“Öteki”, “benin” dışımdaki herkestir. Bu varoluşsal olarak böyledir. Yani bir “ötekinin” varlığı, bir egonun varlığının gereğidir.
Bu durum benzerlik gösteren “benlerin” bir arada bulunması ile de aynen devam eder.
Benzerlik gösteren “benlikler” kendilerine daha az benzeyen bütün beraberlikler için “ötekidirler”.
Ötekiliğin varoluşsal kaçınılmazlığı, hiçbir rejimle, ideolojiyle, emirle giderilemez. Hiçbir emir size sizin kendinizden bildikleriniz dışındakilerin menfaatlerine, kendi menfaatleriniz, fayda endeksinizin en ön sırasında yer vermenizi emredemez.
Kendi fayda mülâhazanız, en öndeki faydalarınız için gerekirse hayatınızı vermeyi kabul etmenizi sağlayacağından dolayı, faydalarınızın önceliklerini belirlemek de yine sizin ihtiyarınızda/ inisiyatifinizdedir. Kimse size kendi belirlemediğiniz faydalar için “hayatı feda etmek” derecesinde bir önceliği, kendisi için de kabul etmenizi emredemez.
İşte milletler, bir takım değerleri - yani elde edilmek ve edildikten sonra da korunmak istenen varlıkları ki bu istek onları aynı zamanda birer “fayda” olarak görmek demektir- benimseyen ve onlara fayda endekslerinde en üst sıralarda yer veren fertlerin oluşturduğu toplumlardır.
Ötekileştirmenin, fayda endeksinde/dizininde veya fayda öncelemesinde farklılaşmadan doğması, onun mutlak kötülüğünü göstermez.
Ötekileştirmenin, fayda endeksinde/dizininde veya fayda öncelemesinde farklılaşmadan doğması, onun mutlak kötülüğünü göstermez.
Ötekileştirmenin olmadığı bir dünya demek, yemek yemek, aile kurmak, geçinmek gibi işlerde fertlerin, herkesi kendileri gibi kabul etmesi anlamına gelir ki bu durumda hiçbir iş ortaya çıkarılamaz. Çünkü ne bir insan başkasının ne istediğini tam olarak bilebilir ne de kendi varlığını hayatta tutmayı düşünmeksizin var olabilir.
Ötekileştirmenin atomize ve ilgisiz bir fert idealine karşılık gelemeyeceğini de aile kurumuna bakarak anlayabiliriz. Çünkü hiçbir insan birinci derece yakınlarını asla kendinden ayıramaz. Eşinin, çocuklarının faydalarını en önde tutmayan hiç kimse yoktur. İkinci derece yakınlarda bu bağ biraz zayıflar ve akrabalık ilişkileri uzaklaştıkça da fayda mülâhazasındaki ortaklık zayıflar.
Ötekileştirmenin popüler ve sığ söylemdeki esas karşılığı “ayrımcılıktır”.
Bu, bir topluluğun resmî olarak egemen toplumdan ayrı tutulması, temel haklarının tanınmaması demektir. Toplumsal anlamda da bir toplumun, içindeki farklı toplulukları kendi bünyesinde barındırmaktan duyduğu rahatsızlığı izhar etmesi demektir. Nitekim Almanya’da Alman Yahudilerine karşı gösterilmiş toplumsal tepki bunun en ürkütücü örneğidir.
Bu ön akıl yürütmeden sonra Türkiye’deki duruma bakıldığında ne görmekteyiz?
Türkiye’de Türk toplumu, içindeki farklılıklara karşı, yaşadığı bütün ihanetlere rağmen dışlayıcı bir tavır mı takınmıştır? Her şeyden önde Türk Milleti’nin, kendi oluşumunun, ırkî hiçbir iddiaya dayanmadığının farkında olduğunu belirtmeliyiz.
Türkiye’de Türk toplumu, içindeki farklılıklara karşı, yaşadığı bütün ihanetlere rağmen dışlayıcı bir tavır mı takınmıştır? Her şeyden önde Türk Milleti’nin, kendi oluşumunun, ırkî hiçbir iddiaya dayanmadığının farkında olduğunu belirtmeliyiz.
Bundan dolayı, Ziya Gökalp’in halk irfanına işaret ederek aktardığı “Dili dilime, dini dinime uyan” nitelemesiyle Türk Milleti kendince asgari benzeşme ölçülerini ortaya koymuştur. Ülkemizdeki Kürt Etnik ırkçısı siyasetçilerin sık sık ileri sürdükleri ve ayrışma bahanesi saydıkları lisanî farklılık dahi “dinî” beraberlikten dolayı Türk Milleti’nce önemsiz sayılmıştır. Bundan dolayı da kendini Türk bilen herkes, ortak fayda endekslerinde, fayda önceliklerinde Kürt adını da kendisiyle bir tutmuştur.
Eğer böyle olmasaydı, Türkiye’de herkese etnik köken sorulur ve bundan sonra işlemlerde öncelik gözetilirdi. Oysa ayrımcılığın en şiddetli yapıldığının iddia edildiği dönemlerde dahi Türk toplumu, Türkçe konuşup da toplumdan kendini ayırmayan, kendisine zarar vermeyeceğini düşündüğü hiç kimseye ayrımcılık uygulamamış, onu kendi fayda endeksinden, önceliğinden uzak düşünmemiştir. Hatta Kürtçe konuşmanın da bir ayrımcılık sebebi olduğuna inanmamış ve toplumsal ilişkilerde, böyle bir farkı gözetmeyi “ayıp” saymıştır.
Durmadan tekrarlanan ve Almanya’daki “kristal geceye” benzetilmek istenen 6-7 Eylül olayları dahi ancak çok yoğunlaşmış bir hissî atmosferde ortaya çıkmış ve benzerine de hiç rastlanmamıştır.
Meseleye Türk toplumu açısından bakıldığında, Türk adının sahip olduğu derin tarihi ve siyasî tecrübenin, sahip olduğu çok geniş coğrafî dağılımın, ihtiva ettiği yüksek kültürel ve ırkî çeşitliliğin zaten bir başkasına düşmanca bir öteki gözüyle bakmasına engel olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz.
Türkiye’de bir “ötekileştirme” var mıdır peki?
Maalesef vardır ama bu davranış, Türk milletine , onun benimseyici ve bütünleştirici tavrına karşı koymayı demokratik hak diye savunmaya kalkan etnik ırkçı siyasetçilerin davranışıdır.
Her şeyden önce “farklı azlıkların” kendilerini çoğunluktan ayrı hissetmeleri, yani “öteki” görmeleri işin tabiatında vardır. Ötekileştirme asıl, diğerlerine benzemek korkusu taşıyan cemaat davranışlı kapalı toplumların varoluş sebebidir.
Çünkü kapalı toplum yapısındaki, cemaat yapısındaki beraberlikler için en önemli şey kendi içindeki benzerliği sürdürmektir. Bu benzerlik elle tutulur, gözle görülür şeylerle sürdürülmedikçe de küçük toplumlar, cemaat yapıları kendilerini güvende hissetmez. Son derece sorumsuzca kullanılan “mikro milliyetçilik” uydurma terimi ile gösterilen federasyona ve hatta bağımsızlığa varan ayrışma taleplerinin özü, sahip olunan ve “ötekileştirmeyi” sağlayan bu somut benzeşmenin sürdürülmesi, kültürel etkileşimin bitirilmesi arzusudur.
Ülkemizde “Kürt halkının demokratik haklarından” bahsedenler, Türk Milleti’nin Kürt’eri kendinden bilerek fayda önceliklerinde onları kendisinin önceliklerine sahip saydığını idrak etmek istememekte ve işin içine farklılığın uzlaşmaz bir hale gelmesi için şiddeti de sokmaktadırlar. Bu gün Türk Milleti’nin Kürt kardeşlerini kendisinden bilmesinin ahlâkî boyutu etnik ırkçılarca gizlenmekte ve gözle görülür tek fark olan lisan ile bu benimseme tavrına karşı çıkılmaktadır.
Türk Milleti için Kürt adı asla İngiliz, Fransız, Rus, Alman, Flaman, Çinli gibi bir farka tekabül etmemiştir ve bundan sonra da etmeyecektir. Çünkü Türk toplumu için Kürt, aynen, kendileriyle büyük tarihin beraberce paylaşıldığı ve artık büyük millî benzeşmeye dahil edilmiş Pomak, Çerkez, Laz, Boşnak gibi topluluklardan biri anlamına gelmektedir.
Eğer böyle olmasaydı, ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgelerinde Türkmen aşiretleri, Kürtlerle evlilik bağlarıyla kaynaşmaz ve Kürtleşmezdi. Tarihi kayıtlar açıklandıkça bölgede Türkmen’lerin nasıl Kürtleştiği, Kürtçeyi benimsediği ortaya çıkmaktadır. Zaten Ortadoğu’da başka hiçbir ülkede olmayan büyüklükte bir nüfusa ulaşan Kürtlerin Türkiye’deki bu büyük nüfusunu başka türlü açıklamak mümkün değildir.
Eğer çoğunluğun azlığa karşı reddedici, inkâr edici, dışlayıcı bir tavrı olsaydı, Türk topluluklarının Kürtlerle hiçbir ilişkiye girmemesi gerekirdi. Son araştırmalar Türk topluluklarının “Kürtleşmesinin”, Kürtlerin Türkleşmesinden daha hızlı olduğunu da göstermektedir. Bunun sebebi de kendi içinde çeşitlilik barındıran ve büyük kültür sahibi bir toplumun fertlerinin, karışmaktan korkmamalarıdır.
Ulaşımın hızlanması, ekonomik ilişkilerin çeşitlenmesi ile birlikte Kürt toplulukları Türk uluslaşma sürecine, içlerindeki bütün etnik ırkçı dirençlere rağmen akıl almaz bir hızla katılmaktadır. İşte ülkemizdeki etnik ırkçılığın şiddeti tırmandırmasının esas sebebi bu katımın önünü kesmektir. Etnik ırkçılar Türk adına duydukları nefreti, Türk Milleti’nde bir “ötekileştirme” duygusu yaratarak ve muadil bir nefret oluşturarak haklılaştırmaya çalışmaktadırlar.
Etnik ırkçılığın, “zarar vermemek iradesi” yani ahlâk açısından Türk Milleti’nin genel tutumuna karşı verdiği cevap son derece yaralayıcı ve kabul edilemezdir. Böyle bir tutumun siyaset sahasına sokulmuş olması ise demokrasi anlayışımızdaki yanlışlığın ve ölçüsüzlüğün sonucudur. Çanakkale Harbi’nde can düşmanlarını kendi evlâdı gibi görerek topraklarında uyutan bu aziz millet, popüler felsefenin bir sakızından başka bir şey olmayan bir kavramla suçlanamaz. Etnik ırkçılar, ancak kendi varlık sebepleri olabilecek “ötekileştirmenin” yaratacağı ayrışmanın muhtemel feci sonuçlarını göremese de Kürt kardeşlerimizin bu saldırganlığa ve vahşete karşı açık bir tavır almalarının zamanı gelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder