24 Kasım 2023 Cuma

Kutsallık , Tanrı Ve Kurmaca 4

 

Kurmaca

Yaygın kullanımının aksine “kurgu”  kelimesinin asıl anlamı Dimytrik’in “Sinemada Kurgu” adlı kitabında çevrildiği şekliyle “montajdır”. Kurgu, varolan unsurkarın bir düzenlenmesi, sıralanmasıdır. Oysa “kurmaca” bir tasarım ve yaratım işidir.

 

Kurmacanın Tanrı ve kutsallıkla ne ilgisi olabilir?

 

Bu sorunun cevabını inançta, Tanrı’da bulamayacağız ama sanırım bize bu sorunun cevabını dinler verecektir. Bu arada sorunun doğru bşr cevabının olup olmadığıyla ilgilenmiyoruz. Çünkü kurmacanın dinlerle ilgisi dinin özünden ve işlevinden kaynaklanıyor.

 

O halde dinin özünde ne vardır? “Din” deyince ne anlaşılmalıdır?

 

Din özetle bir siyasî kurumdur. Peki ama bu özetleme her şeyi açıklar mı? Yoksa kendi başına açıklanmaya mı muhtaçtır? Elbette bu özet tanım açıklanmalıdır.

 

Din biraz daha açık ve fakat yine de kaba bir şekilde şöyle tanımlanabilir:

Din, herhangi bir inancın,  bir kutsal kitap, bir elçi, o elçinin şeriatı ve o şeriatı vaaz edip uygulayacak bir ibadethane ve ruhban ile düzenlenmiş halidir.

 

Tanımda bahsi geçen unsurları, dinler tarihi metinlerinde, dinleri tanımlayan unsurlar olarak bulabiliriz.

Görüldüğü gibi işin özünde bir düzenleme yatmaktadır. Peki ama bu düzenleme iması acaba salt bir totolojiden ibaret olmasın?

 

O zaman cevabı bulmakta, imdadımıza fakihler yetişir. Çünkü fıkıh, toplumsal düzenin( toplum-devlet ilişkisinin)ve toplumun hayat tarzının tamamen dinin hükümlerine göre düzenlenmesi demektir. Fıkıh, inançtan alınan meşruiyetle Allah adına tartışılmaz bir “amel uygulamaları tasarlama” ve hemen ertesinde Allah adına yargılama işidir.

 

Kutsal kitaplar bütün dinlerin temelini oluşturur. Kaynaklarının kutsal, dokunulmaz, tasavvur edilemez, eleştirilemez Tanrı olduğu söylenir. Mutlak şekilde akıldan uzaklaştırılmış  böylece kutsallığı korunmaya alınmış kutsal kitaplarda Tanrı, insan gibi konuşan, insan gibi “hisseden”, “insan güvenceleriyle vaat edip  insan ölçüleriyle korkutan bir yaratıcı olarak “tasvir” edilir.

 

Peki ama bunun kurmaca ile ne ilgisi olabilir?

Kısa yoldan gidecek olursak yaratıcının, yaratılan tarafından idraki imkânsızdır. Yaratılanın “sınırlılığı” yaratıcının “algılanmasına” izin vermez. İnsan için algıdan öte edinlebilecek bir bilgi yoktur. Bu açıdan Tanrı’nın varlığı bir tartışma konusu değildir, çünkü Tanrı bir bilgi konusu değildir.

 

O halde Samî dinlerin, kullrından sürekli bir şeyler isteyen, onara sürekli bir şeyler vaat eden, onlarla zaman zaman pazarlık eden Tanrı telâkkisi, algılarla edinilen bir bilgiden gelmemektedir. O halde bu Tanrı telâkkisi nasıl/ nereden  doğmuştur?

 

İnsan ümitle korku arasındaki gelgitlerde savrulan bir canlıdır. Bu gelgitlerde ayağını yer basmasını, düzenlilikle birlikte gerçek kavramını oluşturmasını sağlayacak bir “son durak”  ya da deniz feneri ihtiyacı, onu “en büyük”, “en ulu”, “en güçlü” olması gereken bir “otoriteyi” düşünmeye itmiştir. Özünde İbrahim’in Tanrı inancına kavuşmasının öyküsü bundan ibarettir.

 

O halde bütün düşünceleri, hayalleri ve tasarımları ancak algılarıyla sınırlı olan bir canlının “sınırsız” bir varlığı “tanımlamaya” kalkması “Tanrı’nın dilini anladığını” iddia edebilecek herhangi bir insan için bile imkânsızdır. Söz gelimi Tanrıyla konuşan bir insanın onun “sınırsız” söz dağarcığını bir müddet anlaması mümkün bile olsa o dağarcıktaki sözlerin hemen hemen hiç birini kendi diliyle konuşanlara aktaramayacaktır. Bu durumda onun “yaşadıkları”, bir bilgi olmaktan öte bir “kurmaca” olarak kabul edilecektir. Şu nokta bilimsel bir gerçektir: İnsan görmediği şeyleri rüyasında göremez. Uydurulmuş bir tek boynuzlu at imgesini rüyasında görebilir  ama rüyasında  at olmayan ve hiç bir şeye benzemeyen bir binik görmesi mümkün değildir. Böyle bir şeyi görmüş bile olsa onu ancak  diğer insanların sınırlı idrakleriyle oluşturulmuş bir dağarcığın içeriğine bir ölçüde benzeterek anlatabilir. Yaratışmış ve görülmemiş bir varlık belki böyle tanımlanabilir ama ya Tanrı?

 

Tanrı’nın zatı böylesine tanımlanamazken onun “sözlerinin” bildiğimiz dillerden birine tercüme edilebileceğini de düşünemeyiz. Sınırsız bir dağarcığın sınırlı bir dağarcığa sıkıştırılması mümkün bile o dağarcığı kendi dağarcığına sığdırabilen insanın bunu yaparken tam anlamıyla yeterli olması beklenebilir mi? Böyle bir yeterlilik taşısa bile Tanrı’nın sözlerinin ancak kendi “kültürüne” göre anlamaması mümkün olabilir mi? Sözgelimi Tanrı neden cenneti belli bir şekilde tasvir etmelidir? Tasvir edilen cennet her kültürde arzu edilebilir bir yer midir? Ya da neden orada sadece dünyadaki varlıkların aynıları bulunmaktadır? Tasvir edilen yer ancak bu dünyanın “daha tasasız” bir şekliyse bize orayı anlatan ya Tanrı’nın sözlerinin  tercüme edememektedir ya da bütün bunların olmasını arzu ederek hayal kurmaktadır.

 

Belki çok uzatmamakta fayda vardır:

Din uygulamalarını, “ahkâmını”, “fıkhını” savunanlar, dinin, güzel ahlâkın kaynağın olduğunu söyleyerek onun işlevine vurgu yaparlar.

 

Dolayısıyla iş eninde sonunda dönüp “uygulandığında insana her zaman ve her yerde mutluluk, tatmin, barış ve adalet” getireceğine inanılmış bir siyasi kuruma gelir. Dinin tanımında olduğu gibi insanın günlük hayatının her yönünü istisnasız düzenlemek iddiası ve amacı açık bir egemenlik idiası ve bir siyasi proje, bir siyasi tasarım ve bir siyasi kurmacadır. Çünkü kaynağı “Tanrı” olmakla birlikte o tartışılmaz kaynaktan geldiği söylenen hükümler bile farklı kültürlere sahip, hepimiz gibi sınırlı akıllı insanların yorumlarıyla sürekli “kurulmuştur”. Dolayısıyla din, özü itibariyle kutsallık ve inanç dayanaklarıyla kendisini tartışılmaz kılmış bir siyasi kurmacadır.

 

Dinin böyle olması bizi inançtan, kutsallıktan ve Tanrı’dan mahrum eder mi? Elbette hayır. Çünkü insanlar Tanrı inancına siyasi tasavvurların  neticesinde ulşamamışlardır, kendi idraklerinin ışığında bir anlam arayışıyla ulaşmışlardır.

 

Ve kutsallık, insana insanüstü bir kaynaktan gelmemiştir; onun anlam arayışıyla ulaştığı “değerler” dağarcığıyla içinde oluşan vicdanından gelmiştir.

 

İnsan kendisiyle ilgili her şeyi, oluşturduğu ve geliştirdiği bir anlam dağarcığıyla “kurmuştur”.

 

Bir kere insanın bu iradî varlığı anlaşıldığında, kurmacanın sınırları, anlamlılığı ve yeterliliği gibi konular da daha sağlıklı anlaşılabilir.

Hiç yorum yok: