Ve Hatta Ekonomik Zurnalar
Konçertosu
Kim ne derse desin Mahfi Eğilmez
bence iktisadın bir numarası. Terminoloji ile günlük dili nefis harmanlıyor. Yani : “ Senin anlayacağın
dile mümkün olduğunca yaklaşıyor, hacım…”
Merak edenler asıl Mahfi Hoca’yı okusun ama “suyunun suyuyla” bile idare
edebilen yüce irademe bir de ben tercüme edeyim dedim; elbette Mahfi Hoca’ya
istinaden!
Varlık Fonu denen havalı şeyin
iki kaynağı varmış. Aslında bunları bire indirebiliriz ama iki diyelim:
Birincisi bütçe fazlalarıymış. Yani senin anlayacağın hacı ağabey; bizimkilerin, dört bakanlıktan fazla bütçesi
olan DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) gibi kurumları varken , senin cebinden ödediğin vergilerle edindikleri paraları, doğru dürüst harcayarak devletin
kasasında biriktirebilmesi gerekiyor. Daha da anlamadıysan: “Devlet topladığı vergilerden daha azını harcayacak
ki “bütçe” denen cüzdan, fazla versin.”
Olmadı şöyle düşün: maaşı aldın
nı? Aldın. Gereksiz harcamalar yapmazsan ve ay sonunda cüzdanında hâlâ para
kalabilmişse senin bütçen “fazla” vermiş oluyor. (Tabii be senin “bütçe” mütçe
yapamayacak kadar üşengeç olduğunu, kendimden biliyorum ya neyse…)
İkincisi de emtiya satışlarından veya emeklilik fonlarından vs elde edilen
fazlalıklarmış. “Emtiya” denince
yüzüne bir “enfiye” memnuniyetsizliği yerleşenleri görür gibiyim ama enfiye
insanı hapşırtır ve inanılmaz
faydalıdır.
“Emtiya” denen şeyler, para dışında
alınıp satılabilen ve bir yerden bir yere
taşınabilen mallar anlayabildiğim kadarıyla. Hani Marks’ın meşhur
yabancılaşma kuramına temel teşkil eden ve ticaretin o “kirli” yüzünü temsil
ettiğine inandığı “meta” denen şey var ya hah, onun çoğuluna “emtiya” diyoruz.
Hah! Ama buna hisse senetleri vs dahil değil ha! Onlar sembolik paralar. Para
yerine geçebildikleri için emtiyadan sayılmıyor. Yani “Ulan on yüz bin milyon tane Sabancı hissemi
çantamda taşıyorum işte, bu da mı emtiya değil?” diyorsan, maalesef değil güzel kardeşim.
Yani fakirin anlayabildiği
kadarıyla senin dışarıya mal satışın, dışarıdan mal alışından fazla olursa… Ki
o zaman “cari açık” denen şey meydana gelmez… işte o zaman meydana gelen
fazlalıkla bir "varlık fonu" oluşturabiliyorsun.
İşin özü şu: Devlet baba senden
benden topladığı vergileri düzgün kullanır da
cebinde fazla parası kalırsa “keyfe keder” bir “yatırım sepeti” meydana
getiriyor. Bankacıların sana kabara kabara söylediği “Sepet yapalım” cümlesi
var ya hah, işte bunu ekstre ekstra ekstra hatta on yüz bin ekstra larç beden
gömlek giymiş biri söylerse yapmayı düşündüğü şeyin adına varlık fonu deniyor.
Şimdi bu hayali süper
kahramanın eşkalini birazcık da olsa
anlayabildik mi?
Şimdi düşünmemiz gereken şey şu:
Bey ağabeyciğim! Sen yılda iki kere ( Gelir vergisi ve bir sonraki yıla
mahsuben alındığı söylenen peşin vergi) vergi verirken ( Milletin damına
kuş konduran ağabeyleri tenzih ederim,
onlardan vergi aldığımız için özür dilemiş ve vergilerini affetmiş
bulunuyoruz.) ve her gün 2.
Devlet-i Deliye-i Bossmanli’ye
yeni alınmış on yüz bin milyon yıldızlı makam uçaklarının ve “Ankara’nın
seyredilmeğe değer saray, külliye, camilerinin” ve dahi çok değerli bir bakanlarımızın
“ vergiler yetmiyor!” feryatlarını işitirken….
Cidden “varlık fonu” denen şeye kaynak olacak
bir “bütçe fazlalığı” meydana getirilebileceğine inanıyor musun? Gene çok “seçkinci”
konuştum , kahretsin! Yani: “ Ağabeyciğim! Senin paralar devletin harcamalarına
yetmiyormuş, bakanlar kendi ağızlarıyla söylüyor! Hadi beni s.ktir et, bakan der ki: “Fakiriz!”
Gelelim “emtiya satışından elde edilecek
fazlalıklara”. Bu da şu anlama geliyor: İhracatın, ithalatından fazla olacak ki”
kâr etmiş” olasın. ( Ki “cari açık” bana göre tartışmalı bir terim olmasına
rağmen üretim gücüne ışık tutması açısından anlamlıdır.) Kâr ettikten sonra da “Ulan paraları Leyla’ya mı bassak yoksa sepet
mi yapsak?” diye koyacak yer bulamayacak
durumda olacaksın ki “varlık fonu” falan kurabilesin.
Emeklilik fonu olayına hiç
girmiyorum, o ipin ucu, Bağ-Kurlular reel/ gerçek gelirlerine bakılmaksızın
toptan eşitlenip de borçlandırıldığında çoktan kaçmıştı. Yani? Mahalle
bakkalınla on yüz bin çalışanlı patronun, aynı
kefeye konup da ikisine de “ İkiniz de on ikinci basamaktansınız; verin bakalım dört yüz bin lira prim!” deyip da bakkalının
iflâhını kestiğinde iş bitmişti zaten. Ondan sonra da hemen her yıl “Bağ-Kur
affı çıkardık. Ulan bakkalın neyini affediyorsun, adamın senin istediğin prim
kadar kâr etmesi için kaç lira ciro yapması
gerektiğini biliyor muydun? Hadi bakkallar gene de götürü vergiye taabi olduklarından
biraz nefes alabiliyorlardı belki ama… ha bir de diğer emekliler var. Besim
Tibuk ağabey henüz etkin siyaset yaparken Türkiye’de emeklilerin nasıl “dolandırıldıklarından”
bahsetmişti. Yani yirmi yıl çalışan bir insandan kesilen primlerin bankadaki
faizle kazanacağı paraya karşılık emekli ikramiyelerini kıyasladığında,
emeklilerin devenin kulağına razı edildiklerini göstermişti.
Yani? Yanisi varlık fonuna
kaynaklık edecek sağlam bir emeklilik fonları kaynağımız falan da yok!
O zaman nereden çıkıyor bu “varlık
fonu” fantezisi? Acizane fikrim bu varlık fonu denen şeyin, “ Ulan sayıştayla
fala uğraşmayacağımız, canımızın istediği gibi harcayabileceğimiz şöyle tatlı
bir havız falan yok mu?” düşüncesinin
ürünü olduğudur. Türkçesi : ( Bu topraklar hâlâ Türkiye, dilimiz de hâlâ Türkçe)
Senin alın terinle verdiğin vergileri har
vurup harman savurabilmenin “seçkince” söylenmiş hali…
Hani durmadan “Allah bu
okumuşların şerrinden cümle ümmeti Muhammed’i muhafaza buyursun!” falan diyerek
Osmanlı oluyorsun ya… Hah güzel ağabeyciğim “ Paranı ver gerisine karışma!”
diyen yeni Bossmanli sultaların, bunu sana “varlık fonu” diye
kakalayınca nedense aklına hiç “seçkincilik” yapıp yapmadıkları
gelmiyor.
Kısacası: Yüce TBMM’nin
denetiminden uzak bir keyif havuzu senin
gözünün önünde inşa edilmişken hâlâ “Çalıyorlar ama çalışıyorlar”
vecizenle beni büyülüyorsun ya hiçbir şey demiyorum.
Not:
( Bu arada bir ukalalık daha
edeyim mi? Hadi edeyim! “Çalmak” hırsızlık etmektir. “Çalışmak” meşru bir emek
harcamaktır. Ama gelinen noktada “çalışmak”, “çalmak” fiilinin, işteşlik eki
olan –iş ile çal-ış-mak olarak “ortaklık halinde çalmak” diye
uydurabileceğimiz hali olarak
algılanıyor neredeyse… Cümle de pek bir
bozuk oldu ya idare ediverin gari!)
4 yorum:
Ne diyim, Allah sonumuzu hayretsin. Varlık fonu dolamayacağına çalmak zor olacaktır di mi? 😜
Amin! :)
SayınYazar, aynen devam..Bu da durmak yok yola devam gibi oldu ya, neyse..yalnız yorumlara takıldım, bizim milletin hastalığıdır işini yukarıya sevk etmek, aman!!
Türklük işinin mesleki deformasyonu olsa gerek? Beğendiğinize çok sevindim, eksik olmayın.
Yorum Gönder