"Kırmızı halı kaçkını Aslan Güner, First Lady Hayrünnisa Gül’ün elini sıkmadı. Özal’ın vefat ettiği gün, ambulansı tamire, doktoru izne gönderdiği söylenir. Akıl danıştığı kişiler, Hurşit Tolon ve Tuncer Kılınç’tır. Ergenekon’un sivil kanadı ile sıkı irtibat halindedir.”
Camileri bombalayıp, kendi F16’mızı düşürerek, darbe yapmayı planlayan muvazzaflar arasında, Tuğamiral Cem Çakmak da var. Tuğamiral Çakmak, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütü üyesi olmak suçundan tutuklandı. "
Bu cümleler, medyadan alıntı yapan Yılmaz ÖZDİL’in yazısından alıntı. Yani bir nevi suyunun suyu.
Yazılardaki üslubun seviyesi ayrı bir tartışma konusu. Ama bir nokta var ki o da “yargısız infaz” veya iftira sayılabilecek cümlelerin gayet pervasız kullanılmış olması…
“. Özal’ın vefat ettiği gün, ambulansı tamire, doktoru izne gönderdiği söylenir”
Cümle bir rivayetten bahsediyor. Yani? Aslı bilinmeyen bir olaydan bahsediliyor. Peki bu cümle niçin sarf ediliyor? İlgili şahsın itibarına gölge düşürmek için. Çünkü bir kişinin bir ölümle bu şekilde ilişkilendirilmesi, onun suçlu olduğu izlenimini uyandırmaktır.
“Ergenekon’un sivil kanadı ile sıkı irtibat halindedir.”
Ergenekon, varlığı ispatlanmış bir örgüt müdür? Bu konuda kesinleşmiş bir mahkeme kararı var mıdır? “Ergenekon”, tahmini bir yasadışı örgüte, medya tarafından yakıştırılmış bir isimdir. Daha varlığı kesinleşmemiş bir örgütün “sivil kanadından” bahsetmek doğrudan doğruya bir yargıdır.
“Camileri bombalayıp, kendi F16’mızı düşürerek, darbe yapmayı planlayan muvazzaflar arasında, Tuğamiral Cem Çakmak da var”
Bahsedilen “planın” darbe planı olup olmadığı, araştırılıyor. Bunun bir “plânlı tatbikat” metni olduğu zamanın komutanlarınca defalarca söylendi. Dolayısıyla ortaya çıkmış, kesinleşmiş bir darbe teşebbüsü yokken bir takım subayları, teşebbüse geçmiş gibi göstermek herhangi bir ahlâka sığabilir mi?
“Tuğamiral Çakmak, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütü üyesi olmak SUÇUNDAN tutuklandı.”
Böyle bir ifadeyi yazmak için ya kara cahil olmak lâzım veya art niyetli. Bir insan bir “iddiayla” tutuklanır veya bir “suçlamayla”… Ama bir “suç” mahkeme kararı ile sabit olur! Birini suçlamanız onun suçlu olduğu anlamına gelmez. “… suçundan tutuklanmak” demek, o suçun sabit olduğu anlamına gelir ki böyle bir ifadeyi, masumiyeti henüz geçerli bir insan için kullanmak alenen SUÇTUR.
Sol basında da –ki basına zaten sol kamp egemen- solcu olmayanlara yönelik olarak açılmış davalarda sanığı suçlu gibi göstermek, beraat etmiş sanıkları davadan sonra bile “falanca dava sanığı” diye anarak yaftalamak ilkesizliğinin hiçbir müeyyideye uğramıyor olması, çok ciddi bir problem.
Bu tip ifadeler, Türkiye’deki ifade hürriyeti problemini iyice çıkmaza sokuyor. Çünkü sürekli devletin kendileri üzerindeki baskılarından şikâyet eden kesimler, fertlerin hakları söz konusu olduğunda aynı özeni göstermek mecburiyetini hiç hissetmiyorlar.
Yapılan, ifade hürriyetinin açık istismarıdır. Bu istismarı gerçekleştiren çoğu dinci ve sosyalist ve şimdilerde ararlına katılan sözüm ona liberal enternasyonalistlerin bu tip bir istismarı yapabilmelerinin temel sebebi de “ferdi” kabul etmeden, “tanımadan”, toplumsal fikirler ileri sürmeleri…. Bu açıdan bakıldığında hepsi, etiketlerinden bağımsız şekilde kolektivisttir.
Çünkü ferdi, kendi başına anlamlı ve hakların kaynağı bir varlık olarak görmemektedirler. İnsanı, mensubiyetinin bir ürünü ve oyuncağı olarak kabul etmektedirler ki bu açıdan da Marksizme meyillidirler.
Çünkü ferdi, kendi başına anlamlı ve hakların kaynağı bir varlık olarak görmemektedirler. İnsanı, mensubiyetinin bir ürünü ve oyuncağı olarak kabul etmektedirler ki bu açıdan da Marksizme meyillidirler.
Bu meselenin bir diğer yönü, söz konusu kesimlerin bütün söylemlerinde egemen olan “eylem”, “mücadele” gibi kelimelerin altında yatan “söz yoksunluğudur”.
Bu kesimler, davranışların ancak kanun yapıcının zor kullanımı ile sınırlanabileceğini sanmaktadır. Onlar, medenî bir insanın, hiçbir fiili zorlama olmaksızın, hakları, bir tahdit/sınırlandırma ölçüsü olarak kabul edebileceğini idrak edememekte veya etmek istememektedirler.
Bütün anlayışları, “Müslümanların”, “proleterlerin” vs. iktidar denen mevkie gelip ellerindeki zor kullanmak yetkisiyle toplumu kesip biçmesinden ibarettir. İktidar için hayal ettikleri bu sınırsız gücün kendilerine yöneltilmesinin gene kendilerinin zımnî onayıyla olduğunu kolektivizmlerinden dolayı görememektedirler.
Sürekli tekrarlanan “kendine demokratlık” aslında son derece sığ bir ifadedir. Sorun, Türkiye’de kanunlardan önce ferdin varlığına, onun doğuştan gelen haklarına saygı duymak anlayışının henüz toplumda kendine yer bulamamasıdır.
Dolayısıyla hangi ideolojiye sahip olursak olalım, ferdin varlığını “tanımadıkça” giriştiğimiz bütün “fayda mülâhazalarının tek bir sonucu olacaktır: Yıkım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder