Tarihi figürler cemiyetine hoş geldiniz!
Başbakan M. Teatcher, ekonomist Joh Maynard Keynes'e eşlik ediyor
|
Geçen yıllarda bir slogan uydurulmuştu “Al, ver ekonomiye can ver!” diye.
Buram buram Keynes kokan bu
sloganı milletçe pek sevdik. Keynes ne diyordu? “ Güzel kardeşim ne kadar çok
harcarsan bu harcama ekonominin bir “çarpan etkisiyle” büyümesini sağlar!”
İlk bakışta mantıklı görünen bir
düşünceydi. Yani siz bir liralık harcama yaptığınızda yalnızca bir liralık etki
yapıyordunz ama aynı etki milyonların katkısıyla büyüyerek üreticilere sermaye
oluyordu.. Nüfusun artmadığı, enflasyonun olmadığı bir cennet için mükemmel bir
hayaldi bu.
Eğer teknolojik gelişmeyi
durdursak “Hemşerim artık başımıza icat çıkarma!” diyerek bütün yaratıcı
zekâları susturup durumu bugünkü haliyle
dondursak; belki Keynes’in söyledikleri haklı olabilirdi.
Ne yazık ki işler öyle
yürümüyordu. Çünkü nüfusun artışı ve
teknolojinin durdurulamaz gelişimiyle
birlikte hayatımızı bir önceki günkü
para hacmiyle sürdürmek artık mümkün olmuyordu.
Keynes para hacmi için “Artsın da
nasıl artarsa artsın!” diyordu. Dolayısıyla
para hacmi ve fiyat ilişkisini görmezden geliyordu. Asıl görmezden
geldiği şey ise fiyatlarla kaynak arzı arasındaki ilişki yani elimizdeki toplam
hammadde miktarını ölçmemize yarayan
ibreydi. Kısacası “ Yahu yemişim petrol rezervlerini dayı! Bas bas paraları
Leyla’ya!” diyerek para basma işini bir tür popüler yayıncılık haline getirmek
istiyordu. Birinin “Abi petrol azaldı, artık
benzin daha pahalı olmalı!” ya da “ Aga petrol üretimimiz güzel valla!
Hadi benzininiz bol olsun!” demesine
falan aldırmıyordu Keynes. İşin açığı bizim hükümetlerimizin de buna pek
aldırdığı söylenemez.
Buradan nereye geleceğim?
Keynes bir noktada haklıydı evet.
Bir maldan ne kadar çok alınırsa o malın üreticisi o kadar kâr eder ve işini
büyütmek imkânına kavuşur. Burada iki sorun öyle bir köşede mahzun ve melül beklemektedir.
Bunlardan birincisi ekonominin
hacmidir. Ekonominin hacmi göbeklerimiz dolduran paradan mı ibarettir? Yoksa
asıl belli bir zaman zarfında yaratılan yeni işler ve bu işlerde üretilen yeni
mallar ve hizmetleri de içerir mi?
İkincisi biraz daha minnak görünümlü ve bu yüzden daha az
ciddiye alınan bir sorundur ki o da
sermaye sorunudur.
Birinci sorun bize şunu anlatır: “
Ekonomi denen şey yalnızca artan nüfusun temel ihtiyaçlarıyla ilgili değildir. Yaratılan
her türlü malın arz ve talebinin özgürce gerçekleştirilebilmesi demektir.
Yalnızca bisküvi üretilen hayali bir ekonomi kuralım. Nüfus artsa bile
tüketicilerin püskevite olan ilgisi
sayesinde püskevit üreticisi güzel bir kâr edip fabrikasını büyütüp yeni
işçiler işe alabilir. Para tüketiciden
doğruca üreticiye gider ve üretici ekonomiyi geliştirir. “ Bunda ne kötülük var be? Ne bozgunculuk
yapıyorsun?” diyen bazı akgezenleri duyar
gibiyim.
Tamam da yarın bir gün evin
çocukları “Ya bu nedir baba? Sabah akşam püskevit yemekten nur topuna döndük!
Canımız azıcık da sucuk istiyor!” derlerse ne olacaktır? Şimdi yiğit akgezenlere sormak istiyorum: “Bütün
paramızı püskevitçiye verdik. Başka bir yere verecek paramız kalmadı, püskeviti
bırakırsak ne bok yememizi önerirsiniz?” Demek ki tüketicinin parasının
doğrudan tüketilmesi, üreticinin büyümesi anlamında geçici bir büyüme
yaratabilir ama ekonomide genel bir büyüme yaratamaz. Yani bütün parayı
püskevitçiye verdiğinde sucuk üretmek isteyen adam ancak avucunu yalar.
Görüldüğü gibi tüketime yolladığımız para pek de ciddi bir işe yaramadan öğütülür
gider.
İşte bu noktada, köşede mahzun ve melül bekleyen “sermaye sorunu”
parmak kaldırıp söz ister. “Söyle evladım!” dediğimizde bize şunları söyler: “
Hayata “sıfırdan başlayanlar” ancak sermayeyi bir şekilde borç alarak işe
başlayanlardır. Yani ben olmadan, sermaye olmadan hiçbir iş yaratılamaz!” der. Biz de “Aferin
sana !” der başını okşarız.
“Tamam da evladım seni yani
sermayeyi nasıl bulacağız? Bütün para tüketici ile püskevitçi arasında dolanıp
duruyor!” diye sorarsak bize muhtemelen şunu söyleyecektir: “ Bütün paranızı püskevitçiye vermeyip de bir
bankaya yatırırsanız elinizde yarın daha fazla bir paranı olabilir.”
Muhtemelen bir çoğumuz “Faiz
haraaaaam!” deyip kıçımız tutuşmuş gibi orayı terk edeceğizdir çünkü bankaların para satanlarla para alanlar
arasında aracı birer kurum olduklarını düşünmek
cücük beynimize zor gelecektir.
Püskevit ekonomisinde akıllının
biri bir gün çıkıp şunu diyebilir: “
Hanım abla, sizin çocuklar sucuk istiyor, zaten sucuk üretecek bir abi var şu köşede ama para bekliyor.
Senin parayı alıp ona verelim, uygun bir sakal da alarak tabii… Ondan geri
alacağımız parayı kırışırız, ne diyon? Ama bana azıcık mühlet vereceksin,
parayı da durmadan püskevite harcamayacaksın. Gene harca ama hepsini harcama
bari bak, çocuklar duba gibi olmuşlar puahahaha!” der. Tabi son kısmı söyleyebilecek kadar cesur bankacı
henüz doğmamıştır ama…
Sermaye sorunu tekrar söze
karışır: “Ayrıyetten canım abim! Püskevitçi hem üretimi büyütecek hem
sermayesini arttıracak falan bu işler öyle kolay değil. Sen bütün paranı
püskevitçiye verdiğinde iş bitmiyor. O bütün parasını üretime harcayıp da
tüketemez. Tüketirse ikinci gün püskevit de bulamazsın başka şeyde! En
nihayetinde püskevitçi abim de bankanın kapısını çalacaktır!”
Tamam da bu kutsal bankacılık işi
parayı nereden bulacaktır? Bankayı icat eden akıllı ağabeyimizin yaptığı gibi
parasının geleceği için onu bir yerlere uygun faizle borç vermeğe gönüllü
insanların “tasarruflarından” bulacaktır. “Ya verilen borçlar ödenemezse!”
diyen müzmin karamsara yanıtım: “Eğer ödenemeyen borçlar sorunu o kadar
büyümüşse zaten ortada ne banka ne de tasarruf kalmıştır” demek olurdu.
Üreticiyle tüketici arasındaki “tasarruf-sermaye-kredi”
üçlemesi olmazsa hiçbir darphane, ekonomi falan yaratamaz. Yani hanım
ablamın “tasarruf” diye adlandırdığı şey
onun açısından parasının değerlendirilmesi ve kâr ettirilmesi iken sucuk
üreticisi için işini yaratabilmenin can suyudur.
Yani? Ekonomi öyle alıp vermeyle
falan olmuyormuş. Ekonomi ancak insanların birbirlerini besleyebilecekleri
verimli rezervler yaratmasıyla
büyüyebiliyormuş ki bunun ilk ve
vazgeçilmez adımı tüketimi ertelemek yani tasarruf etmektir. Yani elimize geçen
parayı har vurup harman savurmak hiçbir işe
yaramıyormuş. Umarım ben dahil herkes biraz aydınlanmıştır…
4 yorum:
Akgezenlerin halkından Jon Snow gelir bu sezon sanırım da bu püskevitçi ne yapacağız, be cancazım? Ellerinize sağlık..
Püskevitçi de artık kendine uygun bir yumurtacı bulur gari, deyorum emme? Sayenizde bir mecra bulduk bakalım, akacağız âlemlere!
Aklınıza, elinize sağlık.
Elinize sağlık, akgezerlerden laf açılmışken bu kış harbiden soğuk yaaa
Sevgili Ayarsız,
Atalarımız ne demiş? "Kış geliyor!" ( Winter is coming!) Bırrrrrrr!
Yorum Gönder