Sapı, samanı bir kenara ayırmanın vakti, geldi de geçiyor…
Bu memlekette, ırkı ve dili bizden farklı çeşitli gruplar vardır, olabilir de…
Devletleşmek demek, insanların ırk ve lisan gibi köklü ve belirgin farklılıklarını aşan bir hukuk birliğini meydana getirmek demektir.
Türkiye’de bu gerçekleşmiş midir? Evet!
Dünyada, devletin vatandaşlarına muamelelerinde ırka, lisana veya itikada göre bir ayrım yapılıp yapılmaması temel ve yegâne sorundur. Türkiye’de belli bir vakit sadece ırkî veya lisanî farklılıklardan dolayı değil, ideolojik farklılıklardan dolayı da devletin, vatandaşına kötü muamele ettiği bir hakikattir.
Ama bu, tarihin belli bir döneminde yapılıp bitmiştir. Millet iradesi seçimlerle, mevzuat değişiklikleriyle ve değişen hukuk bilinciyle bu sorunu aşmıştır.
Hal-i hazırda hiçbir devlet dairesinde gerek istihdam gerekse diğer muamelelerde kimseye farklılığı sorulmamaktadır. Memleketimizin mahkemelerinde Çerkez olduğu için davasına bakılmayan, hastanelerinde Kürt olduğu için bakılmayan, postanelerinde Laz olduğu için havalesi yapılmayan herhangi bir vatandaşımız yoktur!
Memleketimizde tapu müdürlüklerinde, gerekli evrakı teslim ettikten sonra Kamboçyalı olduğu için mülkü kendisine tahsis edilmeyen herhangi bir vatandaşımız da yoktur.
Bütün bu işlemler esansında, resmî dil olan Türkçe kullanılır, istisnai olarak Türkçe bilmediğini söyleyen vatandaşlarımızın muhakkak çevresinde bir hemşerisi çıkıp ona yardımcı olur. “Türk milletinin” bir ferdi olarak her bir vatandaşımız, dünyada ay yıldızlı pasaportuyla dünyanın her yerine gider, gelir.
Buraya kadar neden bu kadar lafı dolandırdık? Görüldüğü gibi “Türk” adı “etnik” bir grubu belirtmez. Dolayısıyla “Türk” adı durmadan sayıları arttırılan “etnik gruplardan” biri değildir! Türk adı bu devleti kuran ve kurduğu devlete bağlı herkesi de kendinden bilerek büyük kültür dairesinde kendi rengini aşılayan, dünyanın diğer yerlerinde yaşayan nüfusu üç yüz milyona yakın koskoca bir millî oluşumun adıdır!
Türk adında ırkî vurgu bulamayız çünkü tarihi çok derin, coğrafî dağılımı çok geniş, nüfusu çok büyük ve kültürü çok çeşitli bir toplumsal oluşumdan bahsetmekteyizdir!
Şimdi…
“Açılım” adıyla öne sürülen şeyin temelinde ne vardır?
Açılım adıyla öne sürülen projenin temelinde, ırkî, lisanî ve itikadî farklılıkları belirgin grupların, bu farklılıklarını korumaları ve değişmemeleri için bunlara, siyasî özerklikler vermek ve bunların “Türk” soyut kimliğinden ayrı şekilde var olabilmelerini sağlamak amacı vardır. “Türkiye’de sadece Türk’ler yok!” sapkınlığının temelinde bu vardır.
Türk’ler kendilerini, Lazların, Çerkezlerin veya Kürtlerin kendilerini ifade ettikleri gibi ifade etmezler. Türk’ler için Lazların, Çerkezlerin veya Kürtlerin ırka, akrabalık ilişkilerine dayalı tanımlamaları açıkça anlamsız ve gülünçtür. Çünkü kendisini “Türk” bilen bir fert için Türklük bu etnik grupların sıkı sıkıya bağlı oldukları ve ancak somut bağlantılarla ifade edilebilen “kabile” mensubiyetlerinden çok öte bir şeydir.
Burada etnik ırkçıların avantajı şudur: Türk için Türklük içinde yaşanagelen bir takım kendiliğinden doğmuş ve genellikle ifade edilmeksizin uyulan soyut kuralların bir neticesiyken, etnik ırkçılar için etnik kimlik doğrudan kan bağı gibi somut ilgilerle ifade edilebilen bir kimliği işaret eder.
Türk okumuşlarının genel geriliği, kimliğin soyut kurallara dayanmasıyla, kan bağı gibi somut nesnelere dayanması arasındaki gelişmişlik ve kavrayıcılık farkını anlayamamasındandır.
Türk’ler, çok derin tarihî devletleşme tecrübesiyle, soyut kurallara dayanan bir toplumlaşma sürecini etnik gruplara göre çok çok önce yaşamış ve kimliğini buna göre oluşturmuş bir “millettir”.
Bugün etnik ırkçılar, Türk Milleti’nin toplumlaşma kabulünü, soyut kurallardan, kan bağı, ırk, genetik gibi somutluklara geri çekmeye çalışmaktadırlar.
Somut nesnelere dayanan farklılıkları tarif etmenin kolaylığına saplanan başta liberallerimiz olmak üzere yarı okumuşlarımızın pek çoğu, sanki soyut kurallara ve kabullere dayanan bir toplumsal oluşum mevcut olamazmış gibi mekanistik materyalizmin ilkelliği ile bir anda Türk kimliğini devlet icadı bir uyduruk etikete indirgeyivermektedirler.
Dolayısıyla memlekette etnik gruplar birer “realiteyken”, “Türk” adı, aslında hiç var olmamış bir grubun adı gibi ifade edilmektedir.
Memlekette Türk adını inkâr etmeyi hümanizmin gereği sayanlarımız olabilir. Onlara bu rahatlığı, bu imkânı veren de, anlam dünyalarını inşa etmelerini sağlayan dillerini kendilerine kazandıran milletleşme sürecidir. Dünyanın neresine giderlerse gitsinler, hangi topluluklara katılırlarsa katılsınlar, tarihiyle, kültürüyle, devletleşme tecrübesiyle kimliklenmiş millet mensuplarını karşılarında bulacaklardır.
Şimdi düşünmeliyiz. Oluşumu kan bağından bağımsız ve kurallara dayanmış bir toplumun içinde kan bağına dayalı kabile/ kavim oluşumlarının etkileşimsiz kılınarak “korunması” kime ne fayda sağlar? Veya bu tip bir izolasyon “ahlâkî” midir?
Etnik ırkçılar sürekli ifade hürriyetinden bahsederler ama bunu millî oluşumun içinde kalmak için değil, ondan ayrılmak hakkını kullanabilmek için isterler. Zira kendileri de gayet iyi bilir ki etnik kültür bir kere büyük kültürle etkileşime özgürce girmeye başlarsa muhakkak değişecek ve büyük kimliğe eklemlenecektir. Sorun bu eklemlenme de değildir. Sorun onlar için bu eklemlenme sonucunda etnik kimliğin bir ideolojik/ siyasi gerilim malzemesi olmaktan çıkacak olmasıdır ki etnik bir siyasetçinin tek malzemesi bu gerilimdir.
Koskoca bir milletin toplumsal tasavvurunu, milletleşememiş topluluklarının kan bağı ölçüsüne bağlayıp mahkûm etmek demokrasi olamaz. Bunun demokrasi olmadığını ve demokrasinin de bu tip bir ilkellikle geri sardırılamayacağını bilen etnikçilerin şiddete sarılmalarının sebebi de zaten budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder