11 Haziran 2010 Cuma

Marx’ın Emek Hakkındaki Yetersizliği



Marksizm için “emek”, en başta endüstrinin en alt kademelerinde yer alan neredeyse niteliksiz iş gücü kesiminin adıdır.

Bu da doğaldır, çünkü Marx’ın yaşadığı dönemde endüstri, bu günkü kadar çeşitlilik göstermeyen bir yapıdaydı.
Dolayısıyla Marx için işçi veya emekçi, “Ne iş olsa yaparım abi!” diyen bir tür köleydi.
Marx’ın emek hakkındaki yetersizliğinin en bariz örneği, “nitelikli iş gücü” diye ayrı bir şey olduğunu sanması ve bunun değerinin basit bir dört işlemle niteliksiz emekten çıkarılabileceğini düşünmesidir.

Marx’ın bilmediği ve emek konusunda onu yanıltan şey “niteliksiz” işgücü denen şeyin, onun sandığı kadar çok olmayıp aksine nerdeyse hiç olmadığı idi.
Çünkü Marx emek problemine o dönemin büyüyen endüstrilerindeki işçilerin durumu dışında bakmayı düşünememişti.

Marksistlerin temel hatası da “emek” konusunu her ne kadar bu günlerde çeşitlendirmeye çalışsalar da hep aynı açıdan incelemek olmuştur.
Marx’ın emek konusunda yetersizliğinin temel sebebi “meslek” denen kavramı görememiş olmasıdır.

Bundan dolayı iş bölümünü yanlış anlamış ve onu, “ Ne iş olsa yaparımcı” emekçilerin yürüttüğü bir süreç sanmıştır.

“Yabancılaşma” kavramı da bu açıdan son derece yanlış bir çıkarsamadır.
Meslek, özel bir insan ihtiyacını veya talebini gidermeye yönelik elde edilen bir uzmanlaşmadır. Bir uzmanlaşma olması, üzerinde belirli bir zaman sürekli çalışılması ve öğrenilmesi gerektiğinden ve bundan dolayı diğer insanların bildiğinden çok daha fazlasının edinilmesindendir.

Bu açıdan dünya üzerinde “mesleksiz” hemen hemen hiç kimse yoktur ve bu yüzden iş bölümü “doğaldır”, kendiliğindendir.

Marx’ın durmaksızın idealleştirdiği sözüm ona komünal ilkel topluluklar da dahi hiç kimse her işi, istese de yapamazdı. Çünkü avcı olmak için gereken çeviklik, güç ve keskin görüş, toplayıcı veya tarımcı olmak için gereken toprak, bitki ve mevsim bilgisi, ayrıca özen, sanatçı/ büyücü olmak için gereken bedii duyarlılık herkeste yoktu. Buna rağmen herkes bilgisinin ve yeteneğinin elverdiği işlere yönelmekte ve kendince bir ihtiyacı gidermeye çalışmaktaydı.
İş bölümü denen şey sanayileşmenin yarattığı bir ayrışma değil, insanın, kendi sınırlılıklarını aşmak için kendiliğinden meydana getirdiği bir dayanışmadır.

Marx yabancılaşmadan bahsederken aynı işi sürekli yapan ve bir bütünün parçası olmaktan başka işe de yaramayan emekçinin işin bütününden habersiz olmasını kat ediyordu.
O, endüstriyel üretimi, sokaktan alınan sıradan insanların eline tutuşturulan bir anahtarı çevirmesiyle yürütülen basit süreçlerin, basit bir aritmetik toplamı sanıyordu. Zaten bu yüzden emek- değer düşüncesi emeğin “değerinin”, zamanın basit bir fonksiyonu olduğu yanılgısına düşmüştür.

Halbuki endüstriyel üretim onun sandığı kadar basit değildi. Ve her endüstri de kendi ürünüyle ilgili uzmanlık gerektiren farklı üretim süreçlerini barındırıyordu.

O sadece üretim bandında basit parçaları bir araya getiren işçileri görüyordu. Üretim bandı fikrinin ortaya çıkışını, o bandı döndüren çarkların, dişlilerin ilişki bütünlüğünü sağlayan zekâyı, o dişlileri döndüren makinelerin çalışmasından sorumlu olan işçileri hayal bile edemiyordu.
Veya bir fabrikanın bir bölümünde işin belli bir kısmında uzmanlaşan işçilerin zamanla üretim sürecinin daha geniş kısımlarına kaydırılacağını, üretimi yönlendirmekte artan bir sorumluluk ve yetki sahibi olacaklarını da bilemiyordu.

Marx, bütün bu endüstriyel sürecin “tarihsel bir otomatizmle” adeta topraktan fışkırdığını sanıyordu.

Bundan dolayı da kendiliğinden ve ebediyen var olabileceğini sanıyordu. Gene dolayısıyla işçileri de egemenlik ilişkileri yüzünden süreci kendi yararlarına kullanamayan modern köleler sanıyordu.

Otomotiv sanayinde çalışan bir işçi ile konserve balık sanayinde çalışan işçi, belki “işçi” olmak yönünden aynıydılar ama ikisini birbirinin yerine “maliyetsiz” kullanmak mümkün değildi.
Bu maliyet, o emekleri, benimsedikleri iş kollarındaki işlerinin her yönüne vakıf olmak için harcadıkları zamanı, onların harcadıkları emeği ve onları yetiştirmek için harcanan üretim faktörlerini içerir. Bir insanın bir iş kolunu veya mesleği, diğerine tercih etmesi, kendi emeğinden ve zamanından ayrı diğer insanları da ilgilendiren pek çok şeyi harcaması demektir.

İşte Marx’ın “meslek” kavramının gerektirdiği uzmanlaşmayı ve daha önemlisi bu uzmanlaşmanın gerektirdiği “maliyeti” görememesi, onun, emeği, renksiz, kokusuz, niteliksiz ve genel maksat için hazır bir tür güç olarak görmesine yol açmıştır.

Bir diğer bilgisizliği, işsiz ve mesleksiz insanların toplumun genelinde çok küçük bir yüzde teşkil etmeleri ve çalışan kesimlerin onların şanssızlığını sırtlayabilecek kadar çok olduğunu görememesiydi.

Eğer toplumda onun bahsettiği gibi sürekli sömürülen bir işsizler ordusu olsaydı bırakalım düşmanı olduğu modern endüstriyel üretimi, hiçbir meslek var olamazdı. Bu, onun, bilgisiz ve maymunsu bir insan sürüsünün endüstri toplumuna kendiliğinden kavuşabileceğini sanmasının bir sonucudur.

Bütün bu yetersizliklerinin temelinde ekonomik faaliyeti, sürekli, dondurulmuş bir kesit üzerinden incelemesi yatmaktaydı. Aksi takdirde işçilerin üretim sürecindeki terfilerini, usta işçilerin daha yüksek ücretli işyerlerine gitmesini, kısacası üretim süreçlerinin hareketliliğini algılayabilirdi.

Marx’ın tarihi ve ekonomiyi, insanlara âmir birer otomatizm gibi görmüş olması belki felsefe tarihi açısından fantastik bir heyecan sayılabilir. Ama onun fantezilerinden hareketle ekonomi kurmaya çalışmak yalnızca üretim sürecinin baltalanmasına, işçinin “plânlar” tarafından köleleştirilmesine ve emeğin, değerinin dondurulması yüzünden sömürülmesine yol açmıştır. Sovyetler birliği tecrübesinin yanlışlığı, Marx’ın amentüsüne uyulmamasından değil aksine tam olarak uyulmasından kaynaklanmaktadır. Emeğin değerinin basit bir kronometreyle ölçülebilmesi için gereken sanayi hurdalık ve bürokratik bataklık, Sovyetler Birliği’nin ta kendisiydi.

Hiç yorum yok: