23 Mart 2009 Pazartesi

Yıpratılan Kelime: Terör



Korkuya düşürmek anlamına geliyor, kısaca. Karşıdakini akıl yoluyla değil de korku yoluyla “ikna” etmek demek.

Belli bir amaca korku ve dehşet yoluyla ulaşmak demek… “Bombalar savaşın parçası” diyen zihniyetin hareket tarzı yani.

Bu açıdan bakıldığında mesela, barışçı, demokrat geçinen Türk solunun, atası Lenin’den miras aldığı “silahlı propaganda” teriminin de yapışık ikizi…

Bu, nizami ordulara karşı yürütülen “gerilla harbinden” farklı şekilde düşman sayılan toplumun bütün fertlerine karşı yürütülen bir tedhiş hareketi… “Sadece ordularınızı değil, çocuklarınızı da yok ederiz!” anlamına geliyor.

Bu hareket tarzı devlet dışı örgütlenmelerce kullanıldığı gibi, devletlerce de kullanılabiliyor ki meselâ İsrail’in operasyonları bundan çok farklı değil.

Sorun şu ki silâhlı mücadelelerin gerekçesi, kapsamı ve ahlâkî sınırları konusu artık iyice bulandırılmış vaziyette.

Herhangi bir grubun kendi varlığına yönelik bir şiddeti durdurmak için harekete geçmek hakkı mutlaktır, buna kimsenin itirazı olamaz.

Buna mukabil bu hareket yalnızca, söz konusu grubun “varlığına” yönelik bir şiddet şartıyla meşrudur.

Bir grup insanın var olmasını istemeyen ve bu grubu ortadan kaldırmak için şiddete başvuran herkes karşılığını aynı şekilde alır.

Burada iki önemli hususa dikkat etmek gerekir:

1- Varlığa yönelik şiddete karşılık vermek dışında hiçbir hak müdafaası şiddet ile yapılamaz
2- Varlığa yönelik şiddeti durdurmakta, şiddet unsurları dışında kalan hiçbir kesime şiddet uygulanmamalıdır. Bu, savunmanın meşruiyet şartı olarak kabul edilmelidir. Savunmanın meşruiyeti sadece saldırıyı engellemekten kaynaklanmaz aynı zamanda saldırganın gayrı meşru metotlarına sapmamakla da kayıtlıdır.

Dolayısıyla “şiddet” kullanımı, en başta ahlâken sınırlanmış bir seçenektir. Varoluşsal bir tehdit şartı olmaksızın kullanılan şiddet gayrı meşrudur. Burada devletlerin var olma gerekçesi olarak adaleti ve emniyeti teminde şiddet tekeli olmalarının da yegâne gerekçesini buluruz.

Her haksızlık şiddet yoluyla çözülemez veya varoluşsal bir tehdide karşılık olarak değilse, hak taleplerinin şiddet yoluyla müdafaası diye bir yol olamaz. Şiddetin bu anlamda kapsamını genişletmek de terörün bir başka yüzüdür. Böylece terörün aynı zamanda bir “talep” aracı olarak kullanıldığını da görüyoruz. Terör kelimesinin içeriğinin boşaltılıp, teröristlerin vicdani muhakemesinin sulandırılmasının en büyük sebebi de budur. Artık her talebin sırf talep olmaktan dolayı meşru olduğu fikri kafalara yavaş yavaş yerleştirildiğinden, bu taleplerin karşılanabilir olup olmadıkları veya meşruiyetlerinin sorgulanması da yapılamadığından ve sadece onların yerine getirilmesi gerektiği bize dayatıldığından, terörün bu talepler için meşru bir yol olup olmadığı da sorgulanamamakta ve terörist kelimesi, gülünçleştirilmeye çalışılmakta.

İşin kötüsü bu, “barış” adına yapılmakta. Oysa yapılması gereken “barışın” meşruiyet şartlarını ortaya koymak ve bunun “salt şiddetsizlik” olmadığını bilebilmektir. Aksi takdirde her zorbanın sopasıyla sağladığı sessizliği barış diye sineye çekmek zorunda kalırız.

Hiç yorum yok: