Etnik ırkçılığın telâffuz etmesi doğal olmakla beraber bilhassa liberallerin “Kürt” adını kullanırken ölçüye dikkat etmeleri gerekmekte ama ne yazık ki çoğunun sosyalist kökeni, buna engel olmakta.
“Kürt sorunu” diye algılanan şey, etnik ırkçı Kürtçülerin Kürt varlığına ırksal bakışlarından kaynaklanmaktadır.
“Herkes kendisini istediği gibi kabul edebilir” şeklinde düşünmek mümkündür. Ne yazık ki kabulünüz bir başkasını da hele bir ülkenin kurucu millî çoğunluğunu da ilgilendiriyorsa bu kadar sorumsuz bir yetkiye sahip olamazsınız.
Siz kendinizi nasıl kabul ederseniz, size öyle davranılmasını istiyorsunuz demektir.
Etnik ırkçı Kürt “siyasetçiler”, ırken ve fikren yeknesak bir Kürt topluluğunun sesi olduklarını iddia ederlerken, bu topluluğun, kendi görüşlerini paylaştığını da iddia etmektedirler. Yani onlara göre Kürtler, “Türk” denen topluluktan ırken, fiziken, kültürel olarak derhal ayırt edilebilecek, bambaşka bir topluluktur. Etnik ırkçılığın tek siyasî dayanağı bu ırksal tektürlülük iddiasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra elimizde kalan bir avuç toprak üzerinde, Türk milletleşme sürecinin “yenilenmesi” üzerine kurulmuştur. Çünkü liberallerce ezberden “ulus devlet” diye adlandırılıp küçümsenen, hatta nefretle anılan devlet türü, milletleşmenin, üzerinde kurulacağı hukuk birliğinin gereğidir.
Anadolu coğrafyasının istikrarı, barışı ve adaletini sağlayan, bin yılı aşkın bir zamandır Türk milleti olmuştur. Türk Milleti daha önce de sayısız fikir adamın belirttiği şekilde “ırkî” mülâhazaların ötesinde bir hukuk birliği altında benzeşmenin adıdır.
Bundan dolayı da büyük kültür etrafında, aynı hukuk ve barış ortamında benzeşen aile, aşiret, kabile, kavim vs bütün toplulukların Türk oldukları, Mete’den, Bilge Kağandan sonra bir kere de Anadolu coğrafyasında söylenmiştir.
Kürt’lerin ırksal kökenini sorgulamaksızın, lisanî farklılıklarını önemsemeden, onları da “Türk” adı altında anmamız, onların da büyük hukuksal birliğimizin şemsiyesi altındaki büyük kültürel benzeşmede kendimizden, özümüzden bilmemizdendir. Bu kabul “medenî” bir kabuldür.
Bu gün etnik ırkçıların, altında siyaset yaptıkları meclis “Türk” millî meclisidir. Aynı siyasetçiler Almanya’da “Kürt kimlikleriyle” siyaset yapamazlar. Yani kendilerini Alman ulusundan ayrı bir ırk olmak iddiasıyla ayrı tutarak Alman meclisine giremezler. Aynı şey İngiltere için de geçerlidir.
Çünkü onlara bu imkânı sağlayan, Türklük tanımındaki “hukuk biriliği altındaki büyük benzeşmeden” dolayı Türk sayılmalarıdır. Bu gün Türk Milleti’nin tamamından alınan vergilerle, İller Bankası kredileriyle beslenen etnik ırkçı belediye başkanları varlıklarını Türk milletine borçlu olduklarını, bu büyük milletin medeni ve soyut kabulü sayesinde bu egemenlik sahasında demokrasiden istifade edebildiklerini bilmelidirler.
“Sorun” denen şey, bu medenî kabule karşı ırkçı ve kabileci bir kabulü geçerli kılmaya çalışmaktır. Yani “Kürt sorunu” diye rastgele telaffuz edilen şeyi Türk milleti değil, Kürt etnik ırkçıları yaratmıştır. Nitekim 19.yy’ın başından bu yana, Türk topraklarında Türk Milleti’nin koruması ve hüsn-ü kabulü ile yaşarken Türk devletine isyan ederek, kendi vahşi aşiret egemenliklerini hayat geçirmeye çalışanlar bu etnik ırkçılardır.
Esas sorun, her biri, birer aşiretin büyüğü olan ve ilkel aşiret düzeninden nemalanan etnik ırkçı siyasetçilerin, fiilî toplumsal yetkilerini, devlet denen hukuk birliği ile paylaşmak istememeleridir.
Nitekim ülkenin batısında şehirleşmenin kültürel “seyreltici” etkisine uğrayan kenar mahalle kesimlerinin sürekli kışkırtılmasının sebebi de budur. Çünkü eğer onlar “millî egemenliğin” barış ortamında etnik ırkçılıktan ayrı, müdahalesiz yaşamaya devam ederlerse, etnik ırkçı aşiret reislerinin, insan hayatı üzerindeki o vahşi egemenliğini tanımamaya başlayacaklardır.
Bir yandan modern alışveriş merkezlerinin konforunu solumak, diğer yanda kendi çocuklarını taciz eden, öldüren bir kapalı toplum canavarından uzakta toplumsal ilişkiler kurmak, kendi iş veya hayat arkadaşını seçebilmek hürriyeti ancak resmen ırk ayrımının yapılmadığı, herkesin büyük bir millî kimlikte buluştuğu ve böylece toplumsal maliyetin asgariye indirildiği bir hukuk devletinde mümkün olabilir.
Bu gün Kürtlere özerklikten bahsedenler, bu benzeşmeye, bu kaynaşmaya karşı çıktıklarının, ırkçılığı, ayrımcılığı savunduklarının farkında değildirler.
Onlar, kimliklerinde “Kürt” yazacak, ırken ayrı oldukları resmen tescil edilecek insanların, bu resmî ayrımdan sonra da büyük kültür içinde rahatça yaşayabileceğini sanmaktadırlar. Hele terör tehdidiyle böyle resmi bir ayrışmanın gerçekleşmesi durumunda, terörü desteklemeyen Kürtlerin dahi dışlanacağını ve bunun sorumlunsun da yalnıza kendilerinin olacağını görmezden gelmektedirler. Bir yandan bir milletin yarattığı hukuk birliğinin kurallarının korunması altında siyaset yapmayı istemekte diğer yandan bu kuralları sağlayan iradeyi yok etmek istemektedirler. Türk milleti olmaksızın bu topraklarda kural yürütücü bir irade olamayacağını görmezden gelmektedirler. Bir yandan ekmek yemek diğer yandan fırıncıyı öldürmek istemektedirler. Bu ikiyüzlülüktür, nankörlüktür.
Bugün Türk Milleti, kendi egemenlik sahasında, kendi hayat tarzını, kendi siyasetini, kendi eğitimini vs belirleyebildiği ve bu belirleyicilik ( egemenlik) tek olduğu indir ki toplumsal barışı korumaktadır.
Siz bu toplumsal barışın karşısına Kürt etnik ırkçılığını getirip bu barış ortamını yaratan millî egemene isyan edip onun sizin hakkınızdaki hüsn-ü kabulünü istismar ederseniz elde edeceğiniz tek şey toplumsal hayattan dışlanmak olur. Nitekim artık Van plakalı kamyonların Hatay’dan karpuz getiremediği söylenmeye başlanmıştır.
“Kürt halkının iradesi” söylemiyle egemenin iradesini hiçe saymaya kalkarsanız, silahlı unsurlarınız yok edildiği gibi silahsız unsurlarınız da istismar ettikleri siyaset piyasasından dışlanır. Daha kötüsü sadece sizinle aynı adı paylaşan herkes sizin gibi kötü addedilmeye başlanır. Etnik ırkçılık bu yüzden ilkesiz, güce tapınıcı bir ilkelliktir.
Bu ilkelliğim örneğini defalarca vermemiz şarttır ki o örnek de Kuzey Irak yığışmasıdır. Kuzey Irak ne “demokratik temelde halkların özgür iradeleriyle şekillenen eşitlikçi vs” bir dünya cennetidir ne de “enternasyonalist bir liberal demokrasidir”.
Türkiye’de liberallerin vicdanî yetmezliklerinin en büyük delili, Kuzey Irak yığışmasında açık seçik belli olan, etnik ırkçı bir “bağımsız” veya federatif yönetimin hangi ilkel, vahşi güdülere dayanacağı ve faşizmin nasıl da ta kendisini tesis edeceğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder