“ Oyuz yıldır sonuç vermeyen askerî yöntemler…” sözü aynen kalitesiz pop/arabesk şarkıların, tekrarlana tekrarlanan kulaklarımıza çakılması gibi beynimize çakılmak isteniyor.
Bu söz “yöntem” yanlışlığından bahsederken bir şeyi eksik bırakıyor. O da yöntemin uygulandığı iddia edilen kitlenin iletişim sorumluluğu.
Bu söz “yöntem” yanlışlığından bahsederken bir şeyi eksik bırakıyor. O da yöntemin uygulandığı iddia edilen kitlenin iletişim sorumluluğu.
Otuz yıldır bölgede uygulanan askeri yöntemlerden, sanki günlük hayatı akamete uğratan, ulaşımı aksatan, sağlık hizmetlerini eksilten şeylermiş gibi bahsediliyor.
Bir de sanki askeri yöntem veya silâh kullanımı, ancak sonuç verdiğinde onaylanacak bir şeymiş gibi söyleniyor.
Bu sözün anlamı: “ Biz ancak şiddetten anlarız, bizi itaate zorlayacak kadar şiddet görmedikçe de her şekilde ihanet ederiz!” dir.
Belki çok sert bir ifadedir ama bu bizim kafamızdan uydurduğumuzu bir şey değil, gördüklerimizden çıkardığımız bir neticedir.
Nitekim “Bölücü örgütün oyunlarına gelmeyelim!” sözü de artık “İşgalci TC Kürdistan’dan defol!” pankartlarına karşı sessiz kalmak anlamına gelmeye başladı.
Dikkat edilirse Kürt etnik ırkçılığı kendin şiddetten ayıramamaktadır. Ayırması mümkün değildir, çünkü özünde hukuka duyulan inan yatmamaktadır. Çünkü bilinçli bir hak mücadelesinin akılcı yolu onun için imkânsızdır.
Etnik terör örgütü ve yandaşlarının içinde bulunduğu psikoloji bu yüzden insanlıkla ilgisizdir. Etnik ırkçılar, insan olmanın sadece biyolojik araçlarını kullanabilen ama bunların sorumluluğundan bihaber canlılardır. Psikolojilerinin de tek bir nitelemesi olabilir: “Köpekleşme”. Çünkü ancak ve yalnız güç üstünlüğünü bir ilişki biçimi olarak kabul etmektedirler.
Şehit edilen Buse’nin yaşıtı hatta daha küçük olup da okula gitmek yerine polise taş atan, Molotof atan, polisi “kanunî yoldan öldürmeye çalışan”, “Büyüyünce terörist olacağız!” diyen “çocukların” aileleri, ellerinde yeşil kartla, “hak iddia ederek” doktorlarımızın kapısına dayandığında ne yaptıklarının bu yüzden farkında değildir.
“Halk PKK, PKK halk!” diye pankart açıldığında etnik ırkçıların farkında olmadığı şey etnik ırkçılığı, bizim vergilerimizle inşa edilmiş kamusal alanlarda savundukları ve hayatlarının bizim kanunlarımızın güvencesi altında olduğudur.
Bizim kanunî sınırlarımızın, bizim hukuk devleti usullerimizin şemsiyesi altında bize dişlerini gösterenlerin köpekleştiklerini bu yüzden söylemek gayet normaldir.
Çünkü insan olanlar yetki-hak/ sorumluluk ilişkisinin bilincindedir. Bir hakkın kullanımının bir başkasının hakkının sınırında bittiğinin ve o hakkın kullanımının kimseye bir maliyet yüklemeyeceğinin bilincindedir.
“İnsanlar” bir hakkın kötüye kullanımının, “sorumluluk” doğurduğunun bilincindedir. Öte yandan köpekler dahi, hangi şartlarda sevgi göreceklerini öğrenebilirler. Bundan dolayı da aslında etnik ırkçılığın psikolojisine “köpekleşme” demek, insanoğlunun en eski ve sadık dostuna bir hakaret ve fakat üzücü bir mecburiyettir.
Etnik ırkçılara karşı Türk Milleti’ni uyarıp duranların farkında olmadığı şey zaten ülkenin teminatının, “hak ve sorumluluk” bilincini tarihin çok eski devirlerinde anlayarak bütünleşmiş, milletleşmiş bir toplum oluşumuzdur.
Bundan dolayı etnik ırkçıların şiddete dayalı tepkileri bize yabancıdır. Biz kanunlardan yararlanırken o kanunların yapılış sürecini idrak edebilen, o kanunların tarihsel maliyetinin farkında olan bir “milletiz”. Dolayısıyla bizi sınırlayan şey, “sözün” kendisidir, şiddet değil.
Şehitlerimize duyduğumuz muhabbeti susturmaya çalışanlar, insanî varoluşun gereğini, etnik ırkçılığın hayvansal tepkilerinden ayırt edemeyenlerdir.
Etnik ırkçılık, bahçesine giren inekle beraber, ineğin sahibi aileden altı kişiyi birden öldürebilen ve ancak kendisine silâh doğrultulduğunda durabilen canlıların “siyasetidir.”
Bizi tereddüde düşüren şey de insanlık değerlerinden habersiz canlıların, bizim yarattığımız sistemi kullanarak bizi yargılamaya kalkmalarıdır. Suçlarımızı bizim ahlâkî değerlerimize dayanarak göstermekte ama kendilerini o ahlâkî değerlerden bağımsız saymaktadırlar.
Etnik ırkçılığın ayrılıkçılığında meşru bir “ayrılma” fikri yoktur. Onların bizden ayrılmak veya özerklik taleplerinin temelinde , bizim insanlık değerlerimizin yarattığı sınırlamalardan kurtulmak kör arzusu yatmaktadır.
Onlar kendi çocuklarını taciz edebilecekleri, kendi kan davalarını güdebilecekleri, kendi “aile meclisleriyle” kendi çocuklarının katil kararlarını verebilecekleri ve kendileri dışında hiç kimsenin onlara bunlardan dolayı hesap soramayacağı bir “dokunulmazlık alanı” arzulamaktadırlar.
Türk devletinin kendilerine yönelttiğini iddia ettikleri şiddetin onlarca katını kendi hemcinslerine uygulamışlardır, uygulamaktadırlar. Ama sosyolojik(!) yapıları bunu sorgulamaya yetecek kadar gelişmiş değildir.
Bu yüzden, kadınları, erkekleri tarafından dövülüp aşağılanıp katledilirken, tecavüze uğrarken gene aynı erkekler tarafından polisin önüne sürülüp de kalkan edildiklerinde “ Biz sizin namusunuz değil miydik neden bizi çatışmanın ortasına atıyorsunuz?” diyememektedir.
Türkiye’de etnik ırkçılık insanlık değerlerini kullanarak yürütülen bir köpekleşmeye dönüş hareketinin adıdır. Bu yüzden etnik ırkçılar için “ihanet” kelimesi anlamsızdır.
Türkiye’nin iki talihsizliği vardır: Birincisi “Milletleşmeyi idrak edememiş bir köylü zihniyetinin” iktidara gelmiş olması…
İkincisi de maalesef medenî seviyemizin henüz, hukuk devleti ilkelerinin köpekleşme ilkelliğine geri döndürülmeye çalışıldığını idrak edecek kadar ilerlememiş olmasıdır.
İnsan hareketinin sınırının sopa değil de "söz" olduğu hakikatini etnik ırkçılar ısrarla anlamak istemiyorsa yapılacak şey onlara uymak ve bizim değerlerimizi, hukuk sistemimizi istismar etmelerine izin vermek değil, onların anladıkları dilden konuşmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder