Bir ülkedeki devlet kurucusu millî çoğunluğun yanında, nüfus açısından az sayıda, uzlaşmaz bir kültürel farklılıklarla kendini belli eden, ülkede belli bir coğrafyaya büyük ölçüde bağlı, kültürel farklılıklardaki uzlaşmazlıklar yüzünden, egemen millî unsurla soy bağı kurmamış veya çok az kurmuş topluluklar, “etnik” olarak nitelenebilir.
Bir topluluğun “etnik” sayılması, onun bir hukuk devleti açısından farklı sayılmasını gerektirmez.
Bir devlet, çoğunlukça belirlenen ve çoğunluğun uyduğu her türlü kural ve sınırlamayı gözeterek, çoğunluk için geçerli olan hakların azlıklar içinde geçerliliğini gözetir, korur.
Bir çoğunlukça belirlenen derken kastımız, temel haklara riayet hususunda sağlanan çoğunluk mutabakatıdır yani devletin rızaya dayalı temellendirilmesidir. Yoksa çoğunluğun her türlü keyfî karar için tanrısal bir yetkiyi haiz olduğu değildir.
Dikkat edilirse devletin meşru temellendirilmesinde kurucu bir çoğunluktan bahsetmekteyiz. Hukuk kurallarının evrenselliğine rağmen bu kuralların uygulanması için kendi aralarında mutabık kalan “çoğunluklar” “evrensel” değildir. Yani kimliksiz, nötr, geleneksiz, renksiz insan yığınları değildirler. Bir arada yaşamak iradesini, üzerinde mutabık kalınacak genel kurallara dayandırmış bu büyük toplumlar, milletlerdir/uluslardır.
Dolayısıyla bir meşru devlette hukuk birliğini sağlamanın temelinde o hukuk birliğini sağlamak iradesini gösteren bir milletin varlığını tanımak yatar. Millî bir çoğunluğa dayanmaksızın ve neredeyse tamamı siyasî güç mücadelelerince kurulmuş harita devletlerinde “belirleyicilik” sorunun çıkmasının sebebi budur.
Bu durumda, bir ülkede “vatandaşlığın” yani hukuk birliğinden kaynaklanan hak müdafaası hürriyetinin, müessesesinin var olabilmesi için o hukuk birliğini sağlayan ve koruyan “kimliğin” tanınması kaçınılmazdır. Zaten bağımsızlığın ve daha da önemlisi egemenliğin gerçek manası budur.
Bundan dolayıdır ki bir devlet bütün vatandaşlarını, kendini kuran ve kendi kimliğiyle şekillendiren çoğunluğun adıyla tanır. Bu, hem haklar ve hem sorumluklar açısından, ülke vatandaşlarının hepsinin aynı şekilde gözetileceğinin ifadesidir. Bundan dolayıdır ki bir millî devlet veya moda tabirler “ulus devlet” vatandaşlığı egemen milletin adı üzerinden tanımlar. Bunun yanında siyaset yoluyla devleti yönlendirmek hususunda da gene aynı bağımsızlık ve egemenlik ölçüleriyle bütün vatandaşları yetkili kılar. Devletin, vatandaşlarını bir kimlikle” tanıması, devletin vatandaşlarına bir dayatmasından değil, devleti, bir araya gelerek kurmuş olan milletleşmiş toplumun “kimlik birliği” yönünden irade göstermesinden dolayıdır.
Bu yüzdendir ki hiç kimse kendi temel haklarını, bir ülkenin kurucu millî çoğunluğunu reddetmek veya onun hukuk koruyucu ve emniyet sağlayıcı tekelini yok etmek için kullanamaz.
Bu durumda “etnik grupların” siyaset mekanizmasına girişleri” imkânsızlaşmış mıdır?
Elbette böyle bir durum yoktur. Çünkü kendini “farklı” hisseden gruplar daima olacaktır. Mesele şu ki bu farklılık hissi tek başına hukukî ve siyasî bir “kaynak” teşkil etmez.
Temel hakları açısından çoğunluktan farkı olmayan bir azlık grubunun “farklılık hissi” ancak farklılık hissinin özgürce ifade edilmesini istemekle sınırlıdır.
Temel hakları açısından kısıtlanan, çokluktan bariz şekilde ayrılan gruplar içinse ihlal edilen hakların niteliğine göre karşı çıkma hakkı söz konusudur. Bir insanın hayatını tehdit ettiğinizde, onu öldürmeğe teşebbüs ettiğinizde size şiddet göstermesine şaşmamalısınız.
O halde temel haklar konusundaki resmî ve ciddi bir ayrıma tabi tutulmayan “etnik” grupların isyan etmek ve kurucu çoğunluğu inkâr etmek gibi bir hakları olamaz.
Tadil edilebilir bir devlet içinde etnik siyasetçiler yalnızca, kendi gruplarındaki bireylerin temel haklarının gözetilmesi konusunda uyarıcı olarak görev yapabilirler. Bunun dışında bir ülkeye “anadil”, devletin işleyişi, eğitim vs. konularda kendi farklılıklarını dayatmaya hakları yoktur. Çünkü bu vb konularda zaten kurucu millî çoğunluk belirleyici olmak hakkını yani bağımsızlığını dünyaya tanıtmış ve tek meşru belirleyici haline gelmiştir.
Bundan ayrı olmak üzere “demokrasi” tanımı gereği “çoğunluğun barışçı yönetimidir.” Demokrasi ile yönetilen bir memlekette o ülkenin millî kurucu çoğunluğunun belirleyici olması zaten demokrasinin de gereğidir.
Temel hakların tanınması dışında hiçbir grubun ırkî, lisanî vs farklılıklara “ayrıca” hak tanınmasını istemeye bu sebepten hakkı yoktur!
Temel hakların korunmasının kontrolü dışındaki her türlü “etnik” talep millî çoğunluğun egemenlik hakkına müdahaledir, isyandır. Bundan dolayı da egemenin sağladığı hukuk birliğine isyan ile gayrı meşrudur.
Gelelim Türkiye’deki Kürt etnikçi siyasetinin, etnik siyaset için çizdiğimiz meşruiyet sınırlarına ne kadar riayet ettiğine…
Türkiye’de Kürtler, iki yüzyıldır süren sayısız isyanla her ne kadar Türk varlığına karşı gelmiş olsa da gerek din kardeşliği gerekse derin tarihi benzerliklerden dolayı asla Türk çoğunluk için “etnik” bir grup sayılmamışlardır. Aksine, ırkî mülâhazaları çoktan aşmış, derin bir tarihî kökü ve hukuk beraberliği ile temayüz eden Türk varlığının hep bir parçası sayılmışlardır.
Yani etnik grupların sahip olduğu “uzlaşmaz kültürel farklar” Kürtler için söz konusu değildir.
Bundan dolayıdır ki özellikle Anadolu coğrafyasında geniş bir dağılım göstermişlerdir. Şüphesiz bazıları, isyan eden aşiretlerin dağıtılmasının gönüllü bir dağılım olmadığından bahsedecektir ama egemen bir milletin meşru devletine karşı isyanın cevapsız kalmasını beklemek herhalde hukukla bağdaşamaz.
Kaldı ki dağıtılan aşiretlerin batıdaki yerleşimleri toplumsal açıdan bir sorun teşkil etmemiş, ırk gözetmeyen ve son derece geniş karınlı Türk çoğunluk içinde Kürt’ler kadim kardeşlerimiz olarak rahatlıkla iş kurmuş, yerleşmiş ve tahsil görmüşlerdir.
İki yüz yıllık tahriklere rağmen Türk varlığı Kürt kardeşlerinin hukuk açısından ayrı bir yere konmasını aklına dahi getirmemiştir ve getirmeyecektir de. Bu memleketin mahkemeleri bütün davaları “Türk Milleti” adına çözerken kimseyi bu millî bütünlüğün dışında saymamıştır.
Türk Milleti adına yürütülen adalet, Türk diye ayrı bir ırk tanımaz ve bu ırka da imtiyaz tanımazken yani “Türk olmanın” hiç kimseye fazladan bir hak vermediği bir memlekette “Türk olmamaktan” dolayı hak talep etmek bir hak arama şekli olamaz.
(Devam edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder