Bir etnik ırkçı sözde siyasetçi geçen günlerde şöyle bir cümle sarf etti:
“Biz boş testiyi dolu testiye çarparız bizim kaybedecek bir şeyimiz yok. Varsın testisi dolu olanlar düşünsün!..”
Demokrasi yöneticilerin halkın çoğunluk oyuyla ve “barışla” değiştirildiği bir yönetim biçimidir. Hukuka saygı çerçevesinde de aykırı fikirlerin yönetimlere tesir etmek imkânına sahip olduğu bir rejimdir.
Burada dikkat edilmesi gereken merkez nokta, “halkın çoğunluğundan” ziyade, bu çoğunluğun “hukuk kayıt ve şartı" ile yöneticileri belirlemesidir, yani egemenliği kullanmasıdır.
Çoğunluğu bağlayan her hukuk sınırlaması aynen azlıkları da bağlar.
Dolayısıyla temel haklarına saygı gösterilen azlıkların, bunun ötesinde kendilerini çoğunluk iradesinden ayıracak bir rejim istemeye hakları yoktur.
Bir kere daha tekrar etmekte sayısız fayda vardır: Temel haklarına, yani hayat,i mülkiyet ve hürriyet ( ifade hürriyeti) haklarına saygı duyulmuş azlıkların “varoluşları” ne kendileri ne de çoğunluk için bir çelişki veya problem teşkil etmez ve bundan dolayı da varoluşları teminat altına alınan azlıkların çoğunluk egemenliğine yani millî devletleri oluşturan milletlerin iradelerine karşı gelmesi söz konusu olamaz!
Aktardığımız cümle, etnik ırkçılığın neden demokrasiyle hatta siyasetle uzlaşamayacağının tipik bir örneği aslında.
“Bizim kaybedecek bir şeyimiz yok” demek “Sahip olduğumuz hiçbir değer yok!” demektir. Çünkü kaybedilecek şeyler ancak kaybedildiklerinde eksiklikleri insanda üzüntü yaratan şeylerdir ki biz bunlara “değer” diyoruz. Değer, sahip olunmak ve korunmak istenen varlıkların genel adıdır.
“Kaybedecek bir şeyimiz yok!” demek hayat dahil bütün varlıkları gözü kapalı harcayabilmenin itirafıdır.
Oysa bir memlekette siyaset, barış yoluyla yani mutabakat ve hukuka riayetle toplumsal taleplerin hayata geçirilmesi işidir. Yani insan hayatının güç karşısında korunması şartıyla yürütülen bir faaliyettir. Eğer bir memlekette halkın değil de yöneticilerin talepleri mutlak öncelik taşırsa o memlekette demokrasi de yoktur, siyaset de.
Dolayısıyla siyasetin ve onun incelmiş, süzülmüş hali olan demokrasinin “insanı korumak” ideali, zorbalığı kesin şekilde dışlamak duyarlılığı ile etnikçiliğin “dolu testiyi boşa kırdırma” vahşeti bir arada bulunamaz. “Kaybedecek bir şeyi olmayanlar” bir değer ürettikleri için, fikirler rekabetinde öne geçtikleri için değil, var olmaya çalışanları yok ederek hayatta kalabilen parazitler, hayat emiciler, emek sülükleridir.
Burada dikkat edilmesi gereken merkez nokta, “halkın çoğunluğundan” ziyade, bu çoğunluğun “hukuk kayıt ve şartı" ile yöneticileri belirlemesidir, yani egemenliği kullanmasıdır.
Çoğunluğu bağlayan her hukuk sınırlaması aynen azlıkları da bağlar.
Dolayısıyla temel haklarına saygı gösterilen azlıkların, bunun ötesinde kendilerini çoğunluk iradesinden ayıracak bir rejim istemeye hakları yoktur.
Bir kere daha tekrar etmekte sayısız fayda vardır: Temel haklarına, yani hayat,i mülkiyet ve hürriyet ( ifade hürriyeti) haklarına saygı duyulmuş azlıkların “varoluşları” ne kendileri ne de çoğunluk için bir çelişki veya problem teşkil etmez ve bundan dolayı da varoluşları teminat altına alınan azlıkların çoğunluk egemenliğine yani millî devletleri oluşturan milletlerin iradelerine karşı gelmesi söz konusu olamaz!
Aktardığımız cümle, etnik ırkçılığın neden demokrasiyle hatta siyasetle uzlaşamayacağının tipik bir örneği aslında.
“Bizim kaybedecek bir şeyimiz yok” demek “Sahip olduğumuz hiçbir değer yok!” demektir. Çünkü kaybedilecek şeyler ancak kaybedildiklerinde eksiklikleri insanda üzüntü yaratan şeylerdir ki biz bunlara “değer” diyoruz. Değer, sahip olunmak ve korunmak istenen varlıkların genel adıdır.
“Kaybedecek bir şeyimiz yok!” demek hayat dahil bütün varlıkları gözü kapalı harcayabilmenin itirafıdır.
Oysa bir memlekette siyaset, barış yoluyla yani mutabakat ve hukuka riayetle toplumsal taleplerin hayata geçirilmesi işidir. Yani insan hayatının güç karşısında korunması şartıyla yürütülen bir faaliyettir. Eğer bir memlekette halkın değil de yöneticilerin talepleri mutlak öncelik taşırsa o memlekette demokrasi de yoktur, siyaset de.
Dolayısıyla siyasetin ve onun incelmiş, süzülmüş hali olan demokrasinin “insanı korumak” ideali, zorbalığı kesin şekilde dışlamak duyarlılığı ile etnikçiliğin “dolu testiyi boşa kırdırma” vahşeti bir arada bulunamaz. “Kaybedecek bir şeyi olmayanlar” bir değer ürettikleri için, fikirler rekabetinde öne geçtikleri için değil, var olmaya çalışanları yok ederek hayatta kalabilen parazitler, hayat emiciler, emek sülükleridir.
Eğer etnik ırkçılar, sözüm ona vekili oldukları toplumun, bu sözün alçaklığını paylaştığını iddia ediyorlarsa, öyle bir toplum bırakın başkalarıyla barış ve kardeşlik içinde yaşamayı kendi kendine bile yaşamaya yetecek ahlâkî normu taşımayan bir vahşiler yığınıdır. Böyle bir sözü bir topluma mal etmek, o topluma edilebilecek en büyük hakarettir.
Bu değer yoksunluğunun pratik anlamı ahlâksızlıktır. Çünkü ahlâk en kısa tanımıyla “Zarar vermemek iradesidir.” “Testisi dolu olanlar düşünsün” demek, testiyi doldurmak için emek sarf edenleri hiçe saymak demektir.
Bu da zaten ancak hırsızların, eşkıyaların edebileceği bir lâftır. Nasıl ki hırsızlar loncası reisi “Evinde altını olanlar düşünsün” dese, onu engellemek istersek, aklı başında devlet yetkilileri de “Değerlerinizi yok etmek istiyoruz!” diyen etnik ırkçı katillere engel olmalıdır. “ Testiyi kırmak” ile açıkça zarar vereceğini ifade eden hiç kimse, fikir hürriyetini kullanamaz.
Evet Türkiye derin bir ahlâkî bunalım içindedir. Ama bu bunalım, siyasi dincilerin sandığı gibi parklarda birbirlerine sarılan gençlerin sevgi gösterilerinden kaynaklanmamaktadır. Güce tapınıcı bir iktidar sistemiyle vatandaşın hayatını korku ve şüphe ortamına çeviren, fakat vatandaşını katleden etnik ırkçılara karşı aynı sertliği göstermekte aciz kalan iktidarın tavrından kaynaklanmaktadır.
“Kürtler hayatı cehenneme çevirecek!” diye tehditler savuran yaratıkların maşalarıyla ülkemizin meşru müdafaa gücü ordumuzun askerlerini bir tutan çarpık hikmet-i hükümetten kaynaklanmaktadır. Üzerine atılan Molotof kokteyline karşı kanunlarla eli kolu bağlanmış polislerimizi eşkıya yardakçılarının alaylarına meze eden güç odağının, aynen testi kırıcısı ırkçı teröristler gibi hiçbir değere sahip olamamasından kaynaklanmaktadır.
Türkiye’de iktidar partisiyle milletin geri kalanı arasında “sahip olmak” ve “korumak” istenen varlıklar açısından gitgide büyüyen bir uçurum vardır.
Bu değer yoksunluğunun pratik anlamı ahlâksızlıktır. Çünkü ahlâk en kısa tanımıyla “Zarar vermemek iradesidir.” “Testisi dolu olanlar düşünsün” demek, testiyi doldurmak için emek sarf edenleri hiçe saymak demektir.
Bu da zaten ancak hırsızların, eşkıyaların edebileceği bir lâftır. Nasıl ki hırsızlar loncası reisi “Evinde altını olanlar düşünsün” dese, onu engellemek istersek, aklı başında devlet yetkilileri de “Değerlerinizi yok etmek istiyoruz!” diyen etnik ırkçı katillere engel olmalıdır. “ Testiyi kırmak” ile açıkça zarar vereceğini ifade eden hiç kimse, fikir hürriyetini kullanamaz.
Evet Türkiye derin bir ahlâkî bunalım içindedir. Ama bu bunalım, siyasi dincilerin sandığı gibi parklarda birbirlerine sarılan gençlerin sevgi gösterilerinden kaynaklanmamaktadır. Güce tapınıcı bir iktidar sistemiyle vatandaşın hayatını korku ve şüphe ortamına çeviren, fakat vatandaşını katleden etnik ırkçılara karşı aynı sertliği göstermekte aciz kalan iktidarın tavrından kaynaklanmaktadır.
“Kürtler hayatı cehenneme çevirecek!” diye tehditler savuran yaratıkların maşalarıyla ülkemizin meşru müdafaa gücü ordumuzun askerlerini bir tutan çarpık hikmet-i hükümetten kaynaklanmaktadır. Üzerine atılan Molotof kokteyline karşı kanunlarla eli kolu bağlanmış polislerimizi eşkıya yardakçılarının alaylarına meze eden güç odağının, aynen testi kırıcısı ırkçı teröristler gibi hiçbir değere sahip olamamasından kaynaklanmaktadır.
Türkiye’de iktidar partisiyle milletin geri kalanı arasında “sahip olmak” ve “korumak” istenen varlıklar açısından gitgide büyüyen bir uçurum vardır.
Türk milleti şehitleri için ağlarken “Şehit cenazesi üzerinden siyaset yapmakla” suçlanmakta, “Kahrolsun PKK!” diye bağırırken aynı anda devletin bir bakanı “Dağda ölenler de bizim” diyebilmektedir.
Dağda ölenler, bakanın ve onun mensubu olduğu hükümetin ve o hükümeti iktidara taşıyan milletin düşmanlarıdır ve aklı başında hiç kimse ne kadar cahil olursa olsun, kendi değerlerini düşmanlarıyla paylaşmaz! Dolayısıyla değerlerini savunan insanlarla düşmanlarını da aynı kefeye koyamaz! “Dağdakiler de bizimdir” gibisinden bir lâf etmek demek katili meşrulaştırmak, milletin bilincini artık hiç bir ahlâkî yargıya varamayacak şekilde sakatlamak demektir.
Türkiye’deki derin ahlakî yoksunluk, deontolojik temel haklar müdafaasıyla hiç ilgilenmeksizin, kendi ırkçılıklarını demokrasiye yamamaya çalışanların terör tehditlerine boyun eğilmesinde kendini göstermektedir.
Türkiye’de artık etnik ırkçılar devleti muhatap kabul etmemekte, siyasi taleplerini de bir çakal sürüsünün ağzından ileterek kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu tavrın ahlâksızlığı, iki yüzlülüğü ifade hürriyeti şemsiyesi altında korunamaz. “ Hayatı cehenneme çevireceğiz!” gibi bir cümle sarf eden insanın Türk vatanını paylaşan bir “vatandaş” olmasına müsaade etmek her türlü ahlâksızlığın, zorbalığın “iktidar” denen güç odağı tarafından onaylanması demektir.
Devletin varlık sebebi, hiç kimsenin, devletinki dahil olmak üzere zorbalıkla karşılaşmadan yaşamasının temin edilmesidir. Eğer bir devletin başındakiler kendi milletlerine yönelik güç tehdidini, fikir planında da eylem planında da engellemezse bütün zulümlerin ve gaddarlıkların ortağı haline gelmiş demektir.
Dağda ölenler, bakanın ve onun mensubu olduğu hükümetin ve o hükümeti iktidara taşıyan milletin düşmanlarıdır ve aklı başında hiç kimse ne kadar cahil olursa olsun, kendi değerlerini düşmanlarıyla paylaşmaz! Dolayısıyla değerlerini savunan insanlarla düşmanlarını da aynı kefeye koyamaz! “Dağdakiler de bizimdir” gibisinden bir lâf etmek demek katili meşrulaştırmak, milletin bilincini artık hiç bir ahlâkî yargıya varamayacak şekilde sakatlamak demektir.
Türkiye’deki derin ahlakî yoksunluk, deontolojik temel haklar müdafaasıyla hiç ilgilenmeksizin, kendi ırkçılıklarını demokrasiye yamamaya çalışanların terör tehditlerine boyun eğilmesinde kendini göstermektedir.
Türkiye’de artık etnik ırkçılar devleti muhatap kabul etmemekte, siyasi taleplerini de bir çakal sürüsünün ağzından ileterek kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu tavrın ahlâksızlığı, iki yüzlülüğü ifade hürriyeti şemsiyesi altında korunamaz. “ Hayatı cehenneme çevireceğiz!” gibi bir cümle sarf eden insanın Türk vatanını paylaşan bir “vatandaş” olmasına müsaade etmek her türlü ahlâksızlığın, zorbalığın “iktidar” denen güç odağı tarafından onaylanması demektir.
Devletin varlık sebebi, hiç kimsenin, devletinki dahil olmak üzere zorbalıkla karşılaşmadan yaşamasının temin edilmesidir. Eğer bir devletin başındakiler kendi milletlerine yönelik güç tehdidini, fikir planında da eylem planında da engellemezse bütün zulümlerin ve gaddarlıkların ortağı haline gelmiş demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder