Felsefenin esamisinin okunmadığı popüler tartışmalarda en çok istismar edilen kavramlardan biri “bu topraklar”…
“Bu topraklar” olarak anılan coğrafyanın adı: Anadolu.
En sevilen hakikatlerden biri Anadolu’nun pek çok medeniyete, hanedana vs. ev sahipliği yapmış olması.
Bu bir hakikat midir? Şüphesiz evet…
Peki bundan türetilen iddialar hakikat midir? Hayır!
Nedir bu iddialar?
En başta geleni Anadolu’nun bir “mozaik” yapısı olduğudur.
Bir mozaikte bütün renkler birbirini örtmeksizin, aynı anda vardırlar ve hepsinin ayrı ayrı lekeleri hepsinden tamamen ayrı bir bütünü meydana getirir.
Bu gün böyle midir? Meselâ Frig’lerin bu gün yaşayan ve medeniyetimizde “ayrıca” görülen mozaiksel lekesi ( leke burada tuval üzerinde tonal olarak ayırt edilebilen boya parçası olarak kullanılmaktadır) var mıdır? Urartuların, sonradan keşfedilen kültürel mirasları dışında toplumsal yaşantımızda hâlâ Urartu adıyla anılan bir etkileri var mıdır?
Bu etkilerin hiç biri bu gün ayır edilebilir halde değildirler. Bu medeniyetlerin bu günkü hayatımıza etkileri olup olmadığını bilmiyoruz. Eğer var ise de mevcut büyük kültürümüzün içinde yani Türk kültürünün içinde eriyerek ona katılmıştır.
Çünkü bu tarihsel bir gerekliliktir. Tarihin âmir olmasından değil ama egemenin kültürünün, eski kültürleri kendiliğinden örtmesi yüzünden… O kültürlere kendi tonunu aşılaması yüzünden…
İşte bu yüzden Anadolu bir kültür mozayiği değildir. Mevcut kültürel çeşitliliğimiz Oğuz boylarının mahallî kültürlerden aldıklarını hazmederek oluşturdukları yeni bir kültürdür ve bu kültür de Türk kültüründen başka bir şey değildir. Çünkü bu kültürü oluşturanlar, Türk’lerdir. Mevcut çeşitlilik, Türk kültürünün kendi içindeki çeşitliliktir.
Anadolu’daki Kürt varlığı da buna dahildir. Kürt kökenli yurttaşlarımızın lisani farklılığının mutlak ve uzlaşmaz bir fark olmadığını Çuvaşlar’ın, Hakas’ların, Horoy’ların vs Türk topluluklarının lisani farklılıklarının onları Türk saymamıza engel olmadığını göstererek rahatlıkla cevaplayabiliriz. Ayrıca Kürt “kültürünün” Türk kültüründen hangi ayırıcı ve uzlaşmaz vasıflarla ayrıldığını da anlamak mümkün değildir. Bu noktada şu soru sorulmalıdır:
Türk kimdir?
Tarihin belli bir döneminde oluşturdukları hukuk birliği çatısı altında, kültürel olarak kendiliğinden benzeşmiş kavimlerin tamamıdır. Bu tanımın içinde ırktan bahsedilmediğine, kültürel olarak çeşitliliğe zaten yer verildiğine ve benzeşmenin doğallığının vurgulandığına dikkat çekmek isteriz.
Aynı fikir, Anadolu’nun “etnik” çeşitliliği iddiasını ispatlamak için kullanılıyor ve farkında olunmadan (umalım ki öyledir) Türk birliğine yönelik yabancı saldırıların ırkçı söylemlerine alet olunuyor.
Bu fikrin ırkçı söyleminde Anadolu’da saf ırkın olmadığı, hepimizin, eski medeniyetlerin torunu olan farklı etnik kökenlere sahip olduğumuzdan bahsediliyor.
Kaldı ki bazı arkeolojik buluntulardaki organik kalıntılara yapılan DNA testleri bu söylemi ispatlar yönde…
Buna rağmen bu söyleme sarılanlar nasıl olup da Anadolu’daki bu “kalıtsal” çeşitliliğin Türk adını yok edemediği sorusuna cevap vermekten kaçınıyor. Türkiye’de enternasyonalist sosyalistlerin, enternasyonalist liberallerin ve dincilerin iddialarının aksine zaten “saf ırk” diye bir şeyden bahseden kimse yok. Bu gruplar bir “ırkçı” hayaleti yaratarak, kendilerini benimsemeyenlere çamur atmak için bunu gayet ahlâksızca kullanmaktalar.
Ahlâksızca dememizin sebebi şudur ki Türk adının varlığını inkâr etmek için genetiği, kalıtımı kullananlar böylece toplumsal yapının temelinde “saf ırkı” aradıklarını zımnen söylemiş oluyorlar ve gene ya bunun farkında değiller ya da bunun açık bir iki yüzlülük olmasından hiç utanmıyorlar. Bu noktada mezkûr grupların, etnik ırkçılığın ve etnik terörün aleni veya dolaylı destekçileri olmasını tesadüf sayabilir miyiz?
Bu grupların temel felsefî yanlışı da “bu topraklar” tabirini, coğrafyayı insanlaştırarak kullanmalarıdır. Yani antropomorfik yanlışlığa düşmeleridir. Sanki üzerinde yaşanan toprak parçasının kendi başına bazı şeyleri belirlemek, düzeltmek iradesi varmış gibi konuşmaktadırlar. Şüphesiz coğrafî sınırlar kültürü etkiler ama insan, coğrafyanın eseri değildir.
Coğrafyaya kültürel anlamını, üzerinde yaşayan insanların iradesi kazandırır. Dolayısıyla etkileşimde belirleyici taraf insandır.
Anadolu’ya Türk’ten başka bir sahip arayanların kültürel ve ırkî iddialarının bilimsel temelde cevaplanması Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğu gerçeğini kabul etmeyi gerektirir.
Eğer tartışma akıl ve bilgi ile yapılacaksa bu kaçınılmazdır.
Yok eğer bütün bu tartışmalar anlamsızsa ve Anadolu’nun Türklüğünü silmek için yürütülen bütün terör eylemleri sadece kör bir inada dayanıyorsa bilinmelidir ki “bu topraklar” şimdi çok daha Türk’tür.
Eğer tartışma akıl ve bilgi ile yapılacaksa bu kaçınılmazdır.
Yok eğer bütün bu tartışmalar anlamsızsa ve Anadolu’nun Türklüğünü silmek için yürütülen bütün terör eylemleri sadece kör bir inada dayanıyorsa bilinmelidir ki “bu topraklar” şimdi çok daha Türk’tür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder