Toplum Kimliklerine Gerçekçi Bir
Bakış
Kimliğimizi nasıl ediniyoruz?
Bazı toplum kiimlikleri “kendiliğinden” ve “doğal”
oluyor da bazıları “uydurulmuş” mu oluyor?
Bu soruyu sormamın sebebi Türkiye’de yaratılmak istenen kimlik karmaşası ve Türklük
düşmanlığı.
Kürtçülere, solcuların büyük çoğunluğuna, liberallere ve şeriatçılara
göre “Türklük”, Atatürk’ün uydurduğu,
aslında var olmayan bir kimlik.
“Milletin icadı”, “ hayali
cemaatler” vs. gibi tabirlerin bu kadar
sıkça savrulmasının tek sebebi, Türk’ün “doğal olmadığı” iddiasını
kanıtlamak çabası.
Ama sorun şu: Türklük bir “icatsa”
Kürtlük ne kadar “doğal”?
Buradaki saçmalık aslında sağlıklı ve serinkanlı bir akıl
yürütmeyle derhal görülebilir.
İnsanoğlunun bütün toplum kimlikleri
aslında birer kurmacadan ya da icattan ibarettir. Hiçbir insanın “doğadan gelen”
bir kimliği yoktur.
İnsan kendi toplumunun kimliğini
kendisi oluşturur çünkü var olabilmek için buna mecburdur. Yani doğada zebra gibi yaban domuzu gibi,
meşe ağacı gibi kurbağa gibi bir “Kürt” yaratığına rastlanmaz. “Kürt”, Tanrı’nın
Kürt diye yaratıp da ortaya saldığı bir hayvan türü falan değildir. Buradaki Kürt ismini Türk, Ermeni ya da Rum olarak da
değiştirebilirsiniz.
Toplum kimlikleri, insanın, “anlam
oluşturma” zaruretinin sonucunda ortaya
çıkmıştır.
Hayvanlar ve bitkiler hayatta
kalmak refleksiyle yaşarlar. Dolayısıyla diğer canlılarla ilişkileri bu
reflekse göre belirlenir. Bir maymun
için “anlam” beyninin gelişme derecesine
göre onun, yaşamını destekleme derecesinden ibarettir. Bundan ötede, onda, yalan
söyleyecek, hayal edecek, kurgulayacak, tasvir edecek, hatırlayarak aktaracak
kısaca edebiyat yapacak bir beyin yapısı yoktur. Ve herhangi bir maymun,
kendisini “doğal düşmanlarını tanımlayan” diplomasi yapabilen, gururlu bir
canlı olarak görmez; sadece doğanın onun kalıtımına işlediği reflekslere göre
harekete geçer.
Peki insan toplumlarının kimlikleri
nasıl oluşur? İnsanlar maymun, kaz, ördek, yabandomuzu, kurbağa gibi
kendiliğinden ve doğal olarak mı “Kürt” olarak doğar?
Elbette hayır. İnsan,
çevresindeki dünyayı anlamlandırmadan
yaşayamayan tek canlıdır. Yani insan “kurgulayamadan” yaşayamayan tek canlıdır.
Hayvanlar farklılıkları,
yiyebildikleri ve kendilerini yiyebilecek varlıklar olarak “algılarken”
insanlar her bir varlığın birbirinden farkını önce
adlandırmayla sonra da bunlar arasındaki ilişkileri “tanımlayarak” keşfeder.
Dolayısıyla insanın Kürtlüğü onun
kurbağalığı, yabandomuzluğu ya da balıklığı gibi onun yaratılışının doğası
değildir. Kendisine “Kürt” diyen canlı,
iki ayaklı, dik durabilen ve “Kürtçe” diye adlandırılan bir iletişim
vasıtasıyla benzerliğini daha kolay idrak edebilen bir insan gurubunun
anlamlandırma sürecine ve kurgulama alışkanlığına bağlı olduğunu söylüyordur.
“Ben Türk değilim ki varlığım
neden Türk varlığına armağan olsun?” diye soran Kürtçü Kürt’ü, Homo sapiensin
bir alt türü sanmaktadır. Oysa insanın doğayla tek ilgisi ya da doğanın ona
emredebildiği tek tür özelliği Homo sapiens olmasıdır. Bunun dışındaki bütün
beraberlik adlandırmaları tamamen “kurgudur”, “icattır”.
İnsan toplumlarının kimliklenmesinde,
dünyayı anlamlandırmaya çalışan dil, kavrayış biçimi, anlamlandırma biçimi ve
yaşam biçimi etkilidir. Böylesi bir fark
hayvan sürülerinde yoktur.
Bütün bunlar da insan toplumlarının
egemenlik kurma, örgütlenme, etkileşim becerileriyle gelişir.
İnsan toplumları sadece “hayvanca
etiketlerle” birbirlerinden ayrılan primat sürüleri değildir. İnsan toplumları,
yukarıdaki biçimleri çeşitli derecelerde becerilerle ortaya koyan beraberliklerdir ki bu beraberliklerin en
gelişmiş ve “insan” kavramını en iyi
koruyan türü de millettir/ulustur.
Bunun neden böyle olduğuna başka
bir yazıda bakmak belki de yerinde olacaktır.
O halde bize “insan olmanın”
gereğini ve Türk olmanın gururunu aşılayan yüce Atatürk’ün sözüyle yazımızı
bitirelim:
“ Ne mutlu Türküm diyene!”
2 yorum:
Aynen öyle, Ne mutlu Türk'üm diyene, diyebilene.
Hocam ne zamandır yoktunuz. Hoş geldiniz. Eksik olmayın.
Yorum Gönder