2 Temmuz 2010 Cuma

Etnik Irkçılığın Ana Dilde Eğitim Talebinin Demokrasi Ve Haklar Kuramı Açısından Eleştirisi


Etnik ırkçılığın talepleri, demokrasinin olmazsa olmazları mıdır?

Bu sorunun cevabını en sağlıklı vermesi gereken liberallerimiz, maalesef etnik ırkçılığın şiddetine ve mantıksızlığına “demokrasi” adına en çabuk teslim olan grubu teşkil ediyorlar.

Gerçi etnik ırkçılar kendi içlerinde de bu konuda bir fikir birliğine varmış değil ama bu güne kadar tutarlı, tutarsız savunulan sözde “çözüm önerileri” maalesef etnik ırkçılığın yarattığı fizikî terör ortamından ve onu bilerek veya bilmeyerek destekleyen enternasyonalist iktidar partisi yüzünden adamakıllı eleştirilememiştir.

Bu taleplerin sanırım en popüleri “ana dilde eğitim”dir.
Yani, ülkemizdeki her etnik grup kendi kabile veya kavim dilini bu talebe göre eğitimde kullanmalıdır. Bu talep eğitimin hangi aşamalarını kapsamaktadır? Kaldı ki talep edilen şey eğitim değil öğretimdir.
Bu talebin üniversite öğrenimini de kapsadığı artık aşikârdır. Yani, bir Kürt kökenli çocuğumuz üniversiteyi bitirinceye kadar bu talebe göre Türkçeden arındırılmış bir öğrenim görebilecektir,. Bu şekilde kendi kültürünü koruyacağı düşünülmektedir. Bu talebin ne gibi bir fayda mülahazasıyla öne sürüldüğü meçhuldür. Herhangi bir fayda sağlamasa dahi sadece “farklı” olmaktan dolayı kişinin kendisini egemen kültürden yalıtabileceği bir hayat alanı oluşturmasının kayıtsız şartsız kabulü talebidir bu.

Bu talep kendi içinde tutarlıdır. Ama kendi içinde tutarlılık, talebin etkileştiği toplumu göz önüne aldığımızda meşruiyet açısından yetersiz kalmaktadır.
Her şeyden önce anadilde eğitimin devlet tarafından yani ülkenin vergi mükellefleri tarafından finanse edilmesi istenmektedir. Zira “Ana Dil Öğrenme Kursları” talep yokluğundan kapanmıştır. Yani etnik ırkçıların bir “ana dil” piyasasının olmadığı aşikârdır. Olmayan bir talebi devlet eliyle yaratmaya kalktığınızdaysa, devleti finanse eden kesimlerin rızasını almanız şarttır.

Kaldı ki devletin eğitim-öğretim tekeli gerek öğrenimin kalitesi gerekse eğitim taleplerinin farklılığını karşılayamamak ve fikir hürriyetini zedelemek açısından ciddi sakıncalar içermektedir. Ülkenin milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olmamak kaydıyla ( ki bu durum meselâ bir federasyon olan ABD’de toplumun bütün kesimlerinde, her yaş grubunda benimsenmiş en önemli ilkedir) ve temel bilgilerde belli bir seviyeyi standart almak kaydıyla aslında herkes kendi dünya görüşüne uygun okullar açabilmeli ve çocuklarının öğretimine her aile kendisi karar verebilmelidir.
Yani “öğretimin piyasaya devredilmesi” ideali de ancak belli şartlar altında anlamlıdır. Aksi takdirde ne bilgilerin kalitesinin ölçülebilmesi mümkün olur ne de saldırganlığın engellenmesi…

Burada iki temel yanılgı var:

Birincisi yukarıda bahsettiğimiz gibi ; dile dayalı yalıtılmış öğretimin, kendini yalıtmak isteyenler dışında kimsenin sorumluluğu olmadığının, etnik ırkçılarca bir türlü anlaşılmaması…

İkincisi demokrasinin, çoğunluğun belirleyiciliği aleyhine kullanılamayacak olması.

Oysa anadilde eğitim talebi bir “demokratik hak” olarak sunulmaktadır. Demokrasi bir hak üretim makinesi değildir. Demokraside taleplerin özgürce ortaya konması, her talebin kendiliğinden “hak sayılacağı” anlamına gelmez.

Kaldı ki “haklar” tek başlarına, varoluşlarının hiç kimseye bir maliyet yüklemediği temel menfaatlerdir. Meselâ bireyin yaşaması onun sorumluluğunun üstlenildiği son yaşına kadar ancak bir “maliyet” yaratmakla beraber bu zaten anne ve babaların yaşam arzusunun da maliyetidir. Dolayısıyla kişinin yaşaması bir başkasının ölmesine sebep olmadığı için dokunulmaz bir temel menfaattir.

Bu açıdan bakıldığında öğrenim dahi bir “hak” değildir. Çünkü onun maliyeti hele devlet merkezli bir komuta ekonomisinde sürekli başkalarının üstüne yıkılmakta ve fakat yaratılan katma değerden öncelikli yararlanma avantajı, mezun öğrencide kalmaktadır. Bu da “değere karşılık değer” algısının çarpıtılıp “hiçliğe karşı değer” anlayışının doğmasına yani bedavacılığın yerleşmesine yol açmaktadır. Eğer öğretim bir hak ise o zaman çeşitli okullara girişteki şartlar ve sınav uygulamaları kaldırılmalıdır. Oysa böyle olmamakta "öğretimin hak edilmesi" için yeterlilik şartı aranmaktadır. Hiç bir temel hak "hak edildiği" için var olmaz. Temel haklar yani gerçek haklar "hak edilmedikleri takdirde başkalarını zora" sokan menfaatler olmadıkları için öğrenim bir "hak" değildir.

Etnik ırkçılar, bilinçlerindeki kolektivist Marksist ideolojileri ile zaten bunu arzulamakta. Bu bedavacılık eğilimine bir de etnik ırkçı bir kılıf geçirerek, etnik izolasyonu, ayrışmayı vergi mükelleflerinin kesesinden karşılamayı istemektedirler.
Burada dikkat edilmesi gereken şey etnik ırkçılığın “ırkçı” yaklaşımının tam da bu izolasyon arzusunda yatmasıdır. Ki bu toplumsal ayrışmanın ve en nihayetinde siyasî bölünmenin temelidir.

Kahir ekseriyeti “Türk” soyut adının, kimliğinin mensubiyetini hisseden bir toplumdan başta dil ile ve daha sonra sair unsurlarla kendini yalıtmak ve iletişimi kesmeye çalışmak, kendini “saf ve arındırılmış” tutmak arzusunun ifadesidir. Aile bağlarından ve dilden gayrı bir ayırıcı vasfı olmayan bir topluluğun sözde siyasetçilerinin bu tavrının genel adı “ırkçılıktır”.

Öte yandan daha önce değindiğimiz gibi demokrasi her talebin seslendirilebildiği ama her talebin hayata geçirilmesinin gerek şart olmadığı bir çoğunluk iradesi rejimidir. Çoğunluk iradesi temel haklara tam bir saygıyla kayıt ve şart altına alınır ama her talebin bir “hak” olduğunu da kabul etmez. Demokrasi her grubun oy oranında güçlü olduğu bir rejim de değildir. Öyle olsaydı demokratik rejimler , ülkeler derhal etnik gruplara bölünürdü. Oysa bu gün örnek alınan hiçbir liberal demokraside, demokrasi etnik ayrımcılığa manivela olarak kullandırılmamaktadır. Örnek alınan liberal demokratik ülkelerin tamamı “millî bütünlüğü” demokrasi çerçevesinde sürdürmeyi esas kabul etmiş ülkelerdir.

Dolayısıyla “ana dilde eğitim” gerek toplumsal bütünlüğü etnik ırkçılığın lehine bozması, gerek maliyet/fayda analizinde ,ırkçılığı vergi mükelleflerinin kesesinden beslemek isteyerek ırkçılığa gayrı meşru bir menfaat sağlaması, gerekse demokrasi tanımını çarpıtarak demokratik belirleyici çoğunluğu hiçe sayması ve demokrasiyi kuran millî egemene sırtını dönmesi ile meşruiyeti olmayan bir taleptir. Zaten bu yüzden etnik ırkçılar silâh tehdidini sürdürmekte ve gayrı meşru bir talepler listesini bu şekilde kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.

Etnik ırkçılığın “ana dilde eğitim” talebi aynı zamanda , sürekli başımıza kaktıkları “ötekileştirmenin” devlet eliyle yaratılması olacaktır. İşin bu sosyolojik boyutu da ayrı bir fecaattir. Çünkü bu, “Türk’ü ötekileştirmek” hırçınlığının, Türk tarafından sağlanması çarpık ve şedit mantığının ifadesidir.
Türkçe öğrenim görerek kendisini zaten benimsemiş ve kendinden bir parça bilen Türk Milleti’ne dahil olmak hiçbir Kürt çocuğuna zarar vermez. Çünkü aile var oldukça diller de var olacaktır.

Ama dil farklılığını resmî bir kabul haline getirmek devlet eliyle vatandaşları atomize etmek, bölmek, ayrıştırmak demektir. Bu elbette etnik ırkçılara hem ırkçı iştahları hem de Marksist enternasyonalizmleri açısından son derece uygun görünmektedir. Etnik ırkçıların demokrasi algılarındaki çarpıklığı eleştirmek sorumluluğu, daha önce de dediğimiz gibi en başta liberallere düşmekteyken onların etnik ırkçılığın şiddetine boyun eğmeleri ciddi bir sorundur. Ana dilde eğitim, demokrasi karşıtı, bedavacı ve ırkçı bir yaklaşım olarak artık tartışmanın dışına atılmalıdır.

Hiç yorum yok: