Dediğimi Yap Kendi İşine Bak
Genellikle bir kınama ifadesiyle
kullanılan ve anlamını yitirmiş bir ata sözümüz var: “ İmamın dediğini yap,
yaptığını yapma..”
Sözle ilgili yaygın yanlış
kanaat, imamdan ideal ahlâkın örneği olması gerektiğidir. İmam bir ahlâk sembolü olabilir mi?
Öncelikle “ideal ahlâk” tespit edilebilir mi ya da “emredilebilir mi”?
Ahlâkın imamdan beklenmesinin
sebebi, imamın, ahlâkı doğrudan doğruya Tanrı’dan ve kâmilen öğrendiğinin
sanılmasıdır.
Ama bu, başka bir konudur.
Bir insanın bütün ahlâkı biliyor
olması zaten mümkün değildir. Ama daha önemlisi
bütün ahlâkî kodları ezbere bilen
bir insanın bu kodları kendiliğinden uygulayıp uygulayamayacağıdır.
Arapça bilerek Kur’an’ı
ezberleyen bir hafız kendiliğinden bir zahit haline gelebilir mi? Kaldı ki
züht bütün topluma benimsetilmesi gereken bir eylem midir, yoksa
bireysel gelişme için tavsiye
edilebilecek istisnaî bir tutum mudur?
O halde sorularımızı en baştan
cevaplamağa çalışmalıyız.
Ahlâk tespit edilebilir bir idea mıdır? Ahlâkın tespit edilebilir bir şey
olduğu düşüncesi dinlerle başlamıştır. Dinlerin amacı, ahlâkı bireylerin aklına ve vicdanına bırakmak
yerine onlara , hepsini benzeştirecek,
aynılaştıracak bir kodlar bütünü olarak dayatmak/empoze etmektir. Din bu amacı ile özünde bir siyasal rejimdi. Çünkü dayattığı sözde
ahlâkî kodlarla bireyleri birbirine benzetmeğe,
onları tartışmaktan korkacakları bir emirler dizgesine uymaları için zorlamağa
çalışır ki bu da bir toplumsal düzen oluşturmak işinin ta kendisidir.
Bundan dolayıdır ki “din
adamının”/ ruhbanın dediklerinin doğrudan doğruya ilâhî bir kutsiyet taşıdığına
dair kanaat, bütün akılcı muhakemelerden uzak tutularak mutlak iktidarın
kaynağı haline getirilir.
Ahlâkın, iradeden, akılcı
muhakemeden ayrı bir “kurtuluş reçetesi” veya “mutluluk paketi” olarak kabul
edilmesi kolaydır ve kitleler genellikle akılcı muhakemenin yorucu çabalarındansa
akıllarını bir otoriteye ipotek ederek bir tür “mutluluk faizi” kazanmayı daha
kolay bulurlar.
Ahlâk Tanrı tarafından bütün
kodları eksiksiz biçimde va’z edilmiş bir emirler dizgesi değildir. Bunun
sebeplerinden biri toplumsal ahlâk kodlarının her devirde değişiklik arz etmesidir.
Özellikle İslâm’daki yaygın kabul gören kanaate göre bir altın devirdeki sakındırıcı
dayatmaları dondurarak bunların, her devirde insanlara adalet ve mutluluk
getireceği umulur.
Böyle bir altın devir ne var
olmuştur ne de böyle bir devrin “değişmez” ölçüleri var olabilir. Ahlâkın bu
emredici/buyrukçu/kurucu yorumu, insanlar arasında gerçeklere ya da
duygudaşlığa dayalı ilişkiler kurulmasını engeller. Bu ahlâk yorumu, insanlarda ahlâk emredici
otoriteye yaranmanın her şeyin üstünde olduğunu öğretir. Bu yüzdendir ki meselâ
sakalsız erkeğin tecavüze açık bir kadına benzediğini söyleyecek kadar sapkın bir
ruhbanın safsata mantığına uyanlar cennete gidebileceklerini umabilirler.
Peki ahlâkın doğasına dair yorumlarımızın imamın
dedikleriyle ve yaptıklarıyla ne ilgisi vardır?
Eğer imam ahlâka bir bütün olarak
hâkim değilse nasıl olur da onun dediğini yapabiliriz?
Sözdeki “imam”,ahlâkla en çok
uğraştığı düşünülen profesyoneldir. Bu
yüzdendir ki onun ahlâk hakkında en çok
şey bilen insan olduğu düşünülür.
Bir zamanlar , din profesyonellerinin kurumsal bir öğrenimden geçebilen şanslı insanlar olduğunu düşününce neden “imamın dediğini yapmamız gerektiğini” anlayabiliyoruz. İmam
bir zamanlar güvenilir bilginin sahibi
sayılıyordu.
İmamın bu bilgi dağarcığı, onu diğer insanlar açısından daha güvenilir kılsa
da imamın bir insan olarak zaaftan masun
olup olmadığı kimsenin aklına gelmez. Zamanında sıradan insanların ulaşamayacağı
bilgilerle dağarcığını zenginleştirmiş imamın sözleri şüphesiz çok önemliydi.
Bilgi zamanın içinden süzülüp
gelmiş bir değerdi. O, zamanın aşındırıcılığı ile inceltilmiş ve sayısız tecrübenin ince eleğinden geçerek bize ulaşmıştı. Dolayısıyla gerçeğe yakın bilginin değeri insanlar
üstüydü.
Oysa imamın varlığı geçiciydi.
İmam zayıflıklarla doluydu. Ahlâkın
bilgisi belki göklerden paketlenmiş halde gelmiyordu ama doğru eylemin
bilinmesi için gereken sayısız tecrübeyle anlaşılabiliyordu. Dolayısıyla imamın
dediğini yapmak gerçekten önemliydi.
Oysa imamın hayatı kendine
özeldi. Öyle de olmak zorundaydı. Çünkü sanılanın aksine bir ahlâkî koda ne kadar güçlü kaymaklardan
gelirse gelsin veya ne kadar güçlü bir otorite tarafından emredilirse
emredilsin, insanların akıllarına uymuyor veya tecrübeleriyle uyuşmuyorsa hemen hemen hiçbir etki yaratmayacaktır.
Bundan dolayıdır ki bir sevgi ve
kardeşlik dini olduğu söylenen İslam dininin vaz ettiği “ahlâkın” uygulanabilmesi
için şiddet ve korku şarttır. Şeriat rejimiyle yönetilen ülkelerdeki ölçüsüz
devlet şiddetinin kendisini Allah ile aklaması bunun kanıtıdır. Bunun
gerçek İslâmla ilgisi olmadığını söyleyen geleneksel savunuculara, bu dünyada
lâiklikle sınırlandırılabilse dahi dinin, kendine göre ahlâksızlar için korkunç
cehennem azapları, işkenceleri vaat ettiğini hatırlatabiliriz. Bu sadece İslâm’ın
sorunu da değildir. Kurumsallaşarak “din” haline gelmiş bütün inançlar aynı
araçları kullanır.
“İmamın dediğini yap, yaptığını
yapma!” sözü, imamın dediğinin objektif doğruluğunu takdir edip onu ahlâkî sorumlulukta özgür bırakır.
İnsanlara eylemlerinin ahlâki doğruluğunu anlamaları
için ortak ve objektif bilgilerin
olduğunu ve ancak bunların “ölçü”
sayılabileceğini anlatır.
Dolayısıyla bir imam ne kadar günahkâr olursa olsun, önemli olan, onun bahsettiği
ahlâkî ölçülere uyup uymaması değildir; önemli olan, imamın kendilerine uysa da uymasa da bir takım
geçerli ve objektif ahlâkî normların var olduğunu bize söylemesi ve gerektiğinde, kendi
eylemlerini dahi bu ölçülerle yargılayabilecek olmasıdır.
Biz, göklerden gelen ve evimize götürdüğümüzde, kendisine
uymamızın bile gerekmediği bir iyilik ve ahlâk paketine falan sahip değiliz.
Biz yılların içinde incelmiş bilgeliklerin aklımıza seslenişlerini dinleyerek
karar vermek zorundayız. Bütün olan biten bu.
2 yorum:
Desek ki gelenek göreneklerimize bakalım.Bu da mahzurlu.Geleneklerin bir kısmı da zaten imamın dediklerinden kaynaklanmaktadır.Değil m.?
Kısa, öz ve vurucu bir yorum olmuş Selcen Hanım.
Türk milliyetçiliğinin dindarlığının en büyük açmazını bir kaç kelimeyle özetlemişsiniz. Yine bekliyoruz, arayı açmayın lütfen.
Teşekkürler, saygılar.
Yorum Gönder