2 Eylül 2018 Pazar

Objektif Ahlâk Ve Dünya



Dediğimi Yap Kendi İşine Bak

Genellikle bir kınama ifadesiyle kullanılan ve anlamını yitirmiş bir ata sözümüz var: “ İmamın dediğini yap, yaptığını yapma..”

Sözle ilgili yaygın yanlış kanaat, imamdan ideal ahlâkın örneği olması gerektiğidir.  İmam bir ahlâk sembolü olabilir mi?

Öncelikle “ideal ahlâk”  tespit edilebilir  mi ya da “emredilebilir mi”?

Ahlâkın imamdan beklenmesinin sebebi, imamın, ahlâkı doğrudan doğruya Tanrı’dan ve kâmilen öğrendiğinin sanılmasıdır. 

Ama bu, başka bir konudur.

Bir insanın bütün ahlâkı biliyor olması zaten mümkün değildir. Ama daha önemlisi  bütün ahlâkî kodları  ezbere bilen bir insanın bu kodları kendiliğinden uygulayıp uygulayamayacağıdır.

Arapça bilerek Kur’an’ı ezberleyen bir hafız kendiliğinden bir zahit haline gelebilir mi? Kaldı ki züht  bütün topluma  benimsetilmesi gereken bir eylem midir, yoksa bireysel gelişme için  tavsiye edilebilecek  istisnaî bir tutum mudur?

O halde sorularımızı en baştan cevaplamağa çalışmalıyız.

Ahlâk tespit edilebilir bir  idea mıdır? Ahlâkın tespit edilebilir bir şey olduğu düşüncesi dinlerle başlamıştır. Dinlerin amacı, ahlâkı  bireylerin aklına ve vicdanına bırakmak yerine  onlara , hepsini benzeştirecek, aynılaştıracak bir kodlar bütünü olarak dayatmak/empoze etmektir.  Din bu amacı ile özünde  bir siyasal rejimdi. Çünkü dayattığı sözde ahlâkî kodlarla  bireyleri birbirine benzetmeğe, onları tartışmaktan korkacakları bir emirler dizgesine uymaları için zorlamağa çalışır ki bu da bir toplumsal düzen oluşturmak işinin ta kendisidir.

Bundan dolayıdır ki “din adamının”/ ruhbanın dediklerinin doğrudan doğruya ilâhî bir kutsiyet taşıdığına dair kanaat, bütün akılcı muhakemelerden uzak tutularak mutlak iktidarın kaynağı haline getirilir.
Ahlâkın, iradeden, akılcı muhakemeden ayrı bir “kurtuluş reçetesi” veya “mutluluk paketi” olarak kabul edilmesi kolaydır ve kitleler genellikle akılcı muhakemenin yorucu çabalarındansa akıllarını bir otoriteye ipotek ederek bir tür “mutluluk faizi” kazanmayı daha kolay bulurlar.

Ahlâk Tanrı tarafından bütün kodları eksiksiz biçimde va’z edilmiş bir emirler dizgesi değildir. Bunun sebeplerinden biri toplumsal ahlâk kodlarının her devirde değişiklik arz etmesidir. Özellikle İslâm’daki yaygın kabul gören kanaate göre bir altın devirdeki sakındırıcı dayatmaları dondurarak bunların, her devirde insanlara adalet ve mutluluk getireceği umulur.

Böyle bir altın devir ne var olmuştur ne de böyle bir devrin “değişmez” ölçüleri var olabilir. Ahlâkın bu emredici/buyrukçu/kurucu yorumu, insanlar arasında gerçeklere ya da duygudaşlığa dayalı ilişkiler kurulmasını engeller.  Bu ahlâk yorumu, insanlarda ahlâk emredici otoriteye yaranmanın her şeyin üstünde olduğunu öğretir. Bu yüzdendir ki meselâ sakalsız erkeğin tecavüze açık bir kadına benzediğini söyleyecek kadar sapkın bir ruhbanın safsata mantığına uyanlar cennete gidebileceklerini umabilirler.

Peki  ahlâkın doğasına dair yorumlarımızın imamın dedikleriyle ve yaptıklarıyla ne ilgisi vardır?

Eğer imam ahlâka bir bütün olarak hâkim değilse nasıl olur da onun dediğini yapabiliriz?

Sözdeki “imam”,ahlâkla en çok uğraştığı düşünülen  profesyoneldir. Bu yüzdendir ki onun ahlâk hakkında  en çok şey bilen insan olduğu düşünülür.

Bir zamanlar ,  din profesyonellerinin kurumsal bir  öğrenimden geçebilen  şanslı insanlar olduğunu düşününce neden  “imamın dediğini  yapmamız gerektiğini” anlayabiliyoruz. İmam bir  zamanlar güvenilir bilginin sahibi sayılıyordu.

İmamın bu bilgi dağarcığı, onu  diğer insanlar açısından daha güvenilir kılsa da imamın bir insan olarak zaaftan  masun olup olmadığı kimsenin aklına gelmez.  Zamanında sıradan insanların ulaşamayacağı bilgilerle dağarcığını zenginleştirmiş imamın sözleri şüphesiz çok önemliydi.

Bilgi zamanın içinden süzülüp gelmiş bir değerdi. O, zamanın aşındırıcılığı ile inceltilmiş  ve sayısız tecrübenin ince eleğinden geçerek  bize ulaşmıştı. Dolayısıyla  gerçeğe yakın bilginin değeri insanlar üstüydü.
Oysa imamın varlığı geçiciydi. İmam zayıflıklarla doluydu.  Ahlâkın bilgisi belki göklerden paketlenmiş halde gelmiyordu ama doğru eylemin bilinmesi için gereken sayısız tecrübeyle anlaşılabiliyordu. Dolayısıyla imamın dediğini yapmak gerçekten önemliydi.

Oysa imamın hayatı kendine özeldi. Öyle de olmak zorundaydı. Çünkü sanılanın aksine  bir ahlâkî koda ne kadar güçlü kaymaklardan gelirse gelsin veya ne kadar güçlü bir otorite tarafından emredilirse emredilsin, insanların akıllarına uymuyor veya tecrübeleriyle uyuşmuyorsa  hemen hemen hiçbir etki yaratmayacaktır.

Bundan dolayıdır ki bir sevgi ve kardeşlik dini olduğu söylenen İslam dininin vaz ettiği “ahlâkın” uygulanabilmesi için şiddet ve korku şarttır. Şeriat rejimiyle yönetilen ülkelerdeki ölçüsüz devlet şiddetinin kendisini Allah ile aklaması bunun kanıtıdır.   Bunun gerçek İslâmla ilgisi olmadığını söyleyen geleneksel savunuculara, bu dünyada lâiklikle sınırlandırılabilse dahi dinin, kendine göre ahlâksızlar için korkunç cehennem azapları, işkenceleri vaat ettiğini hatırlatabiliriz. Bu sadece İslâm’ın sorunu da değildir. Kurumsallaşarak “din” haline gelmiş bütün inançlar aynı araçları kullanır.

“İmamın dediğini yap, yaptığını yapma!” sözü, imamın dediğinin objektif doğruluğunu takdir edip  onu ahlâkî sorumlulukta özgür bırakır.

İnsanlara  eylemlerinin ahlâki doğruluğunu anlamaları için   ortak ve objektif bilgilerin olduğunu  ve ancak bunların “ölçü” sayılabileceğini anlatır.

Dolayısıyla bir imam ne kadar günahkâr  olursa olsun, önemli olan, onun bahsettiği ahlâkî ölçülere uyup uymaması değildir; önemli olan, imamın  kendilerine uysa da uymasa da bir takım geçerli ve objektif ahlâkî normların var  olduğunu bize söylemesi ve gerektiğinde, kendi eylemlerini dahi bu ölçülerle yargılayabilecek olmasıdır.

Biz, göklerden gelen  ve evimize götürdüğümüzde, kendisine uymamızın bile gerekmediği bir iyilik ve ahlâk paketine falan sahip değiliz. Biz yılların içinde incelmiş bilgeliklerin aklımıza seslenişlerini dinleyerek karar vermek zorundayız. Bütün olan biten bu.



2 yorum:

selcen dedi ki...

Desek ki gelenek göreneklerimize bakalım.Bu da mahzurlu.Geleneklerin bir kısmı da zaten imamın dediklerinden kaynaklanmaktadır.Değil m.?

Afşar Çelik dedi ki...

Kısa, öz ve vurucu bir yorum olmuş Selcen Hanım.

Türk milliyetçiliğinin dindarlığının en büyük açmazını bir kaç kelimeyle özetlemişsiniz. Yine bekliyoruz, arayı açmayın lütfen.

Teşekkürler, saygılar.