6 Şubat 2017 Pazartesi

İbrani Tanrısı Ve Çarpıtılan Tasarruf Anlayışımız



Kime Uysak Bilgisayarı Alırız Hat’çe’m?
Bundan önceki yazımız ziyadesiyle tatsız bulunduğundan dolayı  daha hazmedilir bir şeyler yazmak farz oldu.

İbrani Tanrısı kindar, ve öfkelidir. Tevrat hikâyelerine ki çoğu hiç değişmeden doğrudan İncil’e ve Kur’an’a da girmiştir,  baktığımızda İbraniler Tanrılarından pek korkar. Dikkat edilirse peygamberlerinden sürekli mucize isterler. Mucize olmadan inanmaya gönülsüzdürler. Mucize olayının aslı “ Ulan inanıyoruz ama bakalım hâlâ çalışıyor mu?” tarzındaki şüpheciliktir. İbraniler, Tanrı’larından merhamet falan beklemez.  Onlar için Tanrı, “yeterince tatmin edilmezse kıyameti koparacak bir mega kraldır.”

Bunun bizimle ne ilgisi vardır? Şöyle bir ilgisi  vardır: Araplar putlarından bekledikleri davranışları, Allah’tan da bekler olmuşlardır. Bu anlayışı da görünen o ki kendilerinden daha önce adam akıllı , kurumsal, allı güllü bir din sahibi olmuş Yahudi’lerden devralmışlardır. “ Allah korkusu” denen şeyin özünde, “kızdırılmaması gereken bir tür kadim Mısır Tanrısı” olduğunu düşünmek mantıklı. ( Yahudilerin Mısır’dan çıkmaları acaba ne anlama gelmelidir?)

İmdi: “ Aga tepemizde bayağı bir kuvvetli biri  var. Kızdırmasak iyi olur. “ diye özetleyebileceğimiz bu korku, aslında Tanrı’yı “insanlaştırmak” anlamına geliyordu.  “Müslümanlığın özü bu değil!” tarzı savunmalara karşı şunu söyleyebilirim ki dünyadaki hemen hemen hiçbir Müslüman o “öze” bir gıdım bile yaklaşamıyor.  (İslâm ne hikmetse asla doğru anlaşılamayan bir özle sürekli yanlış uygulanıyor.)

Tanrı’yı “insanlaştırınca” ne oluyordu? Tanrı’yı insanlaştırınca onu aynı zamanda, kindar, öfkeli, bazen cimri vs bir hale  getrmiş oluyorduk. Böylesi bir yaratıcıdan “Yarattığını her zaman sevecek sonsuz merhamet sahibi bir yaratıcı olmasını” bekleyemiyorduk. Bu kolayımıza geldi.

Çünkü onu insanileştirebildiğimiz zaman krallarımızı, sultanlarımızı, halifelerimiz de Tanrılaştırabilmek imkânı doğdu. Bu çok daha kolaydı çünkü Tanrısı kindar ve öfkeli olanın, kendisi haydi haydi despot olabiliyordu. “Lan nasıl olsa Tanrı’nın gölgesi, halifesi falanım, kim ne diyebilir bana?” tarzı hodbinlikler yalnızca Arap çobanlarına has değildi. Sami dinlerin hepsi hükümdarlara bu tip “kıyaklar” geçmiştir. Meselâ 8. Henri, Luter’in “ Kralın otoritesi Tanrı’dandır!” ilkesini havada kapmıştır. İngiliz Protestanlığının( Anglikan kilisesi), ulvi ilahiyat tartışmalarıyla kabul edilmediğini bilmek, bazılarımızı şaşırtabilir.

Bunun tasarrufla ne ilgisi var? Oraya geliyorum.

Tasarruf, kabaca “ertelenmiş tüketimdir” ( Hocam olsaydı, ellerinden defalarca öpeceğim Mises’ten)… Yani “ Dur bakalım ya bu  telefonu bir yıl daha kullanırız, onun taksidi kadar parayı bir kenara atsak gelecek yıl oğlana  güzel bir bilgisayar falan da alabiliriz !” diye  düşünen çalışan annenin veya ona uyan babanın bu fikri,  tasarrufun temelidir.( Erkekler kızmasın ama dünyayı ayakta tutan, kadının zekâsıdır.)

Tasarruf için insanlar işlerini kendilerinin bildiği gibi düzenleyebilecekleri bir ortam isterler. Yani? Yanisi, fiyatların gelecekte az çok nasıl artacağını, telefonun ne kadar pahalanabileceğini, maaşlarının veya gelirlerinin ne kadar artabileceğini falan az çok tahmin edebilmek isterler.  Böylesi kaba hesapları yaparken de işlerine pek kimsenin karışmayacağını farz ederler. “ Döviz çok kıpraşmazsa ki şu an öyle görünüyor biz o bilgisayarı alırız be!” hayali böyle gelişir.

Peki iyi de İbrani   Tanrı’sı ne yapar da bu işler sarpa sarar? İbrani veya daha doğrusu Sami Tanrısı, Müslümanlar tarafından insanlaştırılıp bir köşeye kaldırıldıktan sonra onun yetkileri halifeye falan devredildiğinde işler sarpa sarmağa başlar. Çünkü böyle yaptıklarında, Müslümanların “emiri” kendisini bir anda “ … ama ekmeğimizi o veriyor..” denen Mısır firavunu gibi görmeğe başlar. “ Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır!” diyen merhum Lord Acton bu vecizesiyle yöneticilerin Tanrı komplekslerinin üstüne örtülmüş gazeteyi kaldırıyordu.

“ Sadede gel hemşerim!” diyorsunuz, farkındayım… Gelecek yıl oğullarına afili bir bilgisayar almayı hayal eden ebeveynimiz, bir gün asrın lideri halife-i ruyi zemin hazretlerinin “ Mozambik Gomburiktirası ( para birimini bilmiyorum) alan yandı! Hatta cehennemin dibini boyladı. Hatta kaynar kazanda körili tavuk oldu!” falan dediğini duyduklarına önce ne olduğunu anlayamaz.

Vatandaşların bir kısmı, ellerindeki on yüz bin Gomburktayı bozdurarak Gomburiktira havuzunu boşaltacağını sanır, diğer bir kısmı ise Gomburiktira kesesini hiç bozmaz.

Öyle ya da böyle Gomburiktira ile ilgili kriz mesela bir anda Gomburiktira  kurunu zıplatır. Eh… Sanayileri neredeyse tamamen dışa bağımlı canım Müselman memleketlerinde ki “Petrol görgüsüzleristan’ı”   tenzih ederim(!),  “ Ulan ne oldu da cep telefonu, bilgisayar ateş pahası oluverdi?” diye ıkınmağa başlar. “ Gomburiktira’dan bize ne Mozambikliler düşünsün!” diyen bir kısım ibibik, döviz kuruyla pahalanan akaryakıttan daha az  satın alabildiğini düşünmek yerine “Allah’ın halifesi” halife-i ruyi zemin efendimizi hazretlerinin nutuklarındaki celalete, hamasete, husumete, vukufete, cülusete, cibubiyete vs. hayran olarak fakir gönlünü ve cebini avutur.

Oğullarına afili bilgisayar almak hayli kuran fedakâr ebeveynimiz ise “ Ulan Allah şu Mises’in belasını versin! Cehennemde çatır çatır yansın! Hani tasarruf iyiydi? Hani bizim tasarruflarımız girişimcilere sermaye olup üretimi arttırıyordu?” diye yana yakıla döner durur.

Ama buna rağmen meselâ “Ulan biz halife-i ruyi zemin efendimiz hazretlerine güvendik ama faizler, petrol vs emtiya fiyatları aksini söylüyordu, ne demeğe ona oy verdik?”  diye düşünemeyebilirler. (Gerçi  oğulları için bu denli bilinçli düşünen ebeveynin öyle bir halifeyi seçmesi olası değildir ama neyse…)

Peki ne olmuştur? “Ulan Allah orada, halifesi burada! O ne derse o oluyor, ondan iyi bilecek değiliz ya!” deyip de aklının değil de sözde şeriatının, ulemasının, halifesinin aklına uyanlar, eninde sonunda ekonominin kayalıklarına bindirir.

Peki akıllı ebeveynimizin hayallerinde tahrip  olan şey nedir? Tahrip olan şey tasarruf anlayışıdır. Çünkü insanların genellikle akılcı davranacaklarına güvenilerek  giriştikleri tasarrufları, dünyanın efendisi halifei ruyi zemin efendimiz hazretlerinin ani gaz sancıları, kaynana zırıltıları veya yengeyle atışmaları yüzünden bir anda yer ile yeksan oluverebilecektir.

Sözün özü: Neye veya  kime iman ettiğinizin önemi yoktur,  sadece saklınızı kullanıp kullanmadığınızın bir önemi vardır. Herkes aklını, kendi bildiğince ve müdahalesizce kullanırsa “ekonomi” ortaya çıkar. Akıl üstü saydığı birine iman ederek ona uyanların egemenliğindeyse ancak kaos ortaya çıkar.

Sözün özünün özü: Lâikliği korumazsak açlıktan  geberip gideceğiz.







4 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Hocam, ne yani tatsız bulduk, fena mı olmuş döktürmüşsünüz. İçide ironi yapan adamı zorla çıkarıyoruz. Kadınlarla ilgili saplamayı pek bi sevdim. Süpersin dostum.

Afşar Çelik dedi ki...

Rica ederim, ne demek? Herkesin hakkını teslim etmek lâzım.

Beğendinse ne âlâ. Sağolasın, var olasın.

ayarsız dedi ki...

Elinize sağlık, heç eğlendik hem düşündük yani. Yalnız ben ne olur ne olmaz 3-5 kuruşluk Gomburiktira alayım bu ay, neme lazım

Afşar Çelik dedi ki...

Valla Sevgili Ayarsız biliyorsunuz herkesin evinde üç beş kuruş Gomburiktira lazım, kara günler için.

Ama "Gomburiktirisa olsa ne olur Gomburiktirimasa ne olur değil mi?" demiş ya büyüklerimiz...