Türkiye’de etnik ırkçılık, uzlaşmaz kavramları birbirine ulayıp, fütursuzca kullanmakta. İdeolojisi olan marksizmin “diyalektik” denen fikrî hokkabazlığı sayesinde bunu yapabilmektedir.
Buna göre bir kelime, kendi başına hiçbir anlam taşımamaktadır. “Kelime” denen şey, Marksistlere göre “örgütün”, veya “partinin” amacına uygun gördüğü anlamı kendisine yükleyerek kullanabileceği bir araç, bir silâhtır.
Dolayısıyla kelimelerin üzerine inşa edilmiş bir bilinç ve ahlâk kavramı Marksistlere yabancıdır. Böyle bir ikili düşünme, amaç güdülü anlamlandırma işi tam da etnik terörün aradığı şeydir ve bu yüzden dünya üzerinde meselâ “liberal” bir etnik terör örgütüne rastlayamazsınız.
Etnik ırkçılar için dünya, üzerinde kendi kan bağı ilişkilerinin oluştuğu tanıdık bir kara parçasından ibarettir. Etnik ırkçılığın bütün amacı da bu kara parçasında, kendi kan bağı ilişkilerinin seyrelmeden, gevşemeden sürmesinden ibarettir.
Çünkü daha hâlâ etnik ırkçıların sosyolojisi, akraba evliliğiyle korunan, basit ve somut kurallara dayanan kabileler ilişkisine dayanmaktadır.
Böyle topluluklara soyut kuralları, o kuralların kendiliğinden yol açtığı sosyal benzeşmeyi, kaynaşmayı anlatamazsınız.
Böyle topluluklara, “kural önünde eşitliği” de anlatamazsınız.
Çünkü onlar için kural, “değişmeden kalmaktır.”
Çünkü etnik köken, ırk aynılığı gibi konuları çoktan tarihe gömmüş, hukuk denen soyut keşif süreci etrafında kendiliğinden birleşmiş, kaynaşmış büyük toplumlar karşısında ciddi bir eziklik duymaktadırlar. Bu yüzden de millî yapıları kendi düzeylerine çekmeye çalışmaktadırlar. Ülkemizde, “Türk’ü” bir etnik grup saymak cehaleti, etnik ırkçıların kabadayılığına yaranma gayretinden başka bir şey değildir.
O halde etnik ırkçıların “ sorunun siyasî çözümü” dedikleri şeyin ne olduğunu açıklamaları gerekir.
Aslında açıklıyorlar da.
Onlara göre kendilerini “etnik” yani ırkî açıdan ( bu kelime etnik ırkçıların sayesinde, ırkın eş anlamlısı haline getirilmiştir ama nedense kendilerine uymayan herkese “ırkçı” diye hakaret eden solcularımız ve enternasyonalist liberallerimiz bunu hiç eleştirmemektedir) farklı gören herkesin etnik kökenine göre temsil edilmesini istiyorlar.
Peki diyelim ki Türk olmadığını ifade ederek meclise giren bir milletvekili, Türk kanunlarına taabi olarak Türkçe’yi kullanarak Türkçe tahsil görerek yaşadı. Kendi çevresinde istediği dili konuştu ve yayın yaptı. Herkese uygulanan kurallara tabi olduktan sonra Türk olmamasının pratikte ne gibi bir anlamı olacaktır? Veya Türk olmanın pratikte başkalarına getirdiği ne gibi bir imtiyazdan mahrum kalacaktır?
Türk olmanın ırkla, dinle ve hatta dille ilgisinin derin bir tarihsel hukukî beraberliğin eseri olduğunu, dolayısıyla gayet soyut bir şey olduğunu anlamasına bu yetecek midir?
Etnik ırkçılar gerek sosyolojilerinin geriliği gerekse kabileciliğin, dış dünyaya karşı düşmanlıkla şekillenen mensubiyet şuuru ile sürdürdükleri inatları ve öfkeleriyle bu tip izahları anlayamazlar.
Peki ama birileri için izah edilen millet tanımını anlamamakta ısrar eden etnik ırkçılar, bu tutumlarını sürdürürlerse ne yapılmalıdır? İşte etnik ırkçılığın hedefinin anlamı budur.
Onlar kelimelerin anlamı hakkında düşünmemektedirler. Kelimelerin, bizi “anlamla” bağladığını anlayamamaktadırlar. Çünkü kendi toplumsal yapıları kelâmın bağlayıcılığı ile değil kan bağının otoriter keyfiliği üzerine kuruludur. Onlar için kelâm bir “namus” meselesi değildir. Onun için sözlerinden dönmekte mahzur görmezken her gün kendi kızlarını sudan sebeplerle katledebilmektedirler.
Onlar, siyasî çözümden bahsederken yaşadıkları toplumsal hayatın dayandığı yabancı düşmanlığına, keyfî güç kullanımına, kolektivist ideolojiye, kan bağına/akrabalık ilişkilerine dayalı “bağımsız” bir toprak parçasını arzulamaktadır.
Türkiye’nin birbirine karışmış, Türk adı etrafında çok büyük ölçüde benzeşmiş toplumsal yapısına bu yüzden düşmandırlar. “Kendi dillerinden, kendi topraklarından” bahsederken kabul edemedikleri şey ırkî bağları çoktan aşmış, yani kendilerininki gibi toplulukları çoktan geride bırakmış bir egemen toplumun varlığına tahammül edememektedirler. Onlar “millet” kelimesini inkâr ederek, yok sayarak milelti ortadan kaldırabileceklerini sanmaktadırlar. Bu tam da kendi köyü dışındaki dünyayı yok sayan, kendi köyü dışındaki her şeyi düşman belleyen kabileciliğin anlayışıdır.
Zaten “ Silahla çözüm bulunamadı” denirken kast edilen, etnik terörün silâhla çözüm bulamaması değil, Türk Milleti’nin silâhlı mücadeleyi kaybettiğidir. Etnik ırkçıların silâhı nihaî bir çözüm aracı olarak kabul etmeleri, hem toplumsal yapılarının sözü, kelâmı anlayamayacak kadar ilkel olmasından hem de bu ilkelliğin sahip oldukları Marksist diyalektik ile rahatlıkla desteklenebilmesindendir.
Dolayısıyla “ etnik kimlikle siyaset yapmak” derken kastettikleri, bu toprakların doğal ve meşru egemeni olan Türk Milleti’nden kendilerini ayırabilmektir.
Onlar “tanınmaktan” bahsederlerken, “saygıdan” bahsederlerken Türk’ün giremediği, adının anılmadığı, kaderi hakkında söz sahibi olamayacağı bir toprak parçasını arzulamaktadırlar. Kendilerine “saygı” duyulmasından bahsederlerken saygının egemen Türk Milletinin varlığına da duyulması gerektiğini görmezden gelmekte ve kelimeyi istedikleri gibi çarpıtmaktadırlar.
Etnik terör aslında modern terörizmden ayrı bir şeydir. Etnik terör, kabile yapısındaki bir topluluğun diğer toplumlara karşı geliştirebileceği tek davranış biçimidir. Terör kelimesinin içerdiği modernite ile etnik ırkçıların şiddet taraftarlığı bu açıdan anakronik bir çelişki arz etmektedir.
Dikkat edilirse kan bağına dayalı bir aşiret yapılanmasından ibaret olan Kuzey Irak yığıntısı, adına ne denirse densin silâhlı bir kabileden ileri değildir. Takım elbiseler giyip “devlet” adıyla anılmak veya kendine ait bir bürokrasi yarattığını iddia etmek de bunu değiştiremez.
Dolayısıyla etnik ırkçıların modern terimleri birbiri üstüne yığmaları hareketlerinin felsefî ilkesizliğini ve ilkelliğini ortadan kaldırmamaktadır.
Hümanizm adına Türk millî egemenliğine saldıran bütün enternasyonalist sosyalist, liberal ve dinci gruplar etnik terörün vebalini bu yüzden etnik ırkçılardan çok daha fazla taşımaktadırlar. Çünkü onlar etnik hırçınlığın kabileci ilkelliğini, bu ilkelliğin ötesinde ve hukukla bütünleşmiş milletleşme sürecine tercih etmektedirler.
Çünkü bu gruplar, millet kavramına düşman olmaları yüzünden, etnik ırkçılığın modern topluma yabancı olan kuralsızlığını, yabancı düşmanlığını ve şiddet düşkünlüğünü, meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.
Eğer kullanılan terimlerin anlamlarının hareketlerimizi bağladığını, her beyanın diğer insanların beklentileri üzerinde bağlayıcı olduğunu anlamamakta ısrar edersek etnik ırkçılığın “kabileler devrine geri dönüş arzusuyla paramparça olmamız işten bile değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder