Bugün Twitter’da genç bir “hoca” gördüm. (Artık
kafasına bir sarık saran herkes ne de olsa hoca…)
Cinlerin
padişahıyla nasıl çarpıştığını, onu nasıl öldürdüğünü anlatıyordu.
Bir başka hoca, bir
halifenin hikmetiyle güneşin kararabildiğinden
bahsediyordu.
Her şeye gücü yeten
bir Tanrı’ya inanmak kişinin idrakine bağlı bir şey. Aslında “her şeyi
yapabilmenin” objektif bir ölçüsü ve
tanımı yok. Kimlerine göre böylesi bir güç herkesi yok edebilmek demekken
kimlerine göre karbon atomunu ya da diğer elementleri, değişmeyecek
özelliklerle yaratabilmek kudreti anlamına gelebilir.
Bugün artık Türkiye’de
kadir-i mutlak bir Tanrı’dan anlaşılan şeyse canının istediğini canının
istediği gibi yapabilen, insanlara Arapça seslenip Arap üstünlüğünü telkin
eden, insani bütün özelliklerin en mükemmel hallerini taşıyan, kullarıyla
pazarlık edip onlardan intikam alabilen… Kısaca insan gibi davranan ama insanla
kıyaslanamayacak kadar kadir bir yaratıcı.
Yanıltıcı
tartışmalar Tanrı’nın nitelikleri üstüne yapılıyor… Oysa hiç kimse Tanrı hakkında
konuşmaya haddimizin yetip yetmediğini tartışmıyor.
Kafasına bir sarık
sarıp Arapçayla uğraşan herkes kendisinin, kendiliğinden Allah’a daha yakın olduğunu
iddia edebiliyor. Öyle ki Arapça bilmeyenlerin Allah’la yakınlaşması ya da
ondan bir şey istemesi bile pek zor addediliyor.
Ve bu imtiyazlı
insanlar, bilinmeyen âlemlerin kapılarını açıp bilinmeyen varlıklarla iletişim
kurabildiklerini söyleyebiliyorlar. Onlara “nereden bildiklerini” bile
soramıyoruz. Çünkü sözde Arapça
bilgileriyle zaten “iman yolunda” bizden çok önde gidiyorlar ve onları
sorgulamak doğrudan doğruya imanı tehlikeye atmak anlamına geliyor.
Hiç kimse de o
insanlara “İyi de senin benim imanım hakkında ahkâm kesmeye ne hakkın var?”
diye sormak aklına gelmiyor. Ya da… “Senin inandığına inanmıyorum ki neden
bahsettiklerinle beni sürekli sıkıyorsun?” diye sormak artık memlekette “Allah’ın
düşmanı” sayılmanın eşiği sayılıyor.
Birer macera öyküsü
ya da romanı gibi anlatılan sayısız öykü, mesel ya da menkıbe bizim için karbon gibi
yaşamsal bir elementin yarattığı sayısız olasılık kadar şaşırtıcı ve
düşündürücü olabilir mi? Yoksa biz aslında nefsimizin korku, şehvet ve macera
arzusunu anlatılanlarla tatmin edip de delinmez bir zırhla bütün ahlâkî sorumluluklardan
kurtulabilmek mi istiyoruz? Bu dünyada ahlaksızlık sayılan her şeyin sınırsızca
yaşanabileceği bir yerin vaadiyle itaat talep eden insanların peşinden
gidildiğinde varoluşum gerçek mucizelerinin gerçek hayranlığına ve minnettarlığına
ulaşılamayacaksa eğer… Başlarına sarık
sarıp cinlerle savaşan insanlara itaat ederek gerçekten karbon atomunun yaratıcısının
sonsuz idrakine yaklaşabilmek mümkün müdür?
Tanrı’nın ne
istediğini sürekli bize dayatan insanlar karbon atomunu yaratan varlığa karşı
hadsizlik ettiklerini bir an bile düşünüyorlar mı? İman onların denetiminde bir bilinç mi? Yoksa
biz mi köleliğin sorumsuzluğuyla zevk ırmaklarında yüzmek mi istiyoruz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder