Türkiye’de uzun yıllardır gevelenen bir terim var: "Barışın dili…"
Önce “düşman” ya da “ düşmanlık”
terimleri hakkında biraz düşünmeliyiz.
Düşman, “bireysel ya da toplumsal
varlığımızın kendisine ya da va
roluş
biçimimize karşı çıkan insan ya da kurum” demektir. Herhangi biri ya da herhangi
bir kurum bizim var olmamamız gerektiğini ya da “istediğimizi gibi var
olamayacağımızı” söylediğinde bize düşmanlık ediyor demektir.
Düşman denen varlığın,
varoluşumuza fiilen müdahale etmesi de “savaş”
demektir.
Hal böyle oluna, Türkiye
Cumhuriyeti’ne kati, terörist vs diyenler bu ülkede vatandaşlık haklarından kaynaklanan ifade hürriyetinin arkasına sığınarak Türk Milleti’ne düşmanlık etmişlerdir ve düşmanlık etmektedirler.
Türkiye’de “kirli” bir savaşın sürdürüldüğünü
söyleyen Kürtçüler aslıda doğru söylemektedirler. Çünkü Türk’ten ayrı bir ulusun
Türkiye’de egemen olması gerektiğini iddia ederek silâha sarılmak düşmanlık
etmek ve açıkça Türk Milleti ile savaşmaktır. Sorun şudur ki bu düşmanlık “vatandaşlık
haklarının” kötüye kullanımını, temel hakların istismarını içerdiği içindir ki
Kürtçüler Türkiye’de fevkalâde kirli ve alçakça bir savaş yürütmektedir. Bu “kirli savaşın” Türk Milleti
tarafından” savaş olarak
adlandırılmaması, bir “iç savaş” durumunun önüne geçilmesi içindir. Yoksa PKK
ve her türlü destekçisi alenen Türk Milleti’nin düşmanıdır. Vatandaşlık istismarının engellendiği gün PKK militanları dağda veya
şehirde doğrudan yok edilebilecek, PKk’nın “milis”, “cephe”, “sempatizan” diye
nitelendirdiği bütün silahsız unsuları da elbette ya vatandaşlıktan çıkarılacak
ya da vatandaşlık hakları kısıtlanarak yaşamaya mecbur edilecektir.
Sorun, Türk vatanının
yabancılaşmış, Araplaşmış, Kürtleşmiş, Türk düşmanı oy
kitlelerince yönetilmesi yüzünden, Kürtçülük ihanetinin ve “kirli savaşının”
Türkiye’de Türk bilinciyle, Türk vatanseverliğiyle Türk kimliğiyle
karşılanmamasıdır. Silahlı ve silahsız Türk düşmanlığının Türkiye’de kendisine hukukta ve siyasette yer bulabilmesi Türk egemenliğini açıkça saldırıya
açık hale getirmişir.
Hal böyle olunca “barışın” ,
düşmanlarla uzlaşılarak sağlanacağını sanmak fikri de büyük ölçüde cahil ve
bilinçsiz seçmen yığınlarına
benimsetilmiştir. Ancak egemen Türk
Ulusu’nun rızasının kayıtsız ve şartsız tanınması söz konusu olmadıkça “barıştan”
bahsetmek mümkün olamaz. Dolayısıyla “barışı ve savaşı belirleme yetkisi”
olarak Türk egemenliği, bu ülkede barışın yalnızca “Türkçe” bir kelime olduğunu
herkese kabul ettirmek demektir. Kaldı
ki bu iddiayı başka örneklerle desteklememiz bile gerekmez. Çünkü hiçbir egemenlik
başka örneklere dayandırılan bir felsefi önerme değildir.
Türkiye’de bir “barış” olacaksa o
barış yalnızca Türkçe konuşacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder