKlılaştırmaya çalışmakta ve her gösteride “Halk PKK, PKK halk!” sloganları atılmaktadır. İktidarın bu konudaki suskunluğu ve tepkisizliği de zımnen etnik ayrılıkçılığın desteklenmesi gibi algılanmaktadır.
Oysa etnik ayrılıkçılık yandaşları ne TRT “Şeşle” ne “şartlı nakil transferi” ile ne yeşil kartlarla ilgilenmektedir. İktidarın sözde çözüm için yaptığını söylediği hiçbir iş etnik ırkçıları ilgilendirmemekte ve müteşekkir de kılmamaktadır.
İktidarın söyledikleri ya gerçekte umursanmamakta veya tam anlamıyla etnik ırkçılığın söylemleriyle örtüşmektedir.
Etnik ırkçılar savaşla kazanılmış ve hakkındaki tartışmalar savaşla bitirilmiş bir meşru devleti “demokrasi” istismarıyla yıkmaya çalışırken iktidar da “daha fazla demokrasi” safsatasıyla sorunu çözeceğini sanmaktadır. İktidarın “daha fazlasını” vermeye çalıştığı demokrasi, etnik ırkçılığın devleti yıkmak için kullanmak istediği çarpık demokrasiden başka bir şey değildir ve ne yazık ki bu gerçeği sadece iktidar görememektedir.
Hayalî terör örgütlerinin soruşturulması sırasında özensizce hırpalanan masumiyet karinesinin, çocuklarımızı yakıp parçalayan göstericilere tem tekmil uygulanması da son derece manidar ve üzücüdür.
Etnik ırkçılık özü itibariyle insanlık dışı ve gayrı meşru bir faaliyettir ve silâhsız da olsa siyasette kendisine yer bulamamalıdır. İktidarın yapması gereken, her gün gözünün önünde işlenen sayısız açık suçu, faillerine ve siyasi sonuçlarına, oy kayıplarına aldırmadan soruşturmaktır. Eğer iktidarın etnik topluluklar hayali gerçekleşirse, zaten artık kendisinin de Sivas’ın doğusuna gitmesi mümkün olmayacaktır.
Bir ülkenin toplumsal bütünlüğünün iktidarca tartışmaya açılması demek bütünlüğün reddedilebilir olduğu anlamına gelir ki zaten etnik ırkçıların reddiyeciliği doğrudan bu çarpık “tartışma fetişizminden” beslenmektedir.
Toplumun bütün kesimlerini kucaklaması gereken bir iktidar toplumu etnik kompartımanlara ayıramaz! Toplumun suça bulaşmış kesimlerini de benimseyen bir iktidar, toplumun, uğruna yaşadığı değerlerin hiçbir öneminin olmadığını, katille maktulün, hırsızla mağdurun aynı kişiler olduğunu söylüyordur. İktidar yetkisinin aldığı milletin düşmanı etnik ırkçıların liderlerini (Seyit Rıza gibi) “Bizdendir” diye benimseyen bir hükûmet bindiği meşruiyet dalını kesiyor demektir.
Böyle bir anlayışın, etnik ırkçılığın şiddet tehdidini bitirebilmesi mümkün değildir. Söyledikleri, etnik ırkçılıkça umursanmayan bir partinin, hâlâ karşısında bir muhatap varmış, politikaları etkili oluyormuş gibi yapması da ancak gözbağcılık olarak nitelenebilir. Eğer milletin bir kesimi etnik ırkçılıkça güdülür hale gelmişse, yapılacak iş, etnik ırkçılığın söylemlerini kullanarak o kesimden oy almaya çalışmak olmamalıdır.
Etnik ırkçılığın tek uzlaşma şartı, kendisine kayıtsız şartsız teslim olunmasıdır ki “Sivas’ın doğusu” söyleminin kullanan bir parti, ister iktidar osun ister muhalefet fiilen Sivas’ın doğusunu etnik ırkçılığa teslim etmiş demektir ve böylece ancak etnik ırkçılıkla uzlaşarak orada bulunabildiğini itiraf ediyor demektir.
Hükûmetin öncelikli görevi, devletin ve onun sahibi Türk Milleti’nin etnik ırkçılıkça tehdit edilmesinin önünü almaktır. Muhalefeti ülkenin batısına hapsetmek için etnik ırkçılığın söylemlerini paylaşmak tam anlamıyla siyasi bir intihardır. Eğer bu intihar teşebbüsü fesihle sonuçlanmaz da mevcut söylemler tekrar iktidara getirilirse toplumsal barış geri dönülmez şekilde bozulup ülke hem toplumsal hem de siyasî olarak bölünebilir.
Hükûmet etnik ırkçılığa yaranmak adına Türk adının inkârına sığındıkça aslında ne etnik ırkçılarca önemsenmekte ne de Türk Milleti tarafından sempatiyle karşılanmaktadır…
Sivas’ın doğusu siyasete kapatılıyorsa bundan yararlanmak ahlâka ve hukuka sığdırılamaz. Sivas’ın doğusunu siyasete açamayan bir hükûmet, muhalefeti halktan kopmakla aşağılayacağına bu durumu engelleyememiş olanın kendisi olduğunu en azından kendine sessizce itiraf etmeli ve milleti daha fazla meşgul etmekten vazgeçmelidir. Milletimize düşen de devleti terör karşısında aciz bırakanları seçimde görevden almaktır.
Peki “açılımla” ne yapılıyor? Etnik ırkçılığın farklılık söylemi benimsenip Türk adının anılmamasına çalışılıyor…
Etnik ırkçılığın kabileci asabiyesi benimsenerek Türk adının siyaseten silinmesine çalışılıyor.
Etnik ırkçılığın “ayrı dil” söylemi aynen uygulanarak bir kabile diline resmî televizyon tahsis ediliyor…
Peki bu yapılanlar gerçekten barışı getiriyor mu? Etnik ırkçılar yapılanlara ve söylenenlere bakarak “ PKK bir terör örgütüdür, ifade hürriyeti hakkının korunmasında biz hükümetimizle kendi bildiğimiz gibi konuşuruz, kimseyi tehdit etmeyiz!” mi diyor?
Yoksa “ Kendi savunma gücümüzü kuracağız!” mı diyor?
Peki hükümetin söylemleri ile etnik ırkçılığın iddiaları arasında ne fark var? Veya… Hükûmetin iki dilliliği sadece resmen tanımaksızın hayatın her alanına sokmasına veya sokulmasına sessiz kalması, Türk Milletini bir kabile gibi görmesi, teröristlerle Türk Ordusunu bir kefeye koyması, ordu mensuplarını sürekli terörist ve darbeci olmakla itham etmesi acaba Kürt kökenli vatandaşlarımızın teröre ve etnik ırkçılığa ilgisini azaltıyor mu?
İktidarın açılım söylemi, içinde sadece terör müdafaası bulunmayan, bunun dışında tam da etnik ırkçıların, terör eylemlerini meşrulaştırmak için kullandıkları mantıktan (!) ibaret görünüyor.
Görünen o ki patlıcana “balican” dediği için ayrı bir dil kullandığını sananlar, hükûmetin sosyo ekonomik önlemleriyle, açılım popülizmiyle falan ilgilenmiyor. Mevcut iktidar döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, daha evvel fak-fuk fon olarak bilinen ve istisnai bir çözüm olan yeşil kart muazzam yaygınlaştırılmıştır. Ayrıca çocukların okullara devamını sağlamak için yapılan “şartlı nakil transferi” gibi uygulamalarla bölge halkı paraya boğulmak istenmiştir.
Bütün bunların ötesinde, iktidar “Sivas’ın doğusuna gidemiyorlar!” söylemiyle ayrımcılık ve etnikçilik tutkusunu alenen beyan etmiştir. Hükûmetin seçim emniyeti, partileşme teminatı, can ve mal güvenliği gibi konuları ülkenin her yerinde istisnasız sağlaması gerekirken , muhalefetin memleketin bazı bölgelere girememesinden bir de memnuniyet duyması, zaten etnik ırkçılığın fiilî egemenliğini kabul etmesi demektir.
İktidar “Sivas’ın doğusu” söylemiyle, bölge halkını , kendisiyle PKK arasında bir tercihe itip kendisine mecbur etmeye çalışmaktadır.
Bir milletin toplumsal yapısının etnik aidiyetlere parçalanmasıyla, ülkenin bir bölümünün “gidilemez” olması adına ne denirse densin etnik ırkçılığın hedefleridir ve bunları konuşmak ancak etnik ırkçılığın elinin güçlenmesine hizmet eder.
Zaten etnik ırkçılık, Kürt kökenli Türk vatandaşlarının tamamını PKKlılaştırmaya çalışmakta ve her gösteride “Halk PKK, PKK halk!” sloganları atılmaktadır. İktidarın bu konudaki suskunluğu ve tepkisizliği de zımnen etnik ayrılıkçılığın desteklenmesi gibi algılanmaktadır.
Oysa etnik ayrılıkçılık yandaşları ne TRT “Şeşle” ne “şartlı nakil transferi” ile ne yeşil kartlarla ilgilenmektedir. İktidarın sözde çözüm için yaptığını söylediği hiçbir iş etnik ırkçıları ilgilendirmemekte ve müteşekkir de kılmamaktadır.
İktidarın söyledikleri ya gerçekte umursanmamakta veya tam anlamıyla etnik ırkçılığın söylemleriyle örtüşmektedir.
Etnik ırkçılar savaşla kazanılmış ve hakkındaki tartışmalar savaşla bitirilmiş bir meşru devleti “demokrasi” istismarıyla yıkmaya çalışırken iktidar da “daha fazla demokrasi” safsatasıyla sorunu çözeceğini sanmaktadır. İktidarın “daha fazlasını” vermeye çalıştığı demokrasi, etnik ırkçılığın devleti yıkmak için kullanmak istediği çarpık demokrasiden başka bir şey değildir ve ne yazık ki bu gerçeği sadece iktidar görememektedir.
Hayalî terör örgütlerinin soruşturulması sırasında özensizce hırpalanan masumiyet karinesinin, çocuklarımızı yakıp parçalayan göstericilere tem tekmil uygulanması da son derece manidar ve üzücüdür.
Etnik ırkçılık özü itibariyle insanlık dışı ve gayrı meşru bir faaliyettir ve silâhsız da olsa siyasette kendisine yer bulamamalıdır. İktidarın yapması gereken, her gün gözünün önünde işlenen sayısız açık suçu, faillerine ve siyasi sonuçlarına, oy kayıplarına aldırmadan soruşturmaktır. Eğer iktidarın etnik topluluklar hayali gerçekleşirse, zaten artık kendisinin de Sivas’ın doğusuna gitmesi mümkün olmayacaktır.
Bir ülkenin toplumsal bütünlüğünün iktidarca tartışmaya açılması demek bütünlüğün reddedilebilir olduğu anlamına gelir ki zaten etnik ırkçıların reddiyeciliği doğrudan bu çarpık “tartışma fetişizminden” beslenmektedir.
Toplumun bütün kesimlerini kucaklaması gereken bir iktidar toplumu etnik kompartımanlara ayıramaz! Toplumun suça bulaşmış kesimlerini de benimseyen bir iktidar, toplumun, uğruna yaşadığı değerlerin hiçbir öneminin olmadığını, katille maktulün, hırsızla mağdurun aynı kişiler olduğunu söylüyordur. İktidar yetkisinin aldığı milletin düşmanı etnik ırkçıların liderlerini (Seyit Rıza gibi) “Bizdendir” diye benimseyen bir hükûmet bindiği meşruiyet dalını kesiyor demektir.
Böyle bir anlayışın, etnik ırkçılığın şiddet tehdidini bitirebilmesi mümkün değildir. Söyledikleri, etnik ırkçılıkça umursanmayan bir partinin, hâlâ karşısında bir muhatap varmış, politikaları etkili oluyormuş gibi yapması da ancak gözbağcılık olarak nitelenebilir. Eğer milletin bir kesimi etnik ırkçılıkça güdülür hale gelmişse, yapılacak iş, etnik ırkçılığın söylemlerini kullanarak o kesimden oy almaya çalışmak olmamalıdır.
Etnik ırkçılığın tek uzlaşma şartı, kendisine kayıtsız şartsız teslim olunmasıdır ki “Sivas’ın doğusu” söyleminin kullanan bir parti, ister iktidar osun ister muhalefet fiilen Sivas’ın doğusunu etnik ırkçılığa teslim etmiş demektir ve böylece ancak etnik ırkçılıkla uzlaşarak orada bulunabildiğini itiraf ediyor demektir.
Hükûmetin öncelikli görevi, devletin ve onun sahibi Türk Milleti’nin etnik ırkçılıkça tehdit edilmesinin önünü almaktır. Muhalefeti ülkenin batısına hapsetmek için etnik ırkçılığın söylemlerini paylaşmak tam anlamıyla siyasi bir intihardır. Eğer bu intihar teşebbüsü fesihle sonuçlanmaz da mevcut söylemler tekrar iktidara getirilirse toplumsal barış geri dönülmez şekilde bozulup ülke hem toplumsal hem de siyasî olarak bölünebilir.
Hükûmet etnik ırkçılığa yaranmak adına Türk adının inkârına sığındıkça aslında ne etnik ırkçılarca önemsenmekte ne de Türk Milleti tarafından sempatiyle karşılanmaktadır…
Sivas’ın doğusu siyasete kapatılıyorsa bundan yararlanmak ahlâka ve hukuka sığdırılamaz. Sivas’ın doğusunu siyasete açamayan bir hükûmet, muhalefeti halktan kopmakla aşağılayacağına bu durumu engelleyememiş olanın kendisi olduğunu en azından kendine sessizce itiraf etmeli ve milleti daha fazla meşgul etmekten vazgeçmelidir. Milletimize düşen de devleti terör karşısında aciz bırakanları seçimde görevden almaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder