Etnik ırkçılığın haklar söyleminin, “hak” kuramıyla uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığı akıllarını ve vicdanlarını işletenler için herhalde aşikâr oldu ama bir kere daha özetle açıklayıp yazıya öyle başlayalım.
“Hak” insanın varoluşuna bağlı, bundan ayrılamayacak, tecrit edilemeyecek, devredilemeyecek ve vazgeçilemeyecek en temel “menfaatidir”.
Bir hakkın kullanımı iki şeyle sınırlıdır. Aslında bu iki unsur birbirinin yerine ikame edilebilir ama gene de ayrı ayrı telaffuz edilmelerinde fayda vardır:
1- Bir hak ancak bir başkasının hakkını engellemediği sınıra kadar “hak” olmak özelliğini korur.
2- Bir hak ancak uygulanması başkasına bir maliyet yüklemediği sınıra kadar “hak” olmak özelliğini korur.
Dolayısıyla herhangi bir “menfaatin” hak olup olmadığına bu iki özelliğe bakarak karar verilebilir, verilmelidir de…
(Sosyal demokrasinin, örtülü bir Stalinizm olmasının sebebi de haklar kuramını “meşru” yolları kullanarak ifsat ve istismar etmesinden kaynaklanır).
Dolayısıyla etnik ırkçıların savundukları haklar bu iki özelliğe de aykırıdır.
Zira etnik ırkçılar “hak” kavramını salt ifade hürriyetinin ötesindeki tam da Marksist kökenli pozitif haklar hurafesine dayandırmaktadırlar.
Bu apayrı bir tartışmanın konusu olmakla beraber, her seferinde kısaca hatırlatmakta sayısız faydalar olduğunu bir kere daha belirtip etnik ırkçılığın tarihsici tutumuna değinmek isterim
Etnik ırkçılığın üzerine kurulduğu tarihi tez, Türkiye Cumhuriyeti’nin tek parti iktidarı dönemindeki bir takım Nazi özentisi beyana ve tavra dayanmaktadır.
Bu mahdut dönemin beyanlarının sürekli tekrarlanmasıyla devletimizin meşruiyeti tartışmaya açılmak istenmekte ve işin kötüsü bu yanlış ve saptırılmış tartışmaya kendi ilkelerince katılan liberaller, etnik ırkçılığın söylemlerini de vicdanen eleştirmek zahmetine girmemektedirler.
Evvelâ adını Popper’ın koyduğu “tarihsiciliğe” değinmemiz sanırım faydalı olacaktır.
Tarihsicilik kabaca Marx’ın “tarihsel materyalizm” dediği ve toplumsal olayların ve düzenin tarihten gelen değişmez bir otomatizme bağlı olduğunu savunan fikrî metottur.
Buna göre toplumsal düzenin değişiminin değişmez özü, tarihin içine gömülmüştür. Tarihin, sınıfsal ve ekonomik bir tahlili ile bu öz ortaya çıkartılacak ve ondan sonra, “yanlış” biçimlenmiş toplumsal düzen şiddet kullanarak veya kullanmamaksızın kökten değiştirilecek, “devrilecek” sonrasında da değişmez bir dünya cenneti kurulacaktır.
Etnik ırkıçılık için liberal ve çoğulcu bir tez yerine, “sınıf” yerine konabilecek bir halk kavramına açık olması ve temel görüşü şiddete dayalı bir ideoloji olarak Marksizm eşsiz bir dayanak teşkil etmiştir.
Dünyada hiçbir etnik siyaset veya şiddet örgütünün liberal olmaması sanırım tesadüf değildir?
Etnik topluluklar, milletleşme sürecine bir şekilde dahil olamamış, nispeten çok sınırlı coğrafyalarda, düşük nüfus hareketleriyle yaşayan, ırken ve kültürel olarak az değişmiş, toplumsal düzenleri soyut kurallar yerine kabilelerin hayatta kalmasına yönelik daha somut kurallara ve doğrudan kan bağı ilişkilerine dayanan azlık gruplarıdır.
Milletleşme süreçlerine girememiş ve büyük kültürle bütünleşememiş olmak bilhassa modern zamanlarda, etnik topluluklardaki gerilimi, saldırgan bir komplekse dönüştürmüştür. Bu, eski metinlerde “kavmiyetçilik” olarak nitelenen tavrın modernitenin maddi imkânlarından da yararlanan daha vahşi bir halidir.
Günümüzde ulaşım imkânlarının artması ile bu etnik kompleks, kendisiyle gene bütünleşilemeyen şehir yaşantınsın içine de aynen taşınmış ve ortaya getto benzeri etnik mahalleler çıkmıştır.
Şüphesiz bir büyük kültüre karşı hissedilen bu derin kompleks, kendisini sürdürebilmek için bir savunma mekanizmasını gerektirmiştir ki etnik ırkçılığın bu savunma mekanizmasının iki ayağı vardır: Tarihsel ayrılık iddiası ve ırkî farklılık iddiası.
İşte Marksizm tam da bu noktada etnik ırkçıların imdadına yetişmekte ve onlara kendilerini yeniden inşa edebilecekleri bir ideolojik paket sunmaktadır: “Tarihsel materyalizm”!
Bu paket ile, etnik ırkçılık her hareketini tarihî bir yoruma dayandırarak meşruiyet kazanabileceğini savunmaktadır. Meselâ cumhuriyet dönemi ile etnik varlık inkâr edilmiş, daha kötüsü imha edilmiştir ve bundan dolayı da etnik ırkçılık, şiddet dahil her türlü vasıtayla devlete ve onun k egemen çoğunluğuna direnmek hakkını kazanmıştır.
Tarihsici tavrın en önemli yanılgısı insan davranışının, kendi iradesinden bağımsız , başka bir otomatizmin eseri olduğunu sanmasıdır.
İnsan ancak kendi tercihlerinin sonuçlarına bağımlıdır. Bugün yanlış şeyleri tercih ederse yarın yanlış neticelere ulaşacak, istemediği bir yere varacaktır. Ama bu, onun irade sahibi yegâne canlı olduğu gerçeğini değiştirmez.
Toplumlar, yanlışsız, masum fertlerden oluşmaz. Dolayısıyla bir toplumun fertlerinin çoğunun, bir dönem yanlış tercihlere yönelmesi her zaman mümkündür. Bugün demokrasisi ile örnek alınan Almanya, Hitler gibi bir diktatörü kendi arzusuyla başa getirebilmiş bir toplumdur aynı zamanda.
Bu da toplumsal düzenin otomatizm ile değil, iradeler bileşkesiyle meydana geldiği gerçeğinin negatif/menfi sağlamasıdır aslında…
Milletleşme sürecine dahil olamamış bir etnik grup olan Kürt’lerin etnik ırkçı siyasetçileri işte tarihe böyle bir otomatizm gücü yüklemekte ve kendilerine “bağımsız” bir tarih yazarak ırki heterojenitesi, kültürel yeterliliği tartışmalı bir sosyolojik gruptan bir “millet” yaratarak, adına bağımsız diyecekleri ama tamamen tecrit edilmiş ve faşizan bir tek türlü bürokratik örgütlenmeyi hayata geçirebileceklerini sanmaktadırlar.
Tarihe böyle “âmir” bir rol verilmesinin yanında bir başka yanlış da mezkur mahdut dönemin beyanlarının, koskoca bir tarihin yegâne belirleyicisi olduğunu göstermeye çalışmaktır. Bu şekilde bir tek yanlı masumiyet yaratmak, etnik ırkçılığın ucuz kolaycılığıdır. Biraz daha geniş bir süreçte, etnik grubun, büyük kültüre karşı tavrının nasıl değiştiğini de gösteren daha objektif ve mukayeseli bir analiz maalesef ülkemizin liberalleri tarafından dahi yapılmamaktadır.
Bu noktada da liberaller, etnik ırkçılığın Marksist tarihsici metoduna kendilerini teslim etmenin çelişkisini, haklar kuramını savunarak gidermeye çalışmakta ama açıkça başarısız olmaktadırlar.
Tarihin belli bir döneminde belli bir gruba karşı geliştirilmiş bir yanlış tavır var ise onu “yanlış” olarak değerlendirmemizin kaydı ve tarihi şartı ortaya konulmalı ve buna göre hüküm verilmelidir. Bunun sebebi, bahsi geçen devirlerde hemen her toplumun hemen hemen aynı ölçülerle ilişkisi olmasındandır. Eğer tarihin belli bir dönemindeki tutumları salt çağdaş ölçülere göre yargılayacak olursak bu durumda dönem insanlarını, nende bugünkü bilgimizle mücehhez olmadıkları ile de suçluyoruz demektir ki bu açıkça saçmalıktır.
Mesela çok telaffuz edilen “Toplama kampı” ile Nazi dönemi toplama kamplarının uzaktan yakından ilgisi yoktur, dönem yöneticilerinin muhtemel Nazi özentisine rağmen…
Dün meydana gelen olaylar sanki hiç bitmemiş ve aynen devam ediyormuş gibi bir akıl yürütme, toplumsal değişimi görmemek açısından cehalet, toplumsal barıştan bahsetmek açısından iki yüzlülük, etnik grupları bağrında yaşatan bir toplumun varlığına ve değerlerine karşı da ihanettir.
Bu gün etnik ırkçı bir partinin İstanbul il başkanı toplumumuzu ve devletimizi açıkça tehdit edebilmekte ve elini kolunu sallayarak meselâ İstiklal Caddesi kalabalığına karışabilmekteyse bunu soğurabilen büyük toplumsal kabulü, hoş görüyü ve daha önemlisi büyük kültürü yok sayarak yapılanın şiddetle kazanılmış bir hak olduğunu savunmak liberal okumuşlar için bile fazlasıyla hayalciliktir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder