Az önce radyoda Türk Sanat Müziği
dinliyordum.
Artık yeni besteler yapılmadığı
aklıma geldi. Herhalde en son yirmi yıl önce bir iki beste yapılmış olsa gerek.
“Kültürel soğuma” ayrı bir
tartışma konusu ama bana başka bir şeyi düşündürdü ki o da “milletin
sürekliliğiydi”.
Türkiye’yi yeni baştan ve “ daha
doğru bir şekilde inşa etmek” iddiaları bana bunu düşündürdü.
Biz Kurtuluş Savaşı ile
kazanılmış bir vatanı ve “tamamen Türk olan” , her şeyiyle bağımsız bir devleti
dedelerimizden miras aldığımızda, bütün bunların öylece sürüp gideceğini
sandık.
Daha sonra “ Acaba Türk var mı?” “Yahu
Kürt’ler de yok muydu?” “ Neden sadece Türk’ler olsun ki?”, “ Müslümanlar neden
kendi hukuklarıyla yaşamıyor?”gibi saçmalıkların, “tartışma” diye ortaya atılmasına
şahit olduk. Sanki Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, Kürt diye bir topluluğu hiç
görmemişler, hiç namaz kılmamışlar gibi bir algıya bönce ve cahilce teslim
olduk.
Daha sonra devletin aslında
yanlış yapılandığını düşünüp ona etnik ve mezhepsel bir şekil vermeğe kalktık, baktık ki doğu ve güneydoğu ciddi ciddi elimizden
çıkmak üzere; derhal müdahale edip kanamayı yavaşlattık.
Anlamamız gereken şey şu: Türkiye
Cumhuriyeti, biz canımız istediği gibi ona bir şekil verelim, canımızın
istediği her etnik kabile bir egemenlik alanı bir mezra devleti bağışlayabilelim diye kurulmuş
bir devlet değil. Türkiye Cumhuriyeti, Türk Milleti’nin kurduğu ve tek egemen
olarak yönettiği bağımsız bir devlettir.
Devletlerin özelliği, “süreklilikleridir”.
Bu süreklilik de devletin kuruluş biçiminin,
mantığının ve kurucu ulusun egemenliğinin dokunulmazlığı, ertelenemezliği ve
vazgeçilemezliğinin ara vermeksizin korunması demektir.
Bu sürekliliğin sağlanması için
de ulus, çocuklarına, devletin kuruluş sürecini öğretir ve her kuşağa bunu “milli
eğitim” ile aktarır. İşte bu sürekliliğin gözetilmesi için duyulan duyarlılığa “milliyetçilik”
denir. Milliyetçilik bu yüzdendir ki bir aşırılık veya ırkçılık falan değildir.
O bir süreklilik bilinci ve duyarlılığıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder