4 Eylül 2018 Salı

Hayvansal Topluluklar Ve İcat Edilmiş Toplumlar



Uluslaşmayı anlayamamış, uluslaşamamış toplulukların en büyük sorunu, insan toplumlaşmasının “doğal” ve “hayvansal” olduğunu sanmalarıdır.

Bunun sebebi, toplumsallaşma aşamalarının gitgide soyutlaşması ve daha kurgusal bir hal almasıdır. 

Toplumlaşma  bir anda ve doğanın bir emri olarak meydana gelmez. Toplumlaşmanın ilk aşamaları hayvan sürülerindekine benzer bir “yardımlaşma” ve beraber avlanma çekirdeği etrafında oluşabilir. Fakat buna karşılık insanlar, beraberliklerine, diğer her şeye olduğu gibi bir anlam yüklemeğe ihtiyaç duyarlar. Böylece beraberliklerinin bir “anlamı” olduğunu diğer insanlara da duyururlar.

İnsan dünyayı “anlamlandırmaksızın” hayatta kalamaz. Bu sadece basit bir isimlendirmeden ibaret değildir. İnsanın dünyayı anlamlandırması, onun içindeki unsurları kategorize etmesi ve kendisine göre “değerlendirmesi” anlamına gelir.

Buna göre de bazı şeylerin, “diğerlerine göre daha fazla arzu edilir olduğuna” dair ortak kabuller geliştirerek toplumsallaşmanın anlamsal  yapısını, çatısını oluşturur.

Dolayısıyla neomarksist  düşünürlerin ve ulus kavramına saldıran bir kısım  liberallerin  sürekli yanlışlamak veya yok saymak için uğraştığı “icat” kavramı ortaya çıkar. Bahsedilen kamplar insanlığın, ahlâkî ve “demokratik” normlarının, ancak insanı saldırganlaştıran kimliklenmelerden  uzak durularak hayata geçirilebileceğini ve egemen kılınabileceğini düşünürler.

Böylece meselâ “ulus” kavramının aslında “doğal” olmadığını, bunun siyasal bir icat veya kurmaca olduğunu  söylerler.

 Burada atlanan veya görmezden gelinen husus şudur: Ulus karşıtlarının gerçekleştirmek istediklerini söyledikleri adalet, hukuk, insan hakları vs. kategoriler de aslında birer “icattırlar”. İnsan,  doğada meydana geldiği şekliyle “insan” değildir. İnsanı, değer ve norm sahibi bir canlı olarak  ortaya çıkaran doğa değildir; ona bu değerleri ve normları kazandıran toplumsallaşmadır. “Tarzan”, bu açıdan son derece çarpıcı bir örnek anlatımdır veya hayatını basit kabileler ve yağma yaparak kazanan toplulukların hayvana , modern insandan daha  yakın olması düşündürücü bir örnektir.

 Toplulukların kalabalıklaşması ve  iş bölümümün artması ile iki ihtiyaç ortaya çıkar:

Öncelikle toplulukta artık salt hayvansal ihtiyaçların karşılanması aşamasının ötesine geçildiği için  artan çeşitlilikteki ihtiyaçları karşılayan insanların da korunması gerekmeğe başlar.

Daha sonra başka toplulukların saldırılarına karşı yeni kurulan toplumun korunması ihtiyacı artık daha karmaşık bir  gereklilik halini alır.

Bu iki gereklilik, meydana gelen toplumun sürekliliğinin sağlanması için “ edinilmesi ve  korunması gereken varlıklar” yani “ değerler” olarak kabul edilir ve bu kabul de kuşaktan kuşağa aktarılır.

Toplumdaki herkesin,  toplumdaki güçlülere karşı dahi korunması gerekliliği hukuğu; toplumun yabancı toplumlara veya topluluklara karşı korunması gerekliliği de  diplomasiyi ve savunma örgütlenmesini doğurur.

İşte bu noktada “yaşanagelen” düzenlerin “ifade edilmesi”, “anlamlandırılması” ve “aktarılması” gerekir ki bu üçü,  ulus karşıtı sosyalistlerin, liberallerin ve etnikçi  tüm örgütlenmelerin “icat” diyerek karalamağa çalıştıkları eylemin kollarıdır.

 Belli bir noktadan sonra insan topluluğunun kendisine bir isim vermesi yetmez. Bu topluluk kalabalıklaşamıyor, çeşitlenemiyor ve daha ayrıntılı örgütlü yapılar meydana getiremiyorsa hayvansal sürüleşmeye yakın bir durumda donmağa başlar. Bu donma hali ancak uluslaşmağa varan karmaşık ve kurumsallaşmış yapıların ileri gitmesiyle fark edilebilir. Bu durumda, kendince bir dile sahip olarak kendilerini diğer topluluklardan ayırt etmesinin yeterli olacağını düşünen topluluklar, aslan sürüsünün sırtlan sürüsünden ayırt edilmesi gibi  hayvansal aşamaya yakın bir yerde kalakalır. Bu tür bir toplumsal yapılanmadan “insan” denen canlının eserleri beklenemez.

Hattı zatında “insan” denen canlı bile bir “icattır”. Doğada “insan” sadece maymunsuların alet yapabilen en zayıf cinsinden başka bir şey değildir. İki ayaklı bu primat, eğer türdeşlerinin korunması konusunda iradî bir çaba göstermiyorsa, kendi varlığının bir “anlam” taşıdığına dair anlayış geliştiremiyor ise belki biyolojik olarak insan sayılabilir ama modern insanın değerler dağarcığında kendisine bir yer bulamaz.

İnsan her aşamada “icatlarla” ilerleyerek bugünkü durumuna gelmiştir. Gözden ırak tutulan veya görmezden gelinen şey insanın yalnızca ateş, tekerlek veya kundurayı icat etmediği ama asıl büyük icatlarının toplumsallaşmayla ilgili olan anlamlandırmaları ve değer yaratma işleriyle ilgili olduğudur ki bu çabalarının toplumsal nihai aşaması uluslaşma olmuştur.

İcat  şüphesiz “doğal” bir şey değildir. Fakat uygarlığın meydana getirilmesi de doğal süreçlerin sonucu değildir. Bu açıdan ulusun “icat” edilmiş ve dolayısıyla doğal olmayan bir “yanlışlık” veya “kötülük” olduğunu düşünenler, aslında insanın “doğasına” karşı çıkan immoralist vahşilerden başka bir şey değildir.

Hiç yorum yok: