29 Aralık 2009 Salı

Sol Demokrasi Ahlâk ve Hukuk Dersi Verebilir mi?

Şimdilerde Türk devletinin müdafaa gücünün mahremiyetinin hiç de hermetik görünmeyen bir şekilde açılıvermesi ile birlikte bilhassa sol eğilimli okumuşların demokrasi havarisi kesildikleri dikkatimizi çekmeye başladı

Soğuk Savaş döneminde NATO bünyesinde kurulduğu iddia edilen Gladio ile ülkemizdeki 80 öncesi iç savaşın faturası NATO üzerinden sağ kesime kesilmeye çalışılıyor gibi görünüyor.
Buna göre aslında var olmayan bir Varşova paktı tehdidi bahane edilerek devletin resmî güçleri solu ezmeye girişmişti.
Gerçek böyle miydi?

2000 veya 2001 yılında bir özel televizyon kanalımızda gösterilen “Kızıl Güneş” adlı belgeselde dünyada ve Türkiye’de sol hareketlerin tarihi inceleniyordu. Nedense bu belgesel çok kısa sürdü ve çoğaltılmasının da zamanın kültür bakanı tarafından yasaklandığı, kendilerine dizinin kasetlerini sorduğum televizyon yetkililerince ifade edildi.

Balık hafızalı bir millet oluşumuzdan mıdır bilemiyorum, nedense 1980 mahkemelerinde yargılanan hiçbir sol örgüt üyesinin Türkiye’de silâhlı veya silâhsız bir şekilde Marksist- Leninist devrim yapmak iddiasını reddetmediğini unutuverdik. Dönemim DHKP-C, THKP-C, TİKKO, MLKP-C, DEV-YOL, DEV-GENÇ gibi örgütlerinin neler yaptığı da hiç konuşulmaz oldu.
Konu hakkında belgesel niteliği taşıyan bir eser Alev Alatlı’nın “Or’da Kimse Var mı?” dörtlemesinin üçüncü cildi olan “Valla Kurda Yedirdin Benidir.”

Daha da aydınlatıcı olması bakımından Hasan Cemal’in “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” adlı kitabında da solun şiddeti gayet doğal bir araç olarak kullandığını ve bu aracı kullanırken kendi içinden meydana gelebilecek eleştirilerin nasıl susturulduğunu, tahrik için kendi arkadaşlarını öldürmek dahil olmak üzere her metodu nasıl kullandığını gayet açık şekilde görürüz.

Ayrıca 1991’de SSCB yıkıldığında KGB arşivlerinden çıkan zamanın TİP yöneticilerinden Behice BORAN adına yazılmış bir “maaş” makbuzunun televizyonda gösterilmesi dahi sol kamp tarafından hiç eleştirilmemişti. Oysa yabancı bir güvenlik biriminden maaş almak açıkça vatana ihanetti.

Sol kamp sürekli ülkücüleri CIA’nin eğittiği hurafesini kafalara kazımaya çalışırken, “efsanevi” isimlerinin Bekaa ve Lavrion gibi Sovyet denetimli terör kamplarında ne öğrendiğinden hiç bahsetmedi. Sağı CIA’nin eğittiği safsatası normatif ahlâktan yoksun, konformist solun bir propaganda lekesi olarak kaldı ama solun Sovyetlerce beslendiğine dair açık deliller nedense solu hiç utandırmadı.

Bunun yanı sıra, Lenin tarafından 1918’de iç savaşı kışkırtmak ve bu şekilde Bolşevikleri iktidara taşımak için kullanılan “Silâhlı propaganda” denen gayri meşru siyaset yöntemini Türkiye’ye kimin getirdiği de asla sorulmadı, konuşulmadı.Açıkça katil ve hırsız olan pek çok solcu teröristi bugün hemen hiç kimse bu şekilde anamamaktadır, çünkü mürekkepli ve görüntülü basının egemen sol güçlerinin hakaret ve baskısına uğramak hâlâ pek çok kişi için ciddi bir tehdittir. Bu basın gücü bu gün dahi, mahkûm olmamış, beraat etmiş muhaliflerini sanki birer suçluymuşlarcasına “Bilmem hangi davanın sanığı” diye anarak kendince yargılamaya, lekelemeye devam etmektedir.

Sol kampın demokratlık gösterisini samimi bulmamamın bir sebebi de 1994’te PKK ile açıkça işbirliği ilan eden sol terör örgütlerinin hiç birinin de sol kamp tarafından kınanmamış olmasıdır. Bu da doğaldır, çünkü sol ile PKK aynı ideolojik tabana, aynı söyleme ve metoda sahiptir. PKK’yı oluşturan ideolojik taban Türk solunun içinden çıkmıştır. O yüzden de bugün bazı solcuların ellerinde Türk bayrağı ile vatanseverlik göstermeleri bana çok tuhaf geliyor. Daha otuz küsur sene evvel kızıl bayrak altında, “ Halkların kardeşliği” sloganlarıyla Türk olan ne varsa hepsine enternasyonal marşıyla savaş açanların bu gün kimin taraftarı olduklarını gerçekten anlayamıyorum.

Sol gene tabiatına dönmüştür. Sol gene kendisiyle ideolojik kardeş olan etnik terör örgütüne karşı susmaya başlarken Türk Ordusu’nun, millî savunma gücümüzün etkinliklerini toptan batı güdümlü bir komplo olarak göstererek kendini aklamaya çalışmaktadır.
Ülkeyi iç savaşa sürükleyen, iç savaş dahil her yöntemle sosyalist devrimi yapmayı kendilerine hak bilen ve bu uğurda hiçbir ahlâkî kısıtlamayı dikkate almaksızın silâha sarılan sol kamp olmuştur.
Aynı sol bu gün “ezilen sol” safsatasıyla memleketin bütün makus talihini muhaliflerinin sırtına yıkmaya çalışmaktadır.

Türkiye’de mürekkepli ve görüntülü basının felsefesine sol kamp hâkimdir. Solun ahlâkî eleştirisinin yapılamadığı, solun yargılanamadığı bir gölge Marksist enformasyon diktası, Türk milletini, değerden, normdan yoksun ve güce taabi bir yola çekmeye çalışmakta ve bunu da bütün konformizmiyle “demokrasi” ve “insan hakları” gibi kavramları istismar ederek yapmaktadır. Eğer bu cümleyi paranoyakça buluyorsanız memleketin en büyük gazetelerinin en muteber yazarlarının ideolojik kökenlerine bakmanız yeter de artar bile. İşin kötü tarafı artık sol daha güçlüdür çünkü kendisiyle normalde hiçbir ortak noktası olmayan liberalleri dahi bu istismarla uyutarak kendi safına çekmiştir.

Şimdilerde sol kamp, etnik ırkçılıkla uzlaşmak bahanesiyle 12 Eylül’den önce gerçekleştiremediği Türk millî egemenliğini parçalama işini kaldığı yerden sürdürüyor gibi gözükmektedir. İnanmıyorsanız Ruşen ÇAKIR’ın dünkü yazısına göz atar ve Türk Devletinin neden “yarı yasal” oluşumlara rıza göstermesi gerektiğini okursunuz.

Sol henüz ellerindeki kanın hesabını vermemiştir. Sol ülkenin bu günkü etnik bölünme tehlikesindeki tarihî vebalinin hesabını vermemiştir! Soldan bunu beklemek de hayalcilik olur çünkü bu tip hesaplar veya veballer onun “ilerici” ideolojisi için ancak gerici güçlerin tarihsel yanılgılarıyla beslenen birer burjuva üst kurumundan başka bir şey değillerdir. Onun için sınıfın egemenliğine ve yararına yönelik gereken eylemi yapmak , sınıf düşmanlarının akıbetiyle ilgilenmemek ve pişmanlık duymamak yegâne norm ve yöntemdir.

Türk solunun demokratlığı, siyasetinde sağ kanadın olmadığı bir ülkeyi gerçekleştirmek için kitleleri kışkırtmaktan ve sayısal çokluklarla hak kavramını sömürmekten başka bir anlam taşımamaktadır.”Faşist” hakaretinin nasıl olur olmaz her yerde ve herkese ediliverdiğini merak ediyorsanız solun bu tabiatını düşünmeniz kâfi gelecektir.





2 yorum:

selcen dedi ki...

le.12 eylülde yurtdışına kaçanlar,Özal döneminde birer ikişer döndüler.Onlara sürgüne gitmiş muamelesi yapıldı ve hemen birer gazete köşesi takdim edildi.Günümüzün sol liberal yazarları onun için milletin bütün değerlerine kin ve nefret kusarlar.Bunu da 12 eylül dolayısı ile yapıyorlarmış gibi maskelerler.

Afşar Çelik dedi ki...

Selcen Hanım,
İyiliklerin doğruluğun sola atfedilmesine güzel bir cevap olmuş yorumunuz, gene bekliyoruz.