Hadi biraz özeleştiri yapalım.
“Türk Milliyetçiliği” yeknesak
bir hareket değildir. Bu hareketin içinde her halükârda Türk’ü düşünen bir avuç Türkçü’nün dışındakilerin tamamı “Türkçülüğü”,
kuru ( Beşir Ayvazoğlu), dindışı, itici, Şamanist, ırkçı, hayalci bulan “Türk
İslam” milliyetçileridir.
Bu iki grup arasında Türk
düşmanlarına karşı ittifak ve tesadüfi
kişisel yakınlıklar dışında hemen hemen hiçbir duygusal ve felsefi müşterek yoktur.
Bu ayrılık özellikle yaratıcılık
ve “entelektüel istihdamı”
konularında ortaya çıkıyor.
Yaşanmış bir olayla başlayayım:
Bundan tam yedi sene önce , çok genç yaşta bu kötü dünyadan ayrılan, ince ruhlu
bir çocukluk arkadaşımın taziyesinde, büyüklerimiz, milliyetçi camianın kendi
yönetmenlerini, senaristlerini, ressamlarını, ediplerini vs.
yetiştiremediğinden yakınmıştı.
Aradan geçen sene yedi seneden
sonra aynı büyüklerimizin aynı şikâyetleri tekrarladıklarını duyunca acı acı
gülmeden edemedim.
Her canlı, ancak bünyesine uygun iklimde yaşayabilir. Filleri
kutuplarda yaşatmamız doğal olarak mümkün olmadığı gibi kutup ayılarını da
doğal yollardan Fiji adalarında
yaşatabilmemiz mümkün değildir.
Entelektüel insanın da bir yaşama
iklimi vardır. Bu iklimin özellikleri, uygarlığın getirdiği fikir çeşitliliği
ve özgürlüğü, insan hayatına ve düşüncesine saygı, mülkiyet rejiminin korunacağına dair kesin bir
hukukî güvence, ulusal egemenlik ve bu
egemenlik ile korunan ulusal hukuk birliği vs.dir.
Bu şartlar ancak uygar ulusların yarattıkları
şartlardır. Aslında “uygar ulus”
tamlaması dahi gereksizdir, çünkü “uluslaşma ve uygarlaşma” birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdır.
Uygarlığın yaşatılması için duyulacak istek ve gösterilecek özen de ancak lâik
bir hukuk devletinin gerekliliğine duyulan sarsılmaz bir akılcı inançla
mümkündür.
Peki ama “Türk milliyetçiliğinin”
ezici çoğunluğunu oluşturan “Türk islam Milliyetçileri” bu şartları temin
edebilir mi?
Ne idüğü belirsiz bir söylem
olarak Dokuz Işık’ı bile yerinden eden ve milliyetçiliği “İslam’ın zafer
mücadelesi” haline getiren şeriatçi yönelimin, “Türk için Türk’e göre ve Türk
tarafından” düşünecek bir hareket
doğurması mümkün müydü? Elbette değildi.
“Kanımız aksa da zafer İslâm’ın!”
safsatasının ne özgür düşünceyle ne kişisel yaratıcılıkla ne bireysel vicdanla
ne fikri mülkiyetle bir ilgisi vardı. Ama
bu safsatanın temel ilgisi : “İnsanların hayatlarının dinin ölçülerine göre
düzeltilmesi” idi ki bu gün geldiğimiz fiilî şeriat düzeninde bu düşüncenin
büyük payı vardır. “Türk Milliyetçiliği”,
Şamanist, ırkçı, kuru Türkçülük yerine “ Aleme nizamat vermeye soyunan şeriatçı
doktrin üretim merkezi ve Türk’ün Arapça mealiyle uğraşan memur istihdam
mekanizması” haline geldiği içindi ki ulusları yükselten uygarlıkla ilgisini
kesmişti.
Oysa Türkçüler, toplumsal kökenlerinden ayrı olarak Atatürk’ün kurduğu “ulusal
uygarlık” paradigmasını benimseyen insanlardı. Sayıları az fakat entelektüel
birikimleri ve dirayetleri, dinci milliyetçilere göre kat be kat fazlaydı.
Bunun etkisi neredeyse elli yıl sonra ortaya çıktı. Öyle ki “Türk İslam Ülküsü”
gibi uydurma amentüler, ancak ve yalnız ümmetçi, başörtücü, IŞİD sempatizanı
memur kadrolaşmasına yol açarken Türkçü birikim, başta Atsız olmak üzere kendi bilişsel mirasını geliştirdi.
Kısacası ana akım milliyetçilik “yalnız
ve ancak Türk için” düşünmek yerine “ din için dünya” tasarlamaya uğraşması
yüzünden entelektüelin yetişebileceği bütün toprakları kuruttu, kurutmağa da
devam ediyor.
Mevcut hali bir tasvir edersek
olay daha rahat anlaşılabilir. Türk milliyetçiliğinin son otuz yılında, eli
kalem tutan, sanata yetenekli, felsefi bir
düşünce yeteneği olan genç insanların
hemen hemen hiç biri bu yeteneklerinden dolayı istihdam edilmemiştir. Türk
milliyetçiliği denen ümmetçi hareketin tek derdi “devlet içinde nitelikli veya
niteliksiz” memur istihdamını sağlamak olmuştur. Çünkü ana akım milliyetçiliğin
toplumsal tabanı köylüdür ve köylü tabanın tek arzusu da “çalışmağa da gerek
kalmaksızın elde edilebilecek ekmektir”.
Bu açıdan köylü dalkavuğu, fiilî ümmetçi,
düşüncenin ve vicdanların bütün noktalarına en kaba biçimde tasallut etmiş bir
siyasi hareketin; yönetmenlerin, yazarların, ressamların, kompozitörlerin vs. emek biçimlerini anlaması mümkün olmamıştır.
Çünkü “Türk Milliyetçiliğini” tekeline alan siyasal hareketin amacı,
entelektüellerin yaşamasına uygun , uygar bir ülkeyi korumak ve kollamak
değildir. Ana akım milliyetçiliğin amaçsal sapması onun kullandığı araçların da
uygarlıkla bağdaşamamasına yol açmıştır. Amacınız “İslâm’ın zaferi” ise Suna Kan, İdil Biret, Leyla Gencer, Fazıl
Say vs yetiştiremezsiniz; ancak karısına türban taktırıp “hocalarının dediği”
gibi yaşamayı ahlâk zanneden “Türk dilli Araplar” yetiştirebilirsiniz.
Sanat akımlarını anlamayı, edebî
yetenekleri geliştirmeği, felsefi düşüncenin heyecanını “ Lider doktrin
teşkilat” üçgenince anlamsız bulan insanlar, bunları “Türk Milleti’nin kaderine
hükmetmek için” gereksiz sayanlar,
yaklaşık otuz yıldır “Neden
milliyetçi bir medya yok?” diye ağlaşmaktadır
Görünen o ki Türk
milliyetçiliğinde entelektüel istihdamı
yerine bir “yarı okumuş kadrolaşması” hedeflenmiştir ve yapılan da bundan ileri
gidememiştir. Bu kadrolaşmanın temel
entelektüel tarzı da “ akademisyen yetiştirmek” ve “akademisyenden beslenmek”
şeklinde tezahür etmektedir.
Akademisyen yetiştirmek şüphesiz
güzel bir şeydir. Sorun odur ki yetiştirilen akademisyenlerin entelektüel
ortalamaları ortalama bir taşralı MHP’linin
pek az üstündedir. Bu pek kıyıcı bir tasvir gibi gelebilir ama Türk kimliğinin
etnik ırkçı ve ümmetçi koalisyonca
tedricen silindiği şu dönemde dahi milliyetçi akademik kadroların dişe
dokunur hemen hiçbir müdafaa gerçekleştiremedikleri de bir hakikattir.
Türk milliyetçiliğinde “istihdam
sorunu” kişisel yakınlıklar, kayırmacılık ile çözülmeğe çalışılmıştır. Bu
kayırmacılıkta da “büyüklerin” otoritesine yakınlık önemli bir ölçüdür. “falanca
hocanın” övgüsüne mazhar olmak, “falanca tarikatin çemberine dahil olmak”, adına “milliyetçi” denen bir camiada, entelektüellerin
yerini işgal edebilmenin en kestirme yollarıdır.
Çünkü Türk milliyetçiliğinde
okumuşların ekmek yemelerinin önündeki en büyük engel, siyasal milliyetçilikle
zihinlerimize tasallut etmekten vazgeçmeyen
büyükler/ ağabeyler kuşağıdır. Kimse kusura bakmasın ama fantastik edebiyata
ilgi duyan bir gencin öykülerinin yayınlanması için hayatında Tolkien’i
duymamış ve okumamış taşralı bir siyasetçiden izin almasını beklemek, Türk
milliyetçiliğinin ne ahlâkî ne de entelektüel ölçüsü olabilir.
Adına “Türk Milliyetçiliği” denen Türkçülük
cayıcısı hareket, hem bireyleri kendi
içinde eritmek hem onların akıllarına ve vicdanlarına hükmetmek hem de onlardan
uygarlık eserleri meydana getirmelerini istemektedir. Türkçülüğü “şeriat düşmanı bir ırkçılık”
olarak gören siyasal milliyetçilik gerek amaç araç uyumsuzluğu gerekse uygarlık
dışı bilinci ile kahredici bir “entelektüel israfına” sebep olmuştur.
Türkçüler acil olarak siyasal
milliyetçilikle bağlarını kopartmalıdırlar. Ayrıca gene acilen kendi içlerindeki
yetenekli insanların üretimlerini sergileyebilecekleri ortamları
yaratmalıdırlar. Bunun için büyüklerin veya ağabeylerin onayını vs. de
beklememelidirler.
5 yorum:
Sayın Yazar, her bir kelimesine sonuna kadar katılıyorum ancak bir avuç sayılabilecek Türkçü ideolog dışında ( En azından bilinir) entelektüel tanımına uyan hemen hiç kimse yoktur. Netice de entelektüelin düşünce birikim noktasında sınırlarını kaldırmış özgür düşünceli olması beklenir, halbu ki bu camia konzervatif ve çıkarcıdır. Ellerinize ve kaleminize sağlık.
Artı çıkan bir avuç entelektüelde camia tarafından kabul görmez zaten onlar da klasik anlam da Türk tipi aydın değillerdir. Aslında entelektüel ve bir klige ya da sabit bir düşünceye sıkışıp kalmak aynı anda düşünülemez de.
Değerli Yazarımız,
Yüreklendirici ve isabetli yorumlarınız için teşekkür ederim. Yorumlar ve eleştiriler, tamamlayıcı olmalı ki sizin yorumlarınızı bu yönden son derece yararlı buluyorum.
Belki artık Türkçü fikir zenginliğini boğan camia ile yolları ayırma zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?
Saygılarla...
Üstadım, kaleminize sağlık... Maalesef kolaycı/çıkarcı zihniyet toplumun içine bu kadar nüfuz ettiği için yaşanan oyunlara şahit olduk. Sırf kadrolaşma ve gücünü garanti altına almak için yıllarca liyakat gözetmeksizin olur olmaz her yere birileri yerleştirildi, kurumların kalitesi düştü, işlevleri kısıtlandı, eğitim kalitesizleşti... ve buna benzer bir sürü ayrıntı... Öyle bir noktaya geldi ki bu durum, bir noktadan sonra çıkarlar çatıştı, kavgalar başladı ve gelinen durum ortada... Betondan, asfalttan başka bir yatırımın olmadığı, bütün ekonomik sistemin bunlara dayandırıldığı bir yönetim anlayışı var ve insanlar da bir yerlerinden bu durumdan çıkar sağladıkları için neredeyse ölümüne bu durumu savunuyorlar. Malum ülkemizin bilim insanından, sanatçıdan, sporcudan çok imama ihtiyacı var bir de(!)... Velhasıl bunca karmaşanın içinde, milliyetçiliğin ayaklar altına alındığı, üç beş gün sonra da yere göğe kondurulamadığı bu garip atmosferde aklı, fikri, kalemi güçlü insanlara gerçekten çok ihtiyacımız var...
Serdar Bey,
Öncelikle zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkürler. Ama üşenmeyip bir de yorum yazdığınız için özellikle teşekkür ederim. Çünkü yorum blogun can suyudur.
Yorumunuza bir cevap yazmağa gerek yok, zaten altına imza atılası bir metin.
Milliyetçilerin, bu cinnet günlerinde, akıllarıyla yol göstermeleri gerekirken ona kapılmaları kadar üzücü bir şey yok.
İnsan geldiği köken kadar varmayı hedeflediği yer ile de bir önem arz eder. Ne yazık ki milliyetçilerde bir hedef ve akıl yürütme eksikliği gelinen ilkellikte büyük rol oynamıştır.
Blogumuzu takip etmenizi, yorumlarınızı eksik etmemenizi diler, saygılarımı sunarım.
Yorum Gönder