Herkes sanıyor ki dünyadaki makbul ve arzu edilir
demokrasiler, kimliksiz, ideolojisiz ve nötr devletlerde ortaya çıkıyor.
Bu hayali ya da safsatayı memlekete liberalistler
yaydı. Bu liberalizmin kötülüğü mü? Hayır. Çünkü herkesin ağzının suyunu akıtan
bütün o müreffeh demokrasilerin hepsi istisnasız. liberal demokrasi…
Peki bu ne demek? O ülkelerde herkes canının ,
istediğini yapabiliyor mu? O ülkelerde vahşi bir kapitalizm herkesi sömürüp
fakirleştiriyor mu? Ne tuhaf ki asgari ücretli işçilerin alım gücü bizimkilerle
kıyaslanmayacak kadar yüksek.
Ama bu başka bir tartışmanın konusu.
“Yüksek şatodaki Adam’ın “dizisini seyrediyoruz
annemle.
Toplumsal kodların farklılığı, dünyaya bakıştaki
aykırılıklar ve başka çelişkiler ya da kaçınılmazlıklar sanırım biraz da
moralimi bozuyor. Çünkü bir film de bir rüya gibi sizi etkiler. Çünkü şeylerin
dimağımızda yarattığı izlenimler aslında onların kendilerinden daha çarpıcı
olabiliyor.
Öyle bir hayal yaratılıyor ki o hayalî ülkede hiç kimsenin
bir kimliği yok. O ülkede herkes sadece insan olduğu için değerli görülüyor. O
ülkede, o hayalî ülkede hiç kimsenin sadakat duyduğu bir kimliği, korumak
istediği bir kültürü ya da değerleri yok.
Elbette o ülkenin dilinin ne olduğu, nasıl
belirlendiği ya da o ülkeyi kimin kurduğu, dahası o ülkenin nasıl kurulduğu
gibi konulara ise hiç değinilmez. Ya da o ülkede kimin sözünün geçtiğinden söz edilmez.
Bir ülke söz konusu olduğunda bir egemenlikten
bahsetmemek mümkün mü?
Peki dünyada herhangi bir savaşla ya da mücadeleyle
elde edilmemiş bir egemenlik söz konusu mu? Belki ama herkesin bildiği gibi
istisnalar kaideyi bozmaz. Bugün haritadaki bir toprak parçasından ibaret
olmayan bütün devletler bir savaş veya mücadeleyle kurulmuştur. O halde böylesi
yüksek bir bedelle kurulan devletlerin hiçbirinde bu bedeli ödeyen ulusun
iradesi dışında bir irade hüküm süremez.
İşte bu, egemenliktir. Bazı romantik liberalistler
bunun “demokrasi” adına ihmal edilebilecek ya da vazgeçilebilecek bir şey
olduğunu savunurlar ama ideolojilerini ödünç aldıkları hiçbir ülkede bu hayal
ciddiye alınmaz.
Egemenlik, bir ülkede kurucu ulusun, o ülkenin rejimini,
toplumsal düzenini, belirleyebilmesi yetkisi demektir. Bu yetki de ancak başkalarıyla savaşılarak alınır. Ve bu yetki bir kez alındı mı ancak yine savaşla
kaybedilebilir.
Bu da demektir ki demokrasiler, kuruldukları
ülkelerde, kurucu ulusun parmak izini taşırlar ve bu parmak izi genellikle
kanla basılır. Dolayısıyla “demokrasi”
ancak kurucu ulusun varlığıyla anlam kazanır. Bir ülkede kurucu ulusun adının, kimliğinin ve
egemenliğinin o ülkede hukuka ve demokrasiye engel olduğunu düşünmek bu
yüzdendir ki ya hamakkattir ya da ihanet.
Demokrasi milli egemenliğin üstünde, onu aşkın bir
değer değildir.
Kısacası hiçbir ulus demokrasi adına ülkesinin
bağımsızlık senedine kanla bastığı parmak izinden vazgeçmez.