6 Aralık 2010 Pazartesi

Daha Nasıl Bölüneceğiz?



Milliyet’te sabah sabah bir haber okudum. Başlığı “Kürt’lerin Savunma Gücü Planı”.

Kürt’lerin bir “öz savunma birliği” kuracağı yazılı. Aslında doğrudan alıntı yapmak en güzeli…

DTK Örgütlenme Komisyonu tarafından yapılan açıklamada, Öcalan’ın dikkat çektiği “Öz savunma gücü”ne vurgu yapılarak, bir “Güvenlik gücü” oluşturulacağı belirtilerek, “Halkımızın kültürel ve fiziki soykırıma maruz bırakılma süreci devam ettiği sürece, devlet eliyle yürütülen fuhuş, uyuşturucu ve diğer toplumsal istismarlara karşı Kürt halkının kendi güvenliğini ve örgütlülüğünü oluşturması gerekliliği ifade edilmiştir” denildi.


Oluşturulacak ‘güvenlik gücü’nün, semt ve mahalle komiteleri şeklinde örgütleneceği, halkın sorunlarında hakem rolü üstleneceği, gelen şikâyetleri değerlendirip sonuçlandıracağı öğrenildi. Komitenin ayrıca fuhuş, uyuşturucu gibi suçlarla da mücadele edeceği ve bu kapsamda oluşturulan “sivil güvenlik birimleri” aracılığıyla caydırıcı rol üstleneceği kaydedildi.


Sağlık ayağı da kuruluyor
DTK’nın Diyarbakır’da düzenlediği “Sağlık Kurultayı”nda demokratik özerkliğin sağlık ayağının da oluşturulması yönünde karar alındı.
Taslakta, “Kürdistan coğrafyasında Kurucu Sağlık Meclisi’nin kurulması, Öcalan’ın sağlık koşullarının tespiti ve tedavisine yardımcı olmak amacıyla Kürdistan, Türkiye ve uluslararası sağlık örgütüne görev çağrısında bulunulması ve gönüllü bir ekibin kurularak sürece müdahil olması” ifadelerine yer verildi. “



Yaptığım, şimdiye kadar söylenenlerin bir tekrarı olacak ama en azından kıyamet günü geldiğinde, gafillerden olmadığımı göstermek için elimde bir delil bulunacak…



Haberde DTK diye bir örgütlenmeden bahsediliyor. Ne yapıyor DTK? Bebek katili, şerefsiz, haklarından mahrum edilmesine, yani insanlığının eksiltilmesine karar verilmiş bir yaratığın emirlerini hayata geçirmeye çalışıyor. Bu bir yorum mu? Hakaret mi? Hayır, elbette değil! Çünkü bebek katilinin, katil, hain, kışkırtıcı olduğu iki defa yapılan mahkemesinde tasdik edildi. Yani? Yani onun sizin benim gibi sıradan insanların arasında bulunmaya hakkının olmadığı, ifade hürriyeti hakkını kaybettiği, sosyal hayatta yer almaya lâyık olmadığı ispatlandı.



Şimdi bazılarınız “Canım nice hırsızlar, katiller var ki tahliye edilince normal insanlar oluyor!” diyebilir. O zaman bu safdil arkadaşlarımıza o hırsızların ve katillerin, “Türk Milleti adına karar veren mahkemelerin varlığını ve hakemliğini" peşinen kabul ederek suç işlediklerini, bu yüzden de cezalarını çektikten sonra topluma dönebildiklerini hatırlatmak isterim. Yani bebek katili, sıradan bir hükümlü değildir!


O ekmek yediği hukuk düzenine ihanet etmiş, Türk Milleti’nin içine – ki Kürt kardeşlerimizi milletleşmemizin bir parçası saydığımızı sayısız defalar dile getirmişizdir- ırk nefretini sokmak için her türlü ihaneti sergilemiş bir alçaktır! O yüzendir ki onun aklı, sözleri, varlığı bizim için hiçtir!



Demek ki DTK denen örgüt böyle bir adamı muteber sayıyor. Yani? Haini, suçluyu ve katili muteber sayıyor ve Türk adaletine değil, kendi sokak çetelerinin hakemliğine güveniyor.



Her şeyden önce şöyle bir ifade asılsızdır: “Halkımızın kültürel ve fiziki soykırıma maruz bırakılma süreci devam ettiği sürece, devlet eliyle yürütülen fuhuş, uyuşturucu ve diğer toplumsal istismarlara karşı Kürt halkının kendi güvenliğini ve örgütlülüğünü oluşturması gerekliliği ifade edilmiştir.”



Soykırım yapılan insana “yeşil kart” verilmez! Yani, aldığı hizmet için beş kuruş katkıda bulunmamış insanlara, altındaki arabaya rağmen yeşil kart vermiş bir devlete soykırımcı denemez! Kültürel soykırım diye uydurulan şey nedir bilemiyoruz. Bugün yaşları yirminin üzerinde Kürtçe isimli pek çok Türk vatandaşı varsa, yaklaşık otuz yıldır, Kürtçe içerikli sayısız Marksist yayın yapılıyorsa, bu memlekette “kültürel soykırım” yapıldığını söylemek, yalandır!



Bölgede bahsi geçen uyuşturucu trafiğinin PKK’nın elinde olduğu, bölgede yerel feodalitenin en büyük gelirinin de uyuşturucu olduğu, artık sıradan genel kültür bilgisi halini almıştır.



Yalnız ifadelerin asıl ürkütücü tarafı, artık sokak çetelerinin adalet dağıtmaya başlayacak olduğunun söylenmesidir. Yani? Yani televizyonlarda polisi taşladığını, çocuklarımızı molotofladığını, bombaladığını gördüğünüz köpeklerden, “öz savunma gücü” denen adalet mekanizmasının kurulacağı söyleniyor.



Ayrıca Kurucu sağlık meclisi oluşturulacakmış! Yani? Bölgede etnik ırkçılığın her türlü hakaretine rağmen görev yapan doktorlarımızın yerine “etnik doktorlar” görev yapacak demek ki?



İmdi… Buraya kadar olan ifadelerin tamamı bölünme ilanıdır! Bir memleketin resmi sınırlarla ayrılması işin en son aşamasıdır. Buraya kadarki ifadelerin tamamı zaten ülkenin etnik ırkçılığın siyasetine göre bölüneceğinin ilânıdır! Yani artık sokaklarda Türk polisi dışında bir takım adamlar, anlaşmazlıkları çözmek için ellerinde joplar, sopalar ve belki silâhlarla dolaşacak ama ülke harita üzerinde bütün göründüğü için bölünmediğimizi sanacağız öyle mi?



Memlekette hakkımızı, hukukumuzu koruyacak “Türk Milleti adına” karar veren mahkemeler bir yanda duracak ama biz “halkların kardeşliği” adına, aşiretlerin eli sopalı adamlarının bizi adam etmesine, bize hak dağıtmasına izin vereceğiz ve gene haritada sınırlar değişmediği için “barış” içinde yaşadığımızı düşüneceğiz, öyle mi?


Memlekette olmadık mahrumiyetlerle görev yapan doktorlarımız , yok sayılacak, nasıl yapılacağı belli olmayan bir “Kürt sağlık sistemi” kurulacak ve biz gene haritamızda bölünme görülmediği için demokraside yaşadığımızı düşüneceğiz, öyle mi?



Peki ya bunlara razı olmazsak? O zaman kardeşlik bozulacak öyle mi? Barış bozulacak öyle mi?



O zaman barışı ve kardeşliği sürekli istismar edenlere bir şey hatırlatmakta fayda var. Bir millet, kendi evinde kendinden ayrı iş yapanları düşman sayar. Millet olmanın özelliği, kendi egemenlik alanında kendi bildiğince iş yapmaktır. Buna izin vermeyen, bunu hiçe sayan herkes o milletin düşmanıdır. Düşman nedir? Kendi varlığı için bizim varlığımızın yok edilmesi gerektiğini düşünen kişi veya gruplardır.



Milletleşme içinde gayet basit bir ifade hürriyeti problemini halletmek yerine bu problemden bölünmek emeli çıkaranlar, Türk varlığına karşı olanlardır ve düşmanlarımızdır.
Hep söyledik ama tekrar söyleyelim. Yukarıdaki sözleri söyleyenlerin meclisimizde temsil hakları olmadığı gibi vatandaşlık hakları da aslında kendiliğinden ortadan kalkmıştır.



Yukarıdaki sözleri söyleyenler, kendilerine konuşmak, sağlık hizmeti görmek, okumak, mülk edinmek hürriyetini veren büyük milletleşme sürecine ve bunun bedelini yedi düvele karşı kanıyla ödemiş Türk Milleti’ne ihanet etmektedirler. Ailesine ihanet edenin evde barınmaya hakkı kalmaz!



Merak ettiğim ilk şey, vatandaşlık hakkının gereği olarak “milleti temsil” iddiasındaki ve bundan dolayı da hesap vermek mecburiyetindeki bir hükûmeti protesto etmenin en ağır şekilde şiddetle karşılaştığı memlekette yukarıdaki sözler karşısında kimin ne yaptığı? İkincisi de şu:



Yukarıdaki ifadelerin sayısız defalar tekrarlandığı bir memlekette hâlâ barıştan, kardeşlikten bahseden bütün enternasyonalist vatansız liberaller, sosyalistler ve dinciler! Hepinize soruyorum: “ Bölünmek için daha ne gerekiyor?”




2 yorum:

bilge dedi ki...

Afşar abi eline sağlık, mükemmel bir yazı..

Afşar Çelik dedi ki...

Sağol herifusum senin de ayağına sağlık, hoşgelmişsin.