15 Kasım 2023 Çarşamba

Kutsallık, Tanrı Ve Kurmaca 2

 


Kutsallık, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilemez olguların ve kavramların genel niteliğidir.

Kutsallık, bir dokunulmazlık alanı belirlemek demek.

Peki ama kutsal, “belirlenen” bir şey ise onun “dokunulmazlığı” gerç
ekten nereden gelir?

“Yeşil domatesleri kutsal bilen” insanların “kutsalı”, gerçekten kutsal mıdır?

O halde… “Gerçekten kutsal olmakla”, “kutsal sayılmak” arasında bir fark var mıdır ve bu fark temel haklar açısından önemli midir?

Yeşil domatesleri kutsal bilen insanların kutsallık kabulleri onların inançlarıyla kanaatleriyle ilgilidir. Burada sıradan insanları yanıltan şey bir “kutsalın” kabul edilmesiyle, o kutsallığın kendisi arasındaki farktır.

Çok sivri bir örnek olarak Japon İmparatoru’nun Japon toplumundaki yerine değinmek belki de yararlı olabilir.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Japon İmparatoru Tanrı gibi görülüyordu. Belki Tanrı’nın kendisi değildi ama onunla aynı kudrete sahip bir varlıktı. Oysa Japonya ABD’ye yenildiğinde Amerikan makamlarının ilk yaptıkları şey Japon İmparatoru’na Tanrı olmadığını kabul ettirmek oldu. Bir yenilgi Japon halkının “kutsalını” yerle bir etmişti.

O halde “kutsallık” kutsal sayılan şeyin özünden gelmiyordu; o bir kabuldü.

Bu durumda ahlâkı temellendiren ya da toplumda barışı sağlayacak gerçek bir “dokunulmazlık” kategorisi oluşturamayacağız demektir. Oysa bütün toplumların kutsalları vardır. O halde bütün toplumlar aslında var olmayan şeyleri mi “tabulaştırmaktadır?”

Burada “kutsallığın” özüne gelmiş bulunuyoruz.

Kutsallık, yok edildiklerinde, aramızdaki bütün bağların, sevginin, sadakatin ve dahası bilincimizin de yok edildiği değerlerin ortak özelliğidir.

Bu “değerler”, zaman içinde toplumların gelişmişlik düzeylerine göre elde ettikleri ve elde ettiklerinde korumak için mücadele ettikleri olgular ve kavramlardır. Toplumlar gelişmişlik düzeylerine göre onları bir araya getiren, bir arada tutan olguları ve kavramları keşfederler ve oluştururlar/yaratırlar.

Bir toprak parçası üzerinde aynı dili konuşan ve aynı kurallara uyduklarında aralarındaki barışı koruyabildiklerini gören insanların elde etmek ve korumak istedikleri şeyler zamanla değişir ve gelişir.

Öyle ki zaman içinde aynı kurallara bağlılıkla birlikte ortak anılar ve “tarih” teşekkül eder. Toplumlar aralarındaki barışın nesilden nesile devamı için kuralların ve anıların korunmasına çalışır ve işte bu noktada toplumu bir arada tutan kurallar ve anılar “yaşamsal” bir önem kazanır ve “kutsallaşırlar”.

Bu noktada dinlerin kutsallık algısının gerçek kutsallıkla farkı ortaya çıkar.

Şu anlaşılır ki toplumlar herhangi bir dinden başka bir dine rahatlıkla geçerek dinlerin “kurduğu” kutsallıktan rahatlıkla vazgeçebilirler ama kendi toplumlaşmalarının temellerinden asla vazgeçmezler. Bu durum Müslüman toplumlar için bile geçerlidir.

Araplar için Arap olmak Müslüman olmanın diğer adıdır ve Araplar asla diğer Müslümanları kendilerine denk görmez ve kendileri kadar değerli saymazlar. Hatta  öyle ki Müslüman Araplar, Hıristiyan Arapları meselâ Türklerden daha muteber görürler.

O halde inşaların “kutsallarını” hiçe saymak bir suç değil midir?

Burada gözden kaçan husus,  kutsal sayılan şeyin değerinin kutsallık kabulünden gelmemesidir. Kutsalın değeri, onu kutsal sayanın “ifade hürriyeti” hakkından gelir. Burada kutsal olan yeşil domatesler değildir; kutsal olan, herhangi birinin yeşil domatesleri kutsal sayabilmesi hakkıdır.

Peki ama Türkiye gibi gönüllü geri kalmış bir ülkede yeşil domatesleri kutsal bilmek hakkının iktidara gelmesi demokrasinin bir gereği değil midir?

Neden bu soruyu soruyoruz? Çünkü bizimki gibi geri memleketlerde her şey eninde sonunda sayısal bir çoğunluk kazanarak yandaşları besleyebilmek kavgası haline gelir.

O halde kısa yoldan cevabı verelim: Hayır!

Çünkü yeşil domatesleri kutsal bilmek bir hak olabilir ve böyle bir hak “temel hak” olması sebebiyle “kutsal” olabilir ama bu kutsal, Türk Milleti’nin devleti ve vatanıyla bölünmez bütünlüğünün “mütemmim cüzü” değildir. Kısacası  yeşil domatesleri  kutsal bilenlerin bu inançları var olabilir ama böyle bir inanç ortadan kalktığında Türk Milleti’nin devleti ve vatanıyla bölünmez bütünlüğü, tarihi, bilinci hiçbir şekilde eksilmez.

Japon İmparatoru’nun tanrısallığı ortadan kalkmış bile olsa onun Japon Ulusu’nun bütünlüğü içindeki yeri yok edilememiştir. Japon İmparatoru’na Tanrı olmadığı kabul ettirilmiştir ama Japon Ulusu bir ulus olmaktan, vatan sahibi olmaktan, tarih ve bilinç sahibi olmaktan men edilememiştir.

O halde “kutsallık” ifade hürriyetinin bir işlevi/fonksiyonu olarak keyfi şekilde belirlenebilir ama onun “gerçek kutsalların” yerini almasına izin verilemez. Buradaki sınırı çizen şeye de “egemenlik” denir. Fakat bu başka bir konudur.

 

 

 

 

 

2 yorum:

selcen dedi ki...

Evet doğru."Şu anlaşılır ki toplumlar herhangi bir dinden başka bir dine rahatlıkla geçerek dinlerin “kurduğu” kutsallıktan rahatlıkla vazgeçebilirler ama kendi toplumlaşmalarının temellerinden asla vazgeçmezler."

afşar dedi ki...

Özenle okuduğunuz ve yorumladığınız için çok teşekkür ederim hocam!