*
Etnik ırkçılığın sürekli telaffuz ettiği “demokratik haklar” kavramının demokraside bir yeri var mıdır?
Etnik ırkçılar, oy oranlarınca çoğunluktan ayrışabilmek serbestisi kazanabilmeyi bir “hak” olarak görürken bunla ilgili talepler gerçekten “hak” kategorisine girerler mi?
Bu iki soruya da “ evet” diye cevap verebilmemiz mümkün değildir.
Bunun sebebi, “hakların” dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel menfaatler olması, onlarla aynı özelliği taşımayan hiçbir menfaatin de “hak” sayılamayacağı gerçeğidir.
Çünkü bir menfaat, onu talep edenlerin sayısına göre “hak” halini alamaz.
Bundan ayrı menfaatin varlığının, menfaatten yararlanmayanlarca karşılanması onun “hak” sayılmasını engeller.
Buradaki çarpıtma devlet ve demokrasi kavramlarının çarpıtılmasından kaynaklanmaktadır.
İlk olarak demokrasi, yalnızca devlet aygıtının yönetilmesi ile ilgilidir. Millî egemen kimse, onun, devlet örgütlenmesi ve çalışma sistemi ile ilgili kararları oy ile barışçı şekilde belirleyebilmesinin adıdır.
Demokrasinin bu sınırlı çalışma şekli, sürekli hukuk ile denetlenmelidir, aksi takdirde oy sahiplerinde Tanrısal bir yetki yanılgısına yol açabilir.
Haklar insanın varoluşundan kaynaklanan temel menfaatler oldukları içindir ki bunlar dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmezdir.
Bunların insanlarca keşfedilmiş olması, insanlarca yaratılabilecekleri anlamına gelmez. Bundan dolayıdır ki devlet sürekli hukuk ile denetlenmeli ve faaliyetlerinde, temel haklara kesin riayet ile kayıt altına alınmalıdır.
Demokrasinin oy sahiplerini Tanrı kompleksine itmesinin sebebi de “devlet” denen aygıtın insanüstü bir kudret sahibi olarak görülmesi ve kitlelerin kendilerince bazı menfaatler için onun üzerindeki denetleyicilik yetkisinden vazgeçebilmeleridir.
Şüphesiz devlet bir zor kullanıcı aygıttır. Ama her aygıt gibi insan iradesince kullanılan ve denetlenen bir aygıt olmalıdır.
Demokrasinin oy sahiplerine tanıdığı yetki algısı ile devletin zor kullanıcılığının büyüsü birleştiğinde ortaya adeta bir Leviathan’ın kullandığı nükleer füze üssü görünümü çıkar.
Çünkü kitleler demokrasiyi yani oy aygıtını kullanarak devlet gibi bir zor kullanıcının gücüyle her şeyi yapabileceğini sanır.
Oysa “zor kullanmak” , yaratmayı sağlayamaz. Diktatörler ellerinde silâhları ile her şeyi yok edebilir ama bu, onların aynı silâhlarla buzdolabı imal edebilmesini sağlayamaz.
Bu yüzden bir arada yaşamanın kurallarını korumak için elde edilmiş bir zor kullanma yetkisini, istediğini yaptırmak için keyfi şekilde işletmek ile herhangi bir bireye veya gruba hak değil ancak imtiyaz verilebilir.
Hiçbir insanî zor kullanıcı, hakların taşıdığı varoluşsallığı ve “maliyetsizliği” taşıyan menfaatler yaratmaya kaadir değildir.
Dolayısıyla demokrasideki oy gruplarının taleplerinden hak yaratmak da mümkün değildir.
Kaldı ki demokrasileri “oy gruplarının devletten talep etmek” mekanizması haline getirmek ne demokrasi ile ne de hukukla bağdaşır.
Çünkü demokrasi, az önce bahsettiğimiz gibi bir talep üretme mekanizması olmadığı gibi devlet de imtiyaz dağıtıcı bir Tanrı değildir.
Demokrasinin bu şekilde oy gruplarının miktarına göre devletçe menfaat dağıtılması şeklindeki algılanışı, kollektivizmin bozucu, ifsat edici etkisinden kaynaklanmaktadır.
İnsanların oylarıyla menfaat talep etmesi, devleti, kitlelerin Tanrısı sayan zihniyetin ifadesidir.
Eğer elinde oy hakkı olan herkes gruplaşarak taleplerinin hak olmasını sağlasaydı dünya cehenneme dönerdi.
Demokrasinin kolektivist algılanışı yüzünden taleplerin meşruiyeti, temel haklara riayetle test edilmelerini imkânsız kılmıştır. Demokrasinin, “dağıtıcı bir tanrı devletle” muhatap olmak olarak algılanması, taleplerin sadece kaç kişiyle ifade edildiğine dikkat edilmesi gerektiği sonucunu doğurmuştur. Bu yüzden özellikle Marksist örgütler, sürekli örgütlenmeden, yığınlardan bahsetmektedir.
Örgütlenmenin talepleri “hak” haline getireceği saplantısının vardığı tek yer Marksist bir devrim ve proleterya diktatörlüğüdür.
Aynı şekilde kendilerini farklı ırktan hissettikleri için temel hakların ötesinde taleplerinin sorgulanmaksızın yerine getirilmesini isteyen etnik ırkçılar da “dağıtıcı bir devletten” oyları nispetinde kayırılma beklemekte, hatta bunu kendi devletleri inde yapacaklarını açıkça söylemektedirler.
Onlar ırka dayalı , “saflaştırılmış” bir egemenlik bölgesinin prensipte ne kadar ahlâk dışı ve zalimce olacağıyla ilgilenmemekte, kendilerini egemenliğin kullanım araçlarından ayrımsız yararlandıran büyük millî oluşumu dışlamanın, inkâr etmenin alçaklığından endişe duymamakta ve sadece demokrasi manivelasıyla kendilerini, kendi bürokratik otarşilerine hapsetmek istemektedirler. Üstelik bu menfaatin, kendilerini ayrımsız kabul eden bir milletçe ödenmesini talep etmektedirler.
Demokrasinin hukuk altındaki benzeşme yoluyla en düşük maliyetle işletildiği millî devleti reddetmenin imtiyazsızlık ilkesini ihlal olduğu, daha kötüsü suç olduğu gerçeğini görmezden gelmek ve bu suçun da oy sayısı ile meşrulaştırılması gerektiğini söylemek etnik ırkçılığın ahlâkî eksikliğinin tipik delilidir.
Demokrasi her talebin kabul edilmesini gerektiren bir seçimle ilgilenmediği gibi devlet de kendisinden talepte bulunulacak bir dağıtıcı tanrı değildir.
Ülkeleri “ demokrasiyle yönetilememek” çıkmazından kurtarmak istiyorsak önce onları, Marksizm ve küçük kardeşi olan etnik ırkçılığın çarpık demokrasi ve dağıtıcı devlet histerilerinden arındırmamız gerekmektedir.
* "Acil durumda camı kırınız"
Ülkeleri “ demokrasiyle yönetilememek” çıkmazından kurtarmak istiyorsak önce onları, Marksizm ve küçük kardeşi olan etnik ırkçılığın çarpık demokrasi ve dağıtıcı devlet histerilerinden arındırmamız gerekmektedir.
* "Acil durumda camı kırınız"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder